Peygamberimizin Verdiği Büyük Ders

Hz. Peygamber’in emir ve tavsiyeleri karşısında tavrımız ne olmalıdır? Ashab-ı Kiram’dan Cüleybîb’in (r.a.) macerası, bu konuda bize çok güzel bir ders vermektedir.

Yoksul Cüleybîb’in (r.a.) dış görünüşü de yoksuldu. Boyu oldukça kısa, yüzü bir hayli çirkindi. Görünüşe değer vermek bütün insanların zaafı olduğu için, o da kimseden pek iltifat görmezdi. Bu yüzden de bir türlü evlenememişti.

Cüleybîb’in derdini ve değerini iyi bilen Resul-i Ekrem Efendimiz, onu evlendirmek için uygun bir fırsat kolluyordu.

Medineli sahabîlerden birinin evlenme çağında bir kızı vardı. Bir gün bu zat ile baş başa kalan Nebiy-yi Ekrem Efendimiz, ona:

“- Kızına talibim.” dedi. Hz. Peygamber’in kızını kendisi için istediğini zanneden sahabî, buna pek sevindi.

“- Emrin başım üstüne, Ya Resulullah!” diye sevincini belirtti. Resulullah Efendimiz:

“- Kızını kendim için değil Cüleybîb için istiyorum.” buyurunca, sahabî duraladı:

“- O zaman annesiyle görüşmem ve onun fikrini almam lazım.” dedi. Sonra da kalktı evine gitti. İçeri girer girmez hanımına:

“- Kızıma Resulullah talip oldu.” dedi.

Hanımı bu habere pek sevindi. Hz. Peygamber’in kayınvalidesi olmak ne büyük saadetti. Onun bu aşırı sevincini gören sahabî:

“- Resulullah Efendimiz kızım kendisi için istemiyor.” diye düzeltti. Bu defa kadıncağız şaşaladı:

“- Öyleyse kim için istiyor?” diye merakla sordu. Kocası:

“- Cüleybîb için.” deyince, kadın büyük bir paniğe kapıldı:

“- Ne! Cüleybîb’e mi? Sen ne söylüyorsun? Kızımızı kimler istedi de hiçbirine vermedik. Hz. Peygamber Cüleybîb’den başkasını bulamamış mı?” diye ileri geri söylendi.

Karısının bu olumsuz tavrını gören sahabî, Resul-i Kibriya’nın yanına gidip kızlarını Cüleybîb’e (r.a.) veremeyeceklerini söylemek üzere ayağa kalktı.

Annesiyle babasının kendisine dair konuşmalarına kulak misafiri olan kızları, son derece şuurlu ve uyanık bir genç hanımdı. Onları uyarmak istercesine sordu:

“- Beni evlendirmeniz için aracılık yapan kimmiş?” Annesi:

“- Hz. Peygamber.” dedi. Kızları hakkında en iyi kararı verdiklerini sanan annesiyle babasına:

“- Hz. Peygamber beni birine uygun görüyor da, siz buna karşı çıkıyor ve Resulullah’ın teklifini geri çeviriyorsunuz, öyle mi?” diye hayretle sordu. Ve sözlerini şöyle tamamladı:

“- Resulullah Efendimiz beni kime uygun gördüyse, siz de uygun görün. Zira o benim aleyhime olacak bir şeyi yapmaz.”

Olayın devamını zikretmeden önce, burada bir noktayı belirtmemiz gerekiyor. Cüleybîb’in kıssasını Ahmed İbni Hanbel’in Müsned’ini esas alarak anlatıyoruz. (III, 136; IV, 425) Ashab-ı Kiram’ın hayatına dair kaynaklarda belirtildiğine göre, bu son derece uyanık, genç hanım, annesi ile babasına, Resulullah’ın teklifini kabul etmemek suretiyle ne büyük hata ettiklerini anlatmak üzere Ahzab Suresi’nin 36. ayetini hatırlatıyor. Ayette şöyle buyuruluyor:

“Allah ile Peygamberi bir iş hakkında hüküm verdikten sonra, mü’min olan bir erkekle mü’min olan bir kadına, artık o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”

Kızlarının bu uyarışı üzerine, adeta uykudan uyanır gibi kendilerine gelen anne ve baba, ne büyük bir hatadan geri döndüklerini farkettiler. Kızlarına minnetle bakarak:

“- Çok doğru söyledin, yavrum.” dediler. Uçurumun kenarından geri dönmenin sevinciyle Resül-i Ekrem Efendimiz’in yanına koşan sahabî, olup bitenleri kısaca anlattıktan sonra:

“- Senin uygun gördüğün kimseyi biz de uygun görüyoruz. Kızımızı Cüleybîb ile evlendirebilirsin, ya Resulullah.” dedi. Bu habere sevinen Resul-i Ekrem, Peygamber tavsiyesini her şeyin üstünde tutan o anlayışlı kıza:

“Allah’ım! Onun üzerine hayırlar yağdır. Kendisine sıkıntısız bir hayat nasip et!” diye dua etti.

O BENDENDİR

O günlerde bir savaş çıktı. Resulullah Efendimiz’in bizzat iştirak ettiği bu gazveye Cüleybîb de katıldı. Zorlu bir savaş yapıldı. Bu savaşta Müslümanların önemli kayıpları oldu. Sahîh-i Müslim’de de anlatıldığı üzere (Fezailü’s-sahabe, 191), savaş bittikten sonra Nebiy-yi Muhterem efendimiz:

“- Kayıplarınız var mı? Bir bakın!” buyurdu. Ashab-ı Kiram kimlerin şehit düştüğünü tespit etmek üzere koşuştular. Sonra dönüp gelerek:

“- Falan, falan, falan sahabîler şehit oldu.” dediler. Resulullah:

“- Bir daha bakın, başka kaybınız var mı?” diye sordu. Sahabîler harp meydanım bir daha dolaştıktan sonra, geri kalan şehitlerin adlarını söylediler.

Hz. Peygamber’ın özellikle öğrenmek ve önemini diğer sahabilerine de öğretmek istediği bir şehit vardı. Ondan haber getirmelerini istiyordu. Belki de o şehit hayatında önemsenmediği gibi ölümünden sonra da önemsenmiyordu. Hz. Peygamber daha açık konuştu:

“- Cüleybîb’i aranızda göremiyorum. Haydi bir araştırın!” buyurdu.

Ashab-ı Kiram, savaş alanına bir daha koşuştular. Devirdiği yedi kafirin arasında şehit düşen Cüleybîb’in naaşını gördüler. Koşup Hz. Peygambere durumu haber verdiler. Fakirlerin Hâmisi Resulullah hemen oraya geldi. Kolları adeta budanmış olan şehit Cüleybîb’i, mübarek kollarına aldı:

“- Yedi kişi öldürmüş. Sonra da onu şehit etmişler. Bu gördüğünüz zat bendendir; ben de ondanım.” buyurdu. Cüleybîb için bir kabir kazdılar. Resül-i Kibriya onu mübarek elleriyle kabrine koydu.

ÖLEN KİMSENİN HAYIR VE BEREKETİNE NAİL OLMAK

İşte o gün herkes Cüleybîb’in Allah ve Resulü katında ne kadar ehemmiyetli bir kimse olduğunu anladılar. Dul kalan karısıyla evlenmek ve böylece Cüleybîb’in hayır ve bereketlerinden hissedar olmak için birbiriyle yarıştılar. Rivayet edildiğine göre, o güne kadar dul kalan hiçbir kadının bu kadar çok talibi olmamıştır.

Hz. Peygamber’in hiçbir arzusunun asla geri çevrilmemesi gerektiğini bilen, bu sebeple hayır duasını alan, annesiyle babasını büyük bir hatadan kurtaran bu genç hanımın adını maalesef bilemiyoruz. Onun bizlere verdiği büyük ders şudur:

“Allah ve Resulü’nün buyrukları, sözlerin en doğrusu, yapılması gereken hareketlerin en isabetlisidir. O sözlerin doğruluğunu ve güzelliğini insanlar kavrayamamış olabilirler. Zira herkesin anlama ve kavrama kabiliyeti bir değildir. Kainatın Sahibi ve O’nun Muhterem Elçisi, insanların hayrına olmayacak bir şeyi emretmezler. Onların yapılmasını emrettiği her şey, mutlaka kulların menfaatinedir.”

İNSANI DEĞERLENDİRME ÖLÇÜTÜ

Bu kıssadan öğrendiğimiz bir diğer husus da, güzellik ve çirkinlik mefhumlarının izafî oluşudur. İnsanların güzel gördüğü her şey güzel değildir. Çirkin dedikleri her şey de kötü değildir. İnsanlar, görünüşe bakarak hüküm verirler. Halbuki Resül-i Ekrem efendimizin buyurduğu gibi:

“Allah Teala kullarının bedenlerine ve yüzlerine değil, kalplerine bakar.”

Yüzü güzel olan niceleri vardır ki, kalpleri kötü ve niyetleri bozuk olduğu için Allah kalında bir sinek kadar değerleri yoktur. Görünüşü güzel olmayan ve insanlar tarafından kendilerine değer verilmeyen öyle mükemmel kimseler vardır ki, Allah Teala onların bir dediğin! iki etmez.

ÜMİT NESLİ

Resulullah’a itaat anlayışına hayran kaldığımız o genç hanım, Peygamber buyruğuna başeğme gereğini, babasından ve annesinden daha iyi kavramıştı. Bu sebeple hem onları günaha düşmekten kurtardı hem de kendisi ebedi saadete kavuştu.

Bu gönül gözü açık genç hanım, gönlümüzü manevi heyecanların en güzeliyle dolduran genç neslimizi hatırlatıyor. Diriden ölüyü, ölüden diriyi çıkaran Kudretli Rabbime sayısız hamd ü senalar olsun ki, bizim memleketimizde de, Allah’a giden yolu kendi gayretleriyle bulan, anne ve babalarının düştüğü hataya düşmek istemeyen uyanık ve şuurlu bir nesil yetişiyor. Kendilerine öğretilmediği halde, İslamiyet’in güzelliğini arayıp bulan, insanı yaratanın, onun saadeti için hazırladığı dünya görüşünün en isabetli hayat tarzı olması gerektiğini idrak eden güzel bir gençlik filizleniyor.

Her devirde hem kendilerin! hem de ana-babalarını kurtaracak genç nesiller yetiştiren ve onlara Resulü’nün yegane rehber olduğunu öğreten Allah’ım! Sana şükürler olsun.

Kaynak: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Altınoluk Dergisi, Sayı: 83

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Maalesef şimdiki kızlar Yakışıklılığa ve Maddi duruma bakıyorlar efendiliğe ve kişiliğe bakılmıyor

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.