Peygamberimizin Güzel Ahlakından Örnekler

Peygamberimiz (s.a.s.) nasıl bir ahlaka sahipti? Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in güzel ahlakı ile ilgili kısa örnekler...

Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) emsâlsiz ahlâkından misaller...

HZ. MUHAMMED’İN (S.A.S.) GÜZEL AHLAKINA ÖRNEKLER

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Şefkât ve Merhameti

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bütün insanlığa karşı sonsuz bir şefkat ve merhametle doluydu. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe, 128)

Her ne kadar mü’minlere şefkati daha fazla ise de Kur’ân onun bütün insanlara karşı şefkatli olduğuna şehâdet etmektedir. Kur’ân aynı zamanda onun ümmetinin de bütün insanlara, hatta düşmanlarına bile acıdıklarını beyan etmiştir:

“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında «İnandık» derler; kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: «Kininizden (kahrolup) ölün!» Şüphesiz Allah kalplerin içindekileri hakkıyla bilmektedir.” (Âl-i İmrân, 119)[1]

Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sadece insanlara değil hayvanlara ve nebâtâta karşı bile sonsuz merhamet sahibiydi. Müşrikler ihânet edip anlaşmayı bozdukları ve savaşı tercih ettikleri zaman Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, on bin kişilik muhteşem ordusuyla Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Arc mevkiinden hareket edip Talûb’a doğru giderken, yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek gördü. Hemen ashâbından Cuayl bin Sürâka’yı yanına çağırarak onu bu hayvanların başına nöbetçi dikti. Anne köpeğin ve yavrularının İslâm ordusu tarafından ürkütülmemesi husûsunda tembihte bulundu. (Vâkıdî, II, 804)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, birgün Ensâr’dan bir kişinin bahçesine uğramıştı. Orada bulunan bir deve, Peygamber Efendimiz’i görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Efendimiz, devenin yanına gitti, kulaklarının arkasını şefkatle okşadı. Deve sâkinleşti. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bu deve kimindir?” diye sordu. Medîneli bir delikanlı yaklaştı ve:

“–Bu deve benimdir ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Sana lutfettiği şu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor musun? O, senin kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2549)

Karnı sırtına yapışmış bir devenin yanından geçerken de:

“Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allah’tan korkun! Besili olarak binin, besili olarak kesip yiyin!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2548)

Sevâde bin Rebîʻ -radıyallâhu anh- şu muhteşem incelik ve merhamet misâlini nakleder:

“Peygamber Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıkıp birşeyler istedim. Bana birkaç tane (3 ile 10 arasında) deve verilmesini söyledi. Sonra da şu tavsiyede bulundu:

«–Evine döndüğün zaman hâne halkına söyle; hayvanlara iyi baksınlar ve yemlerini güzelce versinler! Yine onlara tırnaklarını kesmelerini emret ki hayvanları sağarken memelerini incitip yaralamasınlar!»” (Ahmed, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196)

Bir gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- koyunun sütünü sağmakta olan bir şahsa rastlamıştı. Ona:

“–Ey filan! Hayvanı sağdığında yav­rusu için de süt bırak!” buyurdu. (Heysemî, VIII, 196)

Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- bir gün, develerine çok fazla yük vuran insanlara rastlamıştı. Deve yükün ağırlığından ayağa kalkamıyordu. Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- hemen devenin üzerindeki fazlalıkları atıp hayvanı ayağa kaldırdıktan sonra sâhiplerine şöyle dedi:

“–Eğer Allâh Teâlâ, hayvanlara yaptığınız eziyetler sebebiyle kazandığınız günahlarınızı affederse, size büyük bir mağfirette bulunmuş olur. Ben Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

«Allâh Teâlâ bu dilsiz hayvanlara iyi davranmanızı emrediyor! Verimli bir araziden geçiyorsanız hayvanların biraz otlamasına müsaade edin! Kurak bir yerden geçiyorsanız oradan çabuk geçin, bu tür yerlerde fazla oyalanarak hayvanlara sıkıntı ve zarar vermeyin!»” (İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, II, 226/1978)

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Affediciliği

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cezalandırmaya gücü yettiği hâlde kendisine pek çok kötülüklerde bulunan kimseleri affetmiş, hatta herhangi bir söz veya îmâ ile dahî olsa suçlarını başlarına kakmamıştır. Çünkü Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- müslüman veya kâfir hiç kimsenin kötülüğünü istemez, herkese büyük bir edep ve ahlâk ile muâmele ederdi. Mekke’yi kan dökmeden fethettiği zaman, yirmi bir senedir her türlü düşmanlığı yapan insanlar, huzûrunda toplanmış hükmünü bekliyorlardı. Onlara:

“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sordu. Kureyşliler:

“–Biz senin hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Sen ke­rem ve iyilik sahibi bir kardeşsin, kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun!..” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ben de Hz. Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi: «…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir»[2] diyorum. Haydi, gidiniz, artık serbestsiniz!” bu­yurdu. (İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa‘d, II, 142-143)

Ve o günü Yevmü’l-merhame: Merhamet Günü” olarak isimlendirdi…[3]

O gün, Uhud Harbi’nde amcası Hz. Hamza’yı öldüren Vahşî’yi ve ciğerini hırsla dişleyen Hind’i de affetti.[4] Kızı Hz. Zeyneb’i deveden düşürmek sûretiyle vefâtına sebep olan Hebbâr bin Esved bile bu büyük aftan istifade etmişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- öyle bir incelik gösterdi ki, Hebbâr’ı affetmekle kalmadı, aynı zamanda ona hakâret edilmesini ve eski yaptıkları sebebiyle kendisine târizde bulunulmasını da yasakladı. (Vâkıdî, II, 857-858)

Mekke fethedildiğinde Ebû Cehil’in oğlu İkrime kaçmıştı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- önceden yaptığı bütün kötülükleri bir kenara bırakarak ona eman verdi ve yanına çağırdı. Hanımı peşinden koşarak Efendimiz’in dâvetini iletti ve onu Mekke’ye gelmeye iknâ etti. Mekke’ye yaklaştıklarında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- büyük bir mucize ve muhteşem bir incelik sergileyerek ashâbına şöyle buyurdu:

“­­­–İkrime bin Ebû Cehil mü’min ve muhâcir olarak yanınıza geliyor. Artık onun babasına hakâret etmeyiniz! Zira çok kötü bir insan bile olsa ölüye hakaret etmek sadece hayatta olan yakınlarını üzer, ölüye ulaşmaz.” (Hâkim, III, 269/5055; Vâkıdî, II, 851)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- İkrime’nin geldiğini görünce sevincinden ayağa fırladı ve üç defa:

“–Merhabâ muhâcir süvârî, hoş geldin!” buyurdu. İkrime de:

“–Vallahi yâ Rasûlallah, İslâm düşmanlığı yolunda harcadığım şeylerin en az bir mislini de Allah -azze ve celle- Hazretleri’nin yolunda harcayacağım!” dedi. (Hâkim, III, 271/5059; Vâkıdî, II, 851-853; Tirmizî, İsti’zân, 34/2735)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha bunun gibi nicelerini affetti…

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Tevâzuu

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, son derece mütevâzı bir insandı. İnsanlar nezdinde en kuvvetli göründüğü Fetih Günü, huzûruna gelen ve konuşurken korkudan titremeye başlayan kişiye, imkânlarının en zayıf olduğu döneme ait bir misâli zikrederek şöyle sükûnet telkîn etti:

“–Sâkin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. Kureyş’ten Güneş’te kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!..” (İbn-i Mâce, Et‘ime, 30; Hâkim, III, 50/4366)

İnsanların kendisi hakkında aşırılığa kaçmasına müsaade etmez:

“Bana «Allah’ın kulu ve Rasûlü» deyiniz!” buyururdu. (Buhârî, Enbiyâ, 48)

O, peygamberliğini tasdik cümlesinin başına, bilhassa ve ısrarla “abduhû: Allah’ın kulu” kelimesini ilâve ederek, ümmetini geçmiş toplumlarda olduğu gibi insanları ilâhlaştırma tehlikesinden korumuştur. Yine bu cümleden olarak:

“Siz beni, hakkım olan derecenin üzerine yükseltmeyiniz! Çünkü Allah Teâlâ beni rasûl edinmeden önce kul edinmişti” buyurmuştur. (Heysemî, IX, 21)

Ashâb-ı kirâmın bildirdiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hastaları ziyâret eder, cenâzelerde bulunur, kölelerin dâvetlerine gider, merkebe binerdi. Bineğinin terkisine insanları bindirir, yemeğini yere koyup yerdi. Kaba yünden elbise giyer, oturup koyunun sütünü sağar, misafirleriyle ilgilenir, onlara hizmet ve ikram ederdi. Bir dul hanımın, bir yoksulun, bir bîçârenin işini görmek için onunla birlikte ihtiyâcı görülünceye kadar yürümekten çekinmez ve büyüklenmezdi.[5]

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Sâdeliği

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- son derece sâde ve mütevâzı bir hayat yaşardı. Hz. Âişe vâlidemiz şöyle nakleder: “Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bir bardak getirildi. İçinde süt ve bal vardı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

 «–Bir içecek içinde iki nimet, bir bardak içinde iki katık! Benim buna ihtiyacım yok. Ancak bunun haram olduğunu düşünmüyorum. Sadece kıyamet günü Cenâb-ı Hakk’ın dünyadaki fazlalıklardan hesaba çekmesinden korkuyorum. Allah için tevâzu gösteriyorum. Kim Allah için tevâzu gösterirse Allah onu yükseltir, kim de kibirlenirse Allah onu alçaltır. Kim iktisatlı davranırsa Allah onu zengin kılar, kim ölümü çokça hatırlarsa Allah onu sever.»” (Heysemî, X, 325)

Şifâ bint-i Abdullah -radıyallâhu anhâ- anlatıyor:

“Bir gün Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanına vardım. Ondan bir şeyler istedim ve hâlimden şikâyet ettim. O da yanında bir şey olmadığını söyleyerek bana özür beyan etti. Ben de «Hiç bir şey vermedi» diye kendi kendime biraz söylendim. O esnâda öğle namazı vakti geldi. Oradan kızımın evine gittim. Damadım Şurahbil bin Hasene’yi evde görünce söylenmeye başladım ve kendisine:

«–Namaz vakti geldi sen hâlâ buradasın?!» dedim. O da:

«–Halacığım, beni ayıplama! İki elbisem vardı, birisini Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e ödünç olarak verdim» dedi. Bunun üzerine ben durumu anlayıp:

«–Anam babam ona fedâ olsun! Ben, istediğim şeyi vermedi diye ona kızıyorum, o ise ne hâlde!» dedim.” (Hâkim, IV, 58/6892)

Hz. Âişe vâlidemiz şöyle buyurur:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hiçbir zaman sabah kahvaltısından kalan yiyecekleri akşam için, akşam yemeğinden kalanları da sabah için saklamadı. Bir elbiseden iki adet edinmedi. Ne iki gömleği ne iki ridâsı ne iki izârı ne de iki çift ayakkabısı oldu. Evdeyken boş durduğu da hiç görülmemiştir. Ya bir yoksulun ayakkabısını tâmir ederdi veya bir kimsesizin elbisesini dikerdi.” (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, Beyrut 1979, I, 200)

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Temizlik ve Nezâketi

Elbiselerin düzeltilmesini emreden, giyim-kuşamda pejmürdeliği hoş görmeyen Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, saç ve sakalların dağınıklığını da tasvîb etmezdi. Kendisi son derece temiz ve güzel bir insandı. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den daha güzel birini görmedim, sanki mübarek yüzünde Güneş akıp gidiyordu…” (Ahmed, II, 380, 350)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanların kullandığı hiçbir kötü ve kaba sözü ağzına almaz ve şöyle buyururdu:

“Kıyâmet günü, mü’min kulun terâzisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ, çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)

Bir kimseden kendisine, hoşlanmadığı bir söz ulaştığında:

“Filâna ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor” demez de, “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar” diye nezâket gösterirdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 5/4788)

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Kadınlara Değer Vermesi

Allah ve Rasûlü’nün emirleriyle hanımlara âit bir hukuk tesis edildi. Kadın, toplumda iffet ve fazîlet timsâli oldu. Annelik müessesesi, şeref buldu. Peygamber Efendimiz’in; “Cennet (sâliha) annelerin ayakları altındadır!”[6] hadîs-i şerîfi ile kadın, lâyık olduğu değere kavuştu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hayâtı boyunca hiçbir hanımına el kaldırmadı ve hiç kimseye eliyle vurmadı.[7] Zira Cenâb-ı Hak; “Kadınlarla iyi geçinin, onlara güzel muâmele edin!” buyurmuştu. (Nisâ, 19)

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Cömertliği

Peygamber Efendimiz son derece cömert idi. Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan bin Ümeyye, müslüman olmadığı hâlde Huneyn ve Tâif gazâlarında Efendimiz’in yanında bulunmuştu. Cîrâne’de toplanan ganimet mallarını gezerken Safvan’ın buradaki sürülerin bir kısmına büyük bir hayranlık içinde baktığını gören Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Pek mi hoşuna gitti?” diye sordu. “Evet” cevabını alınca:

“–Al hepsi senin olsun!” buyurdu. Safvan kendisini tutamayarak:

“–Peygamber kalbinden başka hiçbir kalb bu derece cömert olamaz!” diyerek şehâdet getirdi ve müslüman oldu. Kabilesine dönünce de:

“–Ey kavmim! (Koşun,) müslüman olun! Çünkü Muhammed, fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikram ve ihsanlarda bulunuyor” dedi. (Bkz. Müslim, Fedâil, 57-58; Ahmed, III, 107-108; Vâkıdî, II, 854-855)

Hâsılı, onun ahlâkının güzellikleri anlatmakla bitirilemez. Endülüslü âlim İbn-i Hazm şöyle der:

“Âhiret saâdetini, dünya hakîmliğini, dengeli bir şahsiyet ve karakteri, bütün ahlakî gü­zellikleri ve tüm fazîletleri kazanmak isteyen kişi, Hazret-i Muham­med’i -sallâllâhu aleyhi ve sellem- örnek alsın ve imkânı nisbetinde onun ahlâk ve sîretini hayatına tatbik eylesin! Allâh Teâlâ lütuf ve ihsanda bulunarak, onu örnek alma husûsunda bizlere yardım eylesin!” (İbn-i Hazm, el-Ahlâk ve’s-Siyer, Beyrut 1399, s. 24)

Dipnotlar:

[1] Muhammed A. Draz, İslâm Hakkında Bazı Görüşler, s. 94. [2] Yûsuf, 92. [3] Vâkıdî, II, 822; Ali el-Müttakî, Kenz, no: 30173. [4] Buhârî, Meğâzî, 23; Müslim, Akdıye, 9. [5] Bkz. Tirmizî, Cenâiz, 32/1017; İbn-i Mâce, Zühd, 16; Nesâî, Cuma, 31; Hâkim, I, 129/205; II, 506/3734; IV, 132/7128; Heysemî, IX, 20. [6] Nesâî, Cihâd, 6; Ahmed bin Hanbel, III, 429; Süyûtî, I, 125. [7] İbn-i Mâce, Nikâh, 51.

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN AHLAKİ ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Peygamberimizin Ahlaki Özellikleri Nelerdir?

PEYGAMBER EFENDİMİZİN ÖZELLİKLERİ VE GÜZELLİKLERİ

Peygamber Efendimizin Özellikleri ve Güzellikleri

YALNIZ PEYGAMBERİMİZE HAS OLAN ŞEYLER

Yalnız Peygamberimize Has Olan Şeyler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.