Peygamberimizin Cevap Verme Teknikleri

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in cevap verme teknikleri...

Dört madde Peygamberimizin (s.a.v) cevap vermek teknikleri...

SORUNUN CEVABINI BİR ÖĞRENCİYE HAVÂLE ETMEK

Peygamber Efendimiz ashâbını geliştirmek için bazen kendisine tevcih edilen suâlin cevabını onlara havâle ederdi. İbn-i Abbas -radıyallâhu anhumâ- anlatıyor:

“Bir adam Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek şu rüyayı anlattı:

«Bu gece rüyamda buluta benzer bir şey gördüm, ondan yağ ve bal yağıyordu. İnsanlar da ellerini açıp bu yağmurdan almaya çalışıyorlardı. Azıcık alan da vardı, çokça alabilen de. Derken arzdan semâya kadar uzanan bir ip gördüm. Siz o ipe yapışıp çıktınız. Sizden sonra birisi ona tutundu ve o da çıktı. Sonra bir diğeri yükseldi, sonra bir diğeri daha ipe tutundu, lâkin ip koptu. Ancak onun için ipi eklediler, o da yükseldi.»

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- atılarak;

«–Ey Allâh’ın Rasûlü, Anam-babam Sana kurban olsun, müsaade buyursanız ben tabir edeyim!» dedi. Rasûlullah -aleyhisselâm- da;

«–Pekâlâ, tabir et!» buyurdu. Hazret-i Ebûbekir şunları söyledi:

«–O bulutumsu gölgelik, İslâm bulutudur. Ondan yağan bal ve yağ Kur’ân’dır. Kur’ân’ın (bal gibi) halâveti ve (yağ gibi) yumuşaklığıdır. Bundan bazı insanların az, bazılarının da çok alması, Kur’ân’dan kiminin çok, kiminin az istifâde etmesidir. Arzdan semâya inen ip ise, Sen’in getirdiğin hakikattir. Sen buna yapışmışsın, Allah o sebeple Sen’i yüceltecektir. Sen’den sonra bir adam daha ona yapışacak ve onunla yücelecek, ondan sonra biri daha ona yapışıp o da yücelecek. Ondan sonra biri daha yapışır, fakat ip kopar, ancak onun için ip bağlanır, o da yapışıp yükselir. Ey Allâh’ın Rasûlü, anam-babam Sana fedâ olsun, doğru te’vil edip etmediğimi haber ver!»

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

«–Bazı te’vilinde isabet ettin, bazı te’vilinde de hata ettin.» buyurdu.” (Buhârî, Ta’bir, 11, 47; Müslim, Rü’ya, 17; Tirmizî, Rü’ya, 10/2294; Ebû Dâvûd, Sünnet, 9/4632; İbn-i Mâce, Rü’ya, 10)

Yine Ukbe bin Âmir -radıyallâhu anh- anlatıyor:

İki kişi gelip dâvâlarını Peygamberimiz’e arz ettiler. Efendimiz bana;

“−Kalk ey Ukbe! İkisi arasında hüküm ver!” buyurdu.

Ben;

“−Yâ Rasûlâllah! Siz buna benden daha lâyıksınız.” dedim.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“−Öyle olsa da ikisi arasında sen hüküm ver. Bütün gayretini sarf ederek doğru karar verdiğinde on sevap, bütün çabanı sarf ederek karar verip yanıldığında ise bir sevap vardır.” buyurdu. (Ahmed, IV, 205)

Bir eğitimcinin de kendisine yöneltilen soruya hemen cevap vermeyip talebeler arasında cevap vermek isteyen olup olmadığını sorması ve olduğu takdirde o talebeye anlattırması daha güzel olur. Böylelikle soruyu cevabını bilen bir talebeye havâle etmek; hem dersi canlandırır hem de öğrenmeye teşvik mâhiyetinde olur. Bu aynı zamanda da bir öğretmenlik eğitimi olmuş olur.

SORUYA NE EKSİK NE FAZLA TAM ve ÖZLÜ CEVAP VERMEK

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kendisine yöneltilen suallere vermiş olduğu cevaplar çok öz ve sâde ifadelerdir. O, bu şekilde dikkatlerin dağılmasına mâni olarak, muhatabın ihtiyacını en kısa biçimde giderirdi. Nevvâs bin Sem‘ân -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında Medine’de bir sene (misafir) kaldım... Efendimiz’e bir defasında iyilik ve günahın ne olduğunu sorduğumda şöyle buyurdular:

“İyilik ahlâk güzelliğidir. Günah ise içine sinmeyen ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.” (Müslim, Birr, 14-15)

Sorulan suâle vecîze mâhiyetinde, özlü, kıvamlı bir cevabın verilmesi, soruyu soran kişiye tesir eder. Özlü tarifler, kavrayışı genişletir. Uzun uzadıya verilen cevap, nokta tespitiyle verilen tek cümlelik cevabın tesirini uyandırmaz.

MUHATABIN İHTİYACINA GÖRE CEVAP VERMEK

Eğitimcinin talebesinin rûhuna gidecek bir damar bulması lâzımdır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yanına gelen herkesle seviyesine göre ilgilenir ve ihtiyacını giderirdi. Meselâ birisi gelirdi:

“Yâ Rasûlâllah, benim için en hayırlı amel nedir?” derdi. O kimse zengin, varlıklı ve fakat varlığını nasıl kullanması gerektiğini bilmiyorsa, malını nasıl sarf etmesi gerektiğini öğretirdi.

Kimi yokluk içindeydi, ona da sabrı tavsiye ediyordu.

Kimi çok asabiydi, ona da; «Sinirlenme!» diyerek tavsiyede bulunuyordu. Çünkü onun bütün hayır-hasenâtını o gadabı, öfkesi silip götürüyordu. Onun için bu eğitimcilik herhangi bir meslek değil, Peygamberâne bir meslektir. Peygamberimiz’den bize intikal eden bir meslektir.

Eğitimciler de, sorunun soruluşundan sorunun gerçek maksadını hissetmeli ve muhatabın ihtiyacına göre cevap vermelidir. Özellikle öğretmene belli bir cevabı söyletmeye yönelik sorular karşısında zekice cevaplar vermelidir.

MUHATABIN BEKLEDİĞİ DEĞİL İHTİYAÇ DUYDUĞU CEVABI VERMEK

Ashâb-ı kiram bazen Peygamber Efendimiz’e bir mevzu hakkında sual sorar, Efendimiz  -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise muhtelif sebep ve hikmetlerle onu başka bir istikamete yönlendirirdi. Mevzuun, sual sorana daha ziyade fayda sağlayacak yönlerine temas ederdi. Yani gayeye daha uygun ve faydalı olduğu için muhatabın beklemediği ve suâliyle talep etmediği yönde cevap verirdi. Buna belâgatta; «üslûb-i hakîm» denmektedir. Bunun bir misâlini şu hâdisede görmekteyiz:

Ashâb-ı kiram;

“Ey Allâh’ın Rasûlü, hilâli görüyoruz ip gibi ince doğuyor, sonra artarak büyüyor, yuvarlaklaşıyor, sonra tekrar eksilmeye başlayıp ilk başladığı gibi incecik oluyor. Neden bir hâlde durmuyor?” diye sormuşlardı.

Cenâb-ı Hak şu âyet ile cevap verdi:

“Sana hilâllerden sorarlar. De ki:

«Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir».” (el-Bakara, 189) (Vâhidî, s. 56)

Sahâbenin hilâl ile ilgili olarak sorduğu soru hilâlin fizikî yapısı ile ilgili iken âyet-i kerîme onun insan hayatındaki fonksiyonuna dikkat çekmektedir. Böylece insanların kendilerini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmayıp faydalı şeylere yönelmesi gerektiğine işaret edilmiştir.

Bir kişi Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelip;

“−Yâ Rasûlâllah! Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sormuştu.

Peygamber Efendimiz;

“−Ona ne hazırladın?” diye karşılık verdi. Sahâbî:

“−Kıyâmet için fazlaca namaz, oruç ve sadaka hazırlayamadım, ancak Allah ve Rasûlü’nü çok seviyorum.” dedi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“−Sen sevdiklerinle beraber olacaksın!” buyurdu. (Buhârî, Ashâbu’n-Nebi, 6)

Rasûl-i Muhterem Efendimiz; bu suâli soran sahâbîsini, Allah Teâlâ’nın kimseye bildirmediği kıyâmetin ne zaman kopacağı meçhûlünü aramaktan kurtarıp, kendisine çok daha faydalı olan âhiret için sâlih ameller hazırlamaya yönlendirmiş, dikkatini bu noktaya teksif etmiştir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- aynı zamanda ümmetini kötü insanlarla arkadaşlık yapmaktan da sakındırmış olmaktadır. İnsan sevdiğiyle beraber olacağına göre kötü insanları arkadaş edinen kimse de onlarla birlikte olacaktır. Dolayısıyla âhirette kötü bir duruma düşmek istemeyen kişi, kötülere muhabbet beslememeli ve onlarla beraberlikten sakınmalıdır.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bir bedevî gelip;

“–Şeref ve şan kazanmak, övülmek, ganîmet elde etmek veya gösteriş için çarpışan kimse hakkında ne buyurursun?” diye sordu.

Başka birisi de sordu:

“–Yâ Rasûlâllah! Allah yolunda çarpışmak nedir? Kimi kızarak, kimi hamiyetinden dolayı çarpışıyor.”

Fahr-i Kâinât Efendimiz buyurdu:

“–Kim yalnızca Allâh’ın kelimesi en yüce olsun diye çarpışırsa işte onunki Allah yolundadır!” (Buhârî, İlim, 45; Müslim, İmâre, 149-150)

Üslûb-i hakîmin güzel bir örneği de Kur’ân-ı Kerim’dedir.

Peygamber Efendimiz’e ne infâk edeceklerini soranlara, önemli olanın, neyi değil nereye harcayacakları olduğunu idrâk ettirecek tarzda cevap vermiştir:

“Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar.

De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.” (el-Bakara, 215)

Böylece, kuru bir fıkhî soruya, merhameti coşturacak bir cevap verilmiştir.

Cevabın içinde; «Bu kadar infak adresi, bu kadar ihtiyaç sahibi olduğuna göre, sen takdir et, neyi infâk edeceğini...» şeklinde bir hissettirme de vardır.

Mevzuya hâkim olan hoca, bu metodu kullanarak talebesini daha kolay ve daha güzel yetiştirir. Onu lüzumsuz şeylerle meşgul olmaktan kurtarır ve hedefe yorulmadan ulaşmasını sağlar.

Kaynak: Osman Nûri TOPBAŞ, O'NUN EĞİTİM LİSÂNI, Yüzakı Yayıncılık

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN SORU SORMA TEKNİKLERİ

Peygamberimizin Soru Sorma Teknikleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.