Peygamberimizin Soru Sorma Teknikleri

Konuların anlaşılması ve yer etmesi için uygulağı eğitim metodlarından Peygamberimizin 3 maddede soru sormasının sebep ve şekilleri...

Bir muallim ders anlattıktan sonra sınıfı iki grup yaparak bu gruplardan üçer kişi kaldırır ve birbirlerine soru yöneltmelerini ister. Bu kişilerin birbirlerine soru sormasından sonra başka üç kişiyi kaldırarak sınıftaki herkesin bu münâzaraya katılmasını sağlar. Böylece birbirlerine soru yöneltmeleri sayesinde talebelerin hem beyinlerine jimnastik yaptırmış hem de sınıftaki canlılığı devam ettirmiş olur.

Bu metot aynı zamanda, bir öğretmenlik stajını da ifade ettiği için ayrıca önemlidir. Eğitici; öğrencisini eğitirken, aynı zamanda geleceğin muallimlerini de yetiştirmeye bakmalıdır.

1- TEŞVİK İÇİN SORU SORMAK

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in eğitim metotları arasında bazen de insanları hayra teşvik için sual sormak da vardır:

Nitekim Abdurrahman bin Ebû Bekir -radıyallâhu anhumâ- şöyle anlatır:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sabah namazını kıldıktan sonra ashâbına dönüp;

“–İçinizde bugün oruçlu olan var mı?”

 “–İçinizde bugün bir hasta ziyaretinde bulunan var mı?”

“–İçinizde bugün bir yoksulu doyuran var mı?” buyurdu. (Heysemî, III, 163-164. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Zekât, 36/1670)

Eğitimciler de; «Bakalım bu soruyu kim bilecek?» tarzında teşvik edici sorularla, sınıfta bir yarış, müsbet bir rekabet havası meydana getirmelidirler. Eğitim müesseselerinde müsabakalar yapmak da bu çerçevede değerlendirilebilir.

2- İMTİHAN ETMEK İÇİN SORU SORMAK

İnsan, dilinin altında gizlidir. Onun için bir kimsenin gerek zâhirî gerek bâtınî ilme ne kadar vâkıf olduğunu ölçmek, o kimseye yöneltilen soruların cevapları mâhiyetinde gizlidir. Efendimiz de Yemen’e göndereceği Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-’a sorular yönelterek onun bilgisini ölçmüştür. Şöyle ki:

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir gün sabah namazını kıldırdıktan sonra cemaate dönüp;

“−Ey muhâcir ve ensar! Yemen’e hanginiz gider?” diye sordu.

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-;

“−Ben giderim yâ Rasûlâllah!” dedi.

Efendimiz sustu, ona cevap vermedi.

“−Ey muhâcir ve ensar! Yemen’e hanginiz gider?” diye tekrar sordu. Bu kez Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- kalkıp;

“−Ben giderim yâ Rasûlâllah!” dedi. Peygamberimiz yine sustu, ona da cevap vermedi. Sonra;

“−Ey muhâcir ve ensar! Yemen’e hanginiz gider?” diye üçüncü kez sorunca, bu kez de Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- kalkıp;

“−Ben giderim yâ Rasûlâllah!” dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“−Ey Muâz, bu vazife senindir!” dedi.

Sonra Bilâl -radıyallâhu anh-’a dönüp;

“−Ey Bilal! Bana sarığımı getir.” buyurdu. Sarık getirilince, onu Muâz’ın başına sardı ve;

“−Sana bir dâvâ geldiğinde nasıl ve neye göre hüküm verirsin?” diye sordu. Muâz -radıyallâhu anh-;

“−Allâh’ın kitâbına göre hüküm veririm.” dedi.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“−Eğer Allâh’ın kitâbında aradığın hükmü bulamazsan neye göre hüküm verirsin?” diye sordu. Muâz -radıyallâhu anh-;

“−Rasûlullâh’ın o husustaki sünnetine göre hüküm veririm.” dedi.

Efendimiz;

“−Eğer Allâh’ın Rasûlü’nün sünnetinde de bir hüküm bulamazsan ne yaparsın?” diye sorunca Muâz -radıyallâhu anh-;

“−O zaman ben de kendi içtihadımla hüküm veririm.” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, elini Muâz bin Cebel’in göğsüne koyarak;

“−Rasûlü’nün elçisini, Rasûlü’nün hoşnut olacağı şeye muvaffak kılan Allâh’a hamd olsun.” buyurdu. (Ahmed, V, 230; İbn-i Sa‘d, III, 584; Diyarbekrî, II, 142)

Takdir, muhatabın her zaman şevk ve gayretini artırır. Bir eğitimcinin bu gerçeği dâimâ göz önünde tutması lâzımdır.

Übey bin Ka‘b -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün bana;

“−Ey Ebu’l-Münzir! Allâh’ın kitâbından ezberinde olan hangi âyet daha büyüktür?” diye sordu. Ben;

“−Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” dedim. Efendimiz tekrar;

“−Ey Ebu’l-Münzir! Allâh’ın kitâbından ezberinde olan hangi âyet daha büyüktür, biliyor musun?” deyince, ben bunun;

“Allah O’dur ki, kendisinden başka ilâh yoktur. O’nu ne uyuklama ne de uyku tutar. O Hayy (dâimî bir hayat sahibi), Kayyûm (bütün mevcûdât kendisiyle kāim) olandır...” (el-Bakara, 255) âyeti (yani Âyetü’l-Kürsî) olduğunu söyledim. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- göğsüme eliyle dokunarak;

“−İlim sana mübârek olsun, ey Ebu’l-Münzir!” buyurdu. (Müslim, Müsâfirîn, 258)

3- ZEKÂLARI AÇMAK ve ANLAYIŞ SEVİYELERİNİ ÖLÇMEK İÇİN SUALLER SORMAK

Peygamber Efendimiz zekâları açmak ve bilgi seviyesini ölçmek için sualler sorar ve böylece bir nevi seviye tespiti yapardı. Mesela gıyâbında birisi kendisine methedildiği zaman ilk olarak;

“Aklı, muvâzenesi, dengesi nasıl?” derdi. (İbn-i Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, XII, 117)

Bazen de soru sorardı:

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- anlatır:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanındaydık:

“–Söyleyin bakalım, müslüman kişiye benzeyen ağaç hangisidir. O ağaç yeşildir, yaprağını hiç dökmez, o şöyle şöyledir.” diye o ağacın güzel vasıflarını saydı. Sonra da;

«Rabbinin izniyle her an meyvesini verip durur» (İbrâhîm, 25) âyetini okudu.

Gönlüme o ağacın hurma olduğu geldi. Ancak baktım Hazret-i Ebûbekir ve Ömer konuşmuyorlar, ben de konuşmayı uygun görmedim. İnsanlar (isabetli) bir cevap veremeyince Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–O hurma ağacıdır.” buyurdu. Oradan ayrıldığımızda babam Hazret-i Ömer’e;

“–Babacığım, vallâhi gönlüme o ağacın hurma olduğu geldi.” dedim.

“–Peki niçin söylemedin?” dedi.

“–Siz konuşmayınca ben de bir şey söylemeyi uygun bulmadım!” dedim. Babam şöyle dedi;

“–Sen onu söylemiş olsaydın, bu benim için şundan şundan daha sevimli olurdu.” (Buhârî, Tefsîr, 14/1)

Başına sargı saran birini gören Râbiatü’l-Adeviyye Hazretleri ona sormuş:

“−Neden başına sargı bağladın?”

“−Başım ağrıyor da ondan.”

“−Kaç yaşındasın.”

“−Otuz.”

“−Peki şu otuz sene boyunca vücudun daha çok sıhhat içinde miydi, yoksa hasta mıydı?”

“−Daha çok sıhhat ve afiyette idi.”

“−Bu müddet içinde hiç şükür sargısı sardın mı? Başın ağrır ağrımaz neden hemen şikâyet sargısı sarıyorsun?” (Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, I, 104)

İnsan eğitimine gönül vermiş bir kimsenin talebelerin istîdatlarını mutlaka göz önünde tutması lâzımdır. Eğer bir sınıfta istîdatları aynı olmayanlar bir arada bulunuyorsa biri dersi dinlerken, öbürü sıkılır.

Kaynak: Osman Nûri TOPBAŞ, O'NUN EĞİTİM LİSÂNI, Yüzakı Yayıncılık

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN ANLATIM BİÇİMLERİ NELERDİR? | ANLATIM TEKNİKLERİ

Peygamberimizin Anlatım Biçimleri Nelerdir? | ANLATIM TEKNİKLERİ

BU SORUYU KENDİNİZE HİÇ SORDUNUZ MU?

Bu Soruyu Kendinize Hiç Sordunuz mu?

HER MÜSLÜMANIN BİLMESİ GEREKEN DÎNÎ BİLGİLER

Her Müslümanın Bilmesi Gereken Dînî Bilgiler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.