Peygamberimizin Adaleti İle İlgili Örnek Hadise

İslam'i açıdan hükmü verilen bir hususta aracı olmak için gelenlere Peygamber Efendimiz (s.a.v) ne cevap veriyor? Peygamberimizin adaletini gösteren bu örnek hadiseden günümüze almamız gereken notlar, dersler nelerdir? Bir Müslümanın her durumda tutumu nasıl ve neye göre olmaldıır?

Asr-ı saâdette bir gün, Benî Mahzûm Kabîlesi’nden hatırı sayılır bir aileye mensup bir kadın hırsızlık yaptı.

Kadının yakınları; «Kimi aracı gönderelim ki Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu affetsin.» diye düşünmeye başladılar.

Hâlbuki İslâm’da had cezaları, hukûkullah olup, ispat ve karar meydana geldikten sonra, ne fertlerin ne de hâkimlerin onu affetmeye asla hakları bulunmaz.

Sonunda Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in çok sevdiği sahâbîlerden biri olan Üsâme bin Zeyd’i göndermeye karar verdiler.

Üsâme -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’e giderek kadının affedilmesini talep etti. Bu talep karşısında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek yüzünün rengi değişti. Çok sevdiği Üsâme’ye sitem dolu nazarlarla bakarak sordu:

“–Allâh’ın koyduğu cezalardan birinin tatbik edilmemesi için aracılık mı yapıyorsun?!.”

Üsâme -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’in ne kadar üzüldüğünü görünce son derece pişman oldu ve derhâl özür dileyerek;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Benim bağışlanmam için duâ et!” dedi. (Buhârî, Megâzî, 53; Nesâî, Kat‘u’s-Sârik, 6, VIII, 72-74)

Daha sonra Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Üsâme’yi kendisine gönderenleri de irşâd etmek için, ayağa kalktı ve halka şöyle hitâb etti:

“–Sizden önceki milletler, şu sebeple helâk olup gittiler:

  • Aralarından soylu, makam-mevki sahibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler,
  • Zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezalandırırlardı.

Allâh’a yemin ederim ki;

Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim!” (Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Hudûd, 8, 9)

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Ey îmân edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde bile olsa Allah için şâhitlik eden kimseler olun. (Haklarında şâhitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar, Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adâletten sapmayın…” (en-Nisâ, 135)

ASLA TAVİZ VERMEDİ

Üsâme -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Peygamberimiz’in yanında büyümüş olan Zeyd bin Hârise -radıyallâhu anh-’ın oğluydu. Efendimiz’in çok sevdiği genç bir sahâbî idi.

Peygamberimiz böyle en yakınından gelen talebe rağmen asla taviz vermediği gibi, onu da böyle bir duruma bir daha düşmekten sakındırmak için, îkaz ve ihtar etmiştir.

İslâm’da bazı cezalar, toplumu korumak ve nefsine uyabilecek kişileri caydırmak gayesi itibarıyla ağır tutulmuştur. Ancak bu ağır cezaların tespit ve infazının şartları da zorlaştırılmıştır.

Fıkıh kitaplarında bu suçların işlendiğine şâhit olan kişilerin, meseleyi mahkemeye intikal ettirmek yerine, setretmesinin efdal olduğu bildirilir.

Meselâ; bir kardeşinin gaflete düşüp hırsızlık yaptığını gören bir kişi, aldığı şeyi derhâl iade ettirip, ona dürüstlüğü öğretmeli, aç ise doyurmalı, kendisini ıslah etmesi için ona yardımcı olmalıdır.*

Kıssadan bir başka hisse şudur:

Mühim mevkilere gelen bazı kişiler; kendileri dürüst, adâletli ve hakkāniyetli oldukları hâlde, çevrelerinin kendi nâmına yaptıklarına mâni olamayarak, yine vebâle düşerler.

Bütün bu kıssaların ortak bir hissesi:

İslâm, bizden tavizsiz bir İslâm istiyor.

Îman, kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır. Lâkin onun tezâhür edeceği yer fiillerdir, amellerdir, davranışlardır ve tercihlerdir. Mü’min; kalbi, dili ve uzuvlarıyla aynı istikamette, dosdoğru olmalıdır.

Mü’min, hayatın hiçbir safhasında İslâm’ı unutmamalıdır. Ticarethânesinde, iş yerinde, evinde, sokağında, ekran karşısında, direksiyon başında, her yerde müslüman olduğunu, yani Allâh’ın emir ve yasaklarına teslîmiyet sözü vermiş bir mü’min olduğunu asla aklından ve kalbinden çıkarmamalıdır.

Kaynak: Altınoluk Dergisi, 2g1d Hizmeti

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.