Peygamber Efendimiz’in Hayatından İstiğna Örnekleri

İstiğna ne demek? Peygamber Efendimiz’in hayatından istiğna (gönül zenginliği) örnekleri...

İstiğnâ; gözü tok, gönlü zengin olmak, başkasına muhtâç olmamak, sâhip olduğu şeye kanâat edip, insanlardan bir şey beklememek ve ihtiyâcını başkalarına söylememek demektir. Bu şekilde davrananlara “müstağnî” denir. İstiğnâ, insanlara ve dünyalığa karşı gösterildiğinde methedilmiş, Allah’a karşı olanı ise yasaklanmıştır.

İstiğnâ ehli, dünyanın tamamı kendilerine verilse ve bundan dolayı âhirette herhangi bir sualle karşılaşmayacakları söylense yine de zühd içinde yaşarlar. Çünkü Yüce Rabbimiz onları “el-Muğnî” ism-i şerîfi ile kendinden başka her şeyden müstağnî kılmıştır.

SERVETİN NEDİR?

Ebû Hâzim’e; “Servetin nedir?” diye sorduklarında; “İki şeydir; biri Allah Teâlâ’dan râzı olmak, diğeri de insanlardan müstağnî olmak.” demiştir. “Öyle ise fakirsin.” denilince de; “Yerler, gökler ve bunların arasındaki şeyler Allah Teâlâ’nın mülkü iken ve ben de O’nun muhlis bir kulu iken nasıl fakir olurum!” cevâbını vermiştir. Bu anlayışa göre istiğnâ, kişinin her husûsta Allah Teâlâ’ya muhtaç olduğunun şuuruna ulaşması ve O’ndan başka hiç kimseden bir şey beklememesidir.

  • Allah’ın Ğaniyy ve Samed İsimleri

Allah Teâlâ’nın güzel isimlerinden biri de “el-Ğaniyy”dir. Bu sıfat Cenâb-ı Hakk’ın nihâyetsiz zenginliğini, bütün mülkün O’na âit olduğunu ve her şeyden müstağnî bulunduğunu ifâde eder. Allah aynı zamanda, “es-Samed”dir. Samed, hiçbir şeye muhtaç olmayan, bilâkis her şeyin kendisine muhtaç olduğu yegâne varlıktır. Cenâb-ı Hak zâtının bu husûsiyetini şöyle ifâde eder:

“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise kimseye ihtiyâcı bulunmayan ve övülmeye lâyık olandır.” (el-Fâtır 35/15)

  • “el-Fakîr ilâ rabbihi’l-Kadîr”

Bu âyet-i kerîmeden ilham alarak, özellikle Şâzelîler olmak üzere, pek çok tasavvufî grup, Allah’a muhtaç olduklarını ifâde etmek için kendilerini “fukarâ” olarak isimlendirmişlerdir. Ayrıca âlimlerimiz, âriflerimiz ve sanatkârlarımız kendilerinden bahsederken veya eserlerini imzalarken “el-Fakîr ilâ rabbihi’l-Kadîr” gibi ifâdeler kullanmışlardır. Böylece eserlerinin Allah’ın lütfu ile meydana geldiğini ve kendilerinin de O’na muhtaç olduklarını bildirmişlerdir.

İnsanların, ihtiyaçlarını hiç kimseye arzetmeden sâdece Allah’tan istemeleri, teşvik ve tavsiye edilen bir durumdur. Zîrâ Allah kullarının ihtiyaçlarını sâdece kendisine arzetmelerini sever. Pir Mehmed Azmî bunu ne güzel ifâde eder:

Ne dervîş ü ne zâhidden ne mîr ü şahtan iste

Yürü, yoktan seni vâr eyleyen Allah’tan iste.

Kul, insanlara karşı büyük bir istiğnâ içinde olmakla birlikte Allah Teâlâ’dan gelen nimetler husûsunda hiçbir zaman müstağnî davranmamalıdır. Bunu şu hadîs-i şerif ne güzel anlatır:

“Eyüp (a.s.) elbisesini çıkarmış yıkanırken üzerine altundan bir yığın çekirge düşer. Hemen onları avuç avuç elbisesine doldurmaya başlar. Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle nidâ eder:

– Ey Eyyûb! Ben seni bu gördüğün (dünyalıktan) müstağnî kılmadım mı? Hz. Eyyûb:

– İzzetine yemin olsun ki evet Ey Rabbim! Fakat senden gelen berekete karşı benim müstağnîliğim yoktur, diye mukâbele eder.” (Buhârî, Gusl, 20)

Hz. Mûsâ’nın (a.s.) çaresiz kaldığı bir esnada yaptığı şu yakarışı da Allah’tan gelen ihsanlara karşı hangi hâlet-i rûhiye içinde olunması gerektiğini göstermektedir:

“Rabbim! Gerçekten ben, bana indireceğin her hayra muhtâcım!” (el-Kasas 28/24)

Hz. Mûsâ’nın (a.s.) bu duasına mukabil Allah Teâlâ kısa bir müddet sonra ikramlarını yağdırmış ve ona Hz. Şuayp’ın (a.s.) şefkât kanatlarını ve akrabalığını ihsân etmiştir.

Bunun aksine, Allah’tan müstağnî davranmak da büyük bir bedbahtlıktır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur; “Cimrilik eden, Allah’a muhtaç değilmiş gibi davranan ve en güzel söz (olan kelime-i tevhîd)i yalanlayan kimsenin çetin bir yola gitmesini sağlarız. Helâk olduğu zaman da malı kendisine fayda vermez.” (el-Leyl 92/8-11)

Hasan Basrî (k.s.) Allah Teâlâ’ya şöyle niyaz ederdi:

“Allâh’ım! Beni zâtına muhtaç kılmak sûretiyle zenginleştir, Sen’den müstağnî bırakarak beni fakirleştirme!” (Bâkıllânî, s. 107)

Allâh’tan istiğnâ düşüncesi gurur ve kibrin eseridir. Bu kötü ahlâk içinde yaşarken azgınlaşan insan, Yüce Rabbine karşı câhilce hareket ve tavırlar içine girmektedir. Cenâb-ı Hak, bu hâlde olan kimseleri şöyle îkâz etmektedir; “Muhakkak insan, kendini müstağnî gördüğü için azar. (Ey insan!) Şüphesiz dönüşün ancak Rabbin’edir.” (el-Alak 96/6-8)

İSTİĞNA ÖRNEKLERİ

İstiğnâ hâlinin en güzel misâllerini Sevgili Peygamberimiz’in hayâtında görmekteyiz. Fahr-i Âlem Efendimiz’e bir adam geldi ve:

– Yâ Resûlallâh! Bana bir amel söyle ki onu yaptığımda beni Allah da insanlar da sevsin, dedi. Efendimiz:

“– Dünyaya rağbet etme ki Allah seni sevsin. İnsanların elinde bulunan şeylere göz dikme ki insanlar seni sevsin!” buyurdu. (İbn-i Mâce, Zühd, 1)

Allah Teâlâ; “Cuma namazı bittikten sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasîbinizi arayın!” (el-Cum’a 62/10) âyeti ile kişinin maîşetini temin için çalışmasını istemektedir. Âlemlerin Efendisi de; “Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvûd da kendi elinin emeğini yerdi.” (Buhârî, Büyû’ 15) buyurmuş, aynı şekilde Hz. Zekeriyyâ’nın (a.s.) da marangozluk yaparak geçindiğini bildirmiştir. (Müslim, Fedâil, 169)

  • “Keşke Mescide Yıkanıp Da Gelseler

Ayşe vâlidemiz sahâbe-i kirâmın, kendi işlerinde kendilerinin de çalıştığını haber vermektedir. Hatta çalışıp terledikleri için Resûl-i Ekrem Efendimiz’in; “Keşke mescide yıkanıp da gelseler. diye temennîde bulunduğunu bildirmektedir. (Buhârî, Büyû, 15)

Allah Resûlü’nün:

“Herhangi birinizin iplerini alıp dağa gitmesi, sırtına bir bağ odun yüklenip getirerek onu satması ve Allah’ın bu sebeple onun şerefini koruması, verseler de vermeseler de insanlardan bir şey dilenmesinden çok daha hayırlıdır.” (Buhârî, Zekât, 50) buyurması hâdisenin hangi boyutlarda olduğunu göstermeye kâfîdir. Efendimiz’in bu sözünden, dilencilik gibi yüz karası bir yola baş vurmaktansa, en zor şartlarda da olsa çalışarak kimseye muhtaç olmamak gerektiğini, herkesin yapabileceği bir şeyler olduğunu anlıyoruz. Bu şekilde iffetli davranan kimseleri Allah Teâlâ’nın da seveceğini Resûlullah şöyle bildirmiştir:

“Allah Teâlâ, bakıma muhtaç ehl ü ıyâl sâhibi olup dilencilik ve haram kazançtan kaçınan fakir mü’mini sever.” (İbn-i Mâce, Zühd, 5)

  • Zenginlik Mi Yoksa Fakirlik Mi Üstündür?

İmam Ahmed bin Hanbel gibi zühdüyle meşhur olmuş bir zâtın, kendisine; “Zenginlik mi yoksa fakirlik mi üstündür?” diye soran kimseye şöyle dediği bilinmektedir:

“Pazara müdâvim ol (ticaret yap), halktan istiğna et. İnsanlardan istiğna kadar büyük bir fazilet bilmiyorum.” Mehmed Âkif de bu hakikati te’yiden şöyle der:

Kim kazanmazsa bu âlemde bir ekmek parası

Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası

Resûlullah ashâbına, bir taraftan bolca infâk etmeyi ve her husûsta insanlara yardım etmeyi emrederken, diğer taraftan da kimseden bir şey istemememeyi tavsiye etmiştir. Hicretten sonra Ensâr-ı kirâm bütün varlıklarını Muhâcirler’le yarı yarıya paylaşırken, Muhâcirler de bu infâk coşkusuna aynı derecede büyük ve anlamlı bir istiğnâ ile karşılık vermişlerdir. Çok zarûrî ihtiyaçlarını ödünç olarak almışlar ve hâlleri düzeldiğinde onları hemen iâde etmişlerdir. (Buhârî, Hibe, 35; Müslim, Cihâd, 70)

Sevgili Peygamberimiz Ensâr’la Muhacirler’i kardeş yaparken Sa’d bin Rebî ile Abdurrahman bin Avf’ı (r.a.) kardeş ilân etmişti. Sa’d (r.a.) kardeşine malının çok olduğunu ve bunun yarısını kendisine vermek istediğini söylemişti. Bu fevkalâde îsâra karşılık, Abdurrahman (r.a.) de büyük bir âlicenaplık göstermiş ve “Allah ehlini ve malını sana mübârek kılsın, ey kardeşim! Bana çarşının yolunu gösteriver, yeter.” (Buhârî, Büyû, 1) diyerek ticâretle meşgul olmuş, ashâbın en zenginleri arasına katılmıştır.

Avf bin Mâlik’in (r.a.) anlattığı şu hâdise Resûl-i Ekrem Efendimiz’in istiğnâyı ashâbına ne ölçüde tâlim ettiğini göstermesi açısından oldukça mânidardır:

“Biz yedi sekiz kişilik bir grup Resûlullah’ın yanında oturuyorduk. Bize:

«– Allah’ın Resûlü’ne bey’at etmeyecek misiniz?» buyurdu. Oysa biz, yeni bey’at etmiştik. Bu sebeple:

– Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana bey’at ettik ya, dedik. Sonra tekrar:

«– Allah’ın Resûlü’ne bey’at etmeyecek misiniz?» buyurdu. Biz yine:

– Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana bey’at ettik ya, dedik. Efendimiz tekrar:

«– Allah’ın elçisine bey’at etmeyecek misiniz?» buyurdu. Bu defa ellerimizi uzatarak:

– Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana daha önce bey’at etmiştik. Şimdi ne üzere bey’at edeceğiz, dedik. Sevgili Peygamberimiz:

«– Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak, itaat etmek ve -sesini alçaltarak- kimseden bir şey istememek üzere bey’at edeceksiniz!» buyurdu. Yemin ederim ki bu gruptan bazılarını görürdüm; (at üzerindeyken) kamçısı yere düşerdi de onu kimseden kendisine vermesini istemezdi.” (Müslim, Zekât, 108) Şair Necâtî şöyle der:

Arz u semâda mesken edinmem sehâb-veş

Tâ yerde gökte zerre kadar minnet olmasun.

“Hiçbir yerde, hiç kimseye karşı minnet altında kalmamak için elimden gelse bulutlar gibi gezer, ne arzda ne de semâda yer tutmam.”

Asr-ı saâdet hep bu güzel ahlâkın nümûneleri ile doludur. Onlardan her biri arkasında ayrı bir güzellik bırakmıştır. Çünkü Resûlullah Efendimiz onlara nasıl müstağnî yaşanacağını gösterdiği gibi bu hasleti kazanmak için, Allah Teâlâ’ya nasıl yalvarılması gerektiğini de tâlim etmiştir. Hz. Ali’den rivâyet edildiğine göre mükâtep (anlaşmalı) bir köle ona gelerek; “Borcumu ödeyecek gücüm yok, bana yardım et!” dedi. O da:

– Resûlullah’ın bana öğrettiği duayı ben de sana öğreteyim mi? Buna devam ettiğin takdirde, üzerinde Sebir dağı kadar borç olsa bile Allah Teâlâ onu ödemene yardım eder, dedi ve şu duâyı okudu:

“Allâh’ım! Bana helâl rızık nasip ederek haramlardan koru! Lütfunla beni Sen’den başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî, Deavât, 110)

Bir borcu ödeyebilmek için elden gelen gayret gösterilirken, diğer taraftan da Cenâb-ı Hakk’ın yardımı istenmelidir. İnsan ticaret yaparken veya bir borcunu ödemeye çalışırken hep helâl rızık peşinde olmalı, haramlardan şiddetle kaçınmalı ve kendisini haram kazançtan koruması için, Allah Teâlâ’dan yardım istemelidir. Nereden geldiğine bakmadan hırs ve tamah ile mal biriktirmeye çalışmak, bir Müslümanın kesinlikle iltifat etmeyeceği bir harekettir. İslâm’ın izzet ve şerefini temsil eden Müslüman, Allah’tan başkasına muhtaç olmamayı düstûr edinecek ve alan el değil, veren el olmaya çalışacaktır.

Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN HAYATI

Peygamber Efendimiz’in Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.