Osmanlı'da 500 Yıllık Ramazan Geleneği: Baklava Alayı

Osmanlı döneminde her Ramazanın 15. gününde yapılan 500 yıllık gelenek; Baklava Alayı...

Osmanlı Devletinde Kanuni Sultan Süleyman zamanında ilk olarak başlatılan "Baklava Alayı" geleneği Yeniçeri Ocağı'nın 1826 yılında kaldırılmasına kadar devam etti. İstanbul'da her Ramazan büyük bir coşkuyla beklenen bu gelenek halk tarafından merakla beklenen bir gelenekti.

HAKİMİYETİN SEMBOLÜ

Osmanlı Devleti döneminde hükümdarların iftar geleneğine önem vermesi hakimiyetin sembolü niteliğindeydi. En yetenekli baklava ustalarının imal ettiği baklavalar Ramazan ayının olmazsa olmaz geleneklerinden biriydi.

Ramazan ayının ortasında padişahlar tarafından verilen bu gelenek askerlere bir iltifat niteliğindeydi. Her on askere bir sini baklava tepsisi düşecek şekilde hazırlıklar yapılırdı.

Silahta Ağa'nın ilk siniyi padişah adına almasıyla başlayan bu tören nizami bir şekilde her bir siniyi ikişerli şekilde bölünmüş askerlerin yüklenmesiyle devam ederdi. Her bölüğün amirleri önde olmak suretiyle baklava sinilerini taşıyan askerlerin de onun arkasında yer almasıyla saray kapılarından çıkılır, kışlalara doğru yürüyüş başlardı.

HALK BÜYÜK İLGİ GÖSTERİRDİ

İstanbul halkı'da saraydan çıkan "Baklava Alayı"na büyük bir sevgi gösterirdi. Halk içinde bir gelenek haline gelen "Baklava Alayı" Ramazan ayının önemli motiflerinden biriydi.

YENİÇERİ OCAĞI KALDIRILINCA SON BULDU

Osmanlı Devleti'nde bir devlet törenine adını veren baklava Osmanlı padişahlarının hükümdarlığında pekişmesini sağlardı. Baklavayı Osmanlı Devleti'nin saltanatının bir sembolü haline getiren bu gelenek, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra son buldu.

Kaynak: Yeni Şafak

OSMANLI'DA RAMAZAN GELENEKLERİ

https://www.islamveihsan.com/osmanlida-ramazan-gelenekleri.html

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.