Osmanlı Sarayında En Çok Yapılan Tatlı

Osmanlı saray mutfağında Helvahânede pişen helva, başta padişah olmak üzere bütün saray çalışanlarına, koğuşlara ve sinilerle saray dışına dağıtılırdı. “Helva-yı Hâkânî” en çok yapılan ve tüketilen helvadır. Bu, “hâkanlara layık helvâ” mânâsına gelen bir helva çeşididir.

Öyle köklü ve zengin bir kültür mîrasına sahibiz ki, bu nîmetin farkında olmamak ne büyük bir kayıp!. Daha acısı da kendi kültürümüzden uzaklaşıp modernizmin esiri olarak yabancı kültürlere hayranlık beslemek…

Türk mutfak kültürü, geçmişi Orta Asya’ya dayanan, Anadolu’ya göçle birlikte zenginleşen, Selçuklu Dönemi’nde temelleri şekillenip uzun Osmanlı geçmişinde farklı kültürlerin tesirleriyle gelişen ve günümüze kadar gelen çok önemli bir mîrastır. Bu zengin kültür mîrası içinde günümüze kadar gelenek ve âdetleriyle birlikte yaşamaya devam etmiş yiyeceklerden olan “helva” da çok farklı bir yere sahiptir.

Arapça “tatlı” mânâsına gelen “hulv” kelimesinden gelen helva, Türk mutfak tarihinde Selçuklu döneminden beri bilinmektedir. Tarihte bilinen ilk helva, Orta Çağ Arap dünyasında taze hurmanın sütle birlikte ezilmesiyle hazırlanmıştır. Hemen arkasından yağ, un ve safran gibi malzemelerin de helva yapımında kullanıldığı bilinmektedir.

Helva, içinde çok zengin, güçlü ve etkileyici bir kültür barındırır. Öyle ki helva, sadece bir damak tadı değil; mutlulukların ve üzüntülerin en büyük ortaklarındandır. Düğün ziyafetlerinde, bayramlarda, misafirlerle yenilen yemeklerde, doğumlarda, ölümlerde, hac dönüşünde, askere giderken, yeni bir ev sahibi olurken eşe-dosta verilen ikramlarda karşımıza çoğunlukla helva çıkar.

HELVANIN KISA TARİHİ

Helva; hem besleyici, hem de lezzetli bir gıda kaynağı olarak yüzyıllar boyunca Osmanlı’nın vazgeçemediği, sofralarından eksik etmediği bir tatlıdır. Evliya Çelebi, tatlı yemeyi, iyi müslüman olmanın özelliklerinden biri sayar, şekerci ve helvacıların; “Tatlı sevmek, îmandandır.”, “Mü’min helva gibidir.” rivâyetlerini dillerinden düşürmediklerini, o yazıların bulunduğu levhaları, dükkânlarının duvarlarına astıklarını söyler.

Osmanlı gelenek ve göreneklerine göre, neredeyse her önemli hâdise için helva yapılması gerekirdi. Keyfin, sevincin, ilmin, kültürün, şiirin, şarkının, nüktenin, tanışmanın, kutlamanın, haremdeki doğumun, şehzâdenin tahta geçişinin ve savaşta zafer kazanmanın şerefine pişirilip dağıtılan bir tatlıydı, helva...

Sultan I. Ahmed’in tahta çıkışını kutlamak için Topkapı Sarayı’nın helvahânesinde Helva-i Halkaçini ve Kepçe Helvası”nın pişirilip dağıtıldığı haber verilmektedir. Yine Sultan III. Mustafa’nın çocuğu doğduğunda; onun adına helva pişirilip dağıtıldığı ve farklı eğlencelerin düzenlendiği görülmektedir.

OSMANLI SARAYINDA "HELVAHÂNE"

Sarayın mutfaklar bölümünde ayrı olarak inşa edilmiş “helvahâne” olarak adlandırılan bir mekân bulunmaktadır. Helvahâne, beslenmeye yönelik hizmeti yanında, “saray eczanesi” olarak da kullanılırdı. Yayımlanan bir Helvahane defterinde 186 çeşit ilâç tarifi bulunmaktadır.

Topkapı Sarayı’ndaki tatlıcı teşkilatına da “Helvahâne Ocağı” deniyordu. Helvahânede çalışanlara “Helvaciyân-i Hâssa” denirdi. 16. yüzyılda Helvacıbaşına bağlı olarak helvahânede 812 kişinin çalıştığını belgelerden öğreniyoruz.[1]

Sarayda pişirilen helvalar, çeşitlilik bakımından oldukça zengindir. Helva yapımında kullanılan un, nişasta, irmik, susam, tereyağı, süt ile tatlandırıcı olarak kullanılan bal, pekmez ve şekerin birinci sınıf olması şarttır.

Saray mutfağına gelen malzemelerin bu büyük cihan devletinin hangi bölgesinden geleceği önceden belirlenmiştir. Bal; Girit, Eflak ve Boğdan’dan getirtilirdi. Tereyağının büyük bir kısmı Kefe’den, şeker Mısır’dan gelir ve bunlardan helva yapılırdı. Helvalarda tatlandırıcı olarak genellikle bal ve pekmez kullanılırdı.

Helvahânede pişen helva, başta padişah olmak üzere bütün saray çalışanlarına, koğuşlara ve sinilerle saray dışına dağıtılırdı. “Helva-yı Hâkânî” en çok yapılan ve tüketilen helvadır. Bu, “hâkanlara layık helvâ” mânâsına gelen bir helva çeşididir.

Helva tarifi için tıklayınız

HELVA SOHBETLERİ 

Helva sohbetleri, Mevlânâ’ya kadar uzanan bir gelenektir. Helva, Mevlevîlik yolunda sabrı temsil eder. İlk zamanlarda büyük konaklarda, toplumun ileri gelen kesimi tarafından tertiplenen helva sohbetleri, sonraları orta hâlli halk arasında düzenlenen samimi ve neşeli toplantılar hâline gelmiştir.

Helva sohbetleri genellikle Cuma akşamları yapılırdı. Bu sohbetlerin en gözde tatlısı, keten helvasıydı. Günümüzün pişmaniye helvasına benzeyen keten helvayı, birkaç kişi birlikte hazırlardı. Keten helva yapımı için, ortaya sekiz-on kişilik kalaylı bir bakır sini konulur, üstüne iki bilek kalınlığında ağdalanmış kocaman, sıcak halka şeker konurdu. Ustalar, ağdalanmış sıcak şekeri, sininin etrafında yer alan ortadaki una batıra batıra sağdan sola çevirmeye başlarlar; bu esnada misafirler hem onları seyreder, hem de türküler okurlardı. Hazırlanan ağda, türkülerle çevrile çevrile tel tel keten helvası olur ve misafirlere dağıtılırdı.

Zaman zaman da padişahın bizzat kendisi tarafından “helva sohbetleri” düzenlenirdi. Sohbet için davet edilecek kişilere, “helva sohbeti davet tezkiresi” adı altında mektuplar gönderilirdi. Sarayda yapılan sohbetlere, sadrazamın yanı sıra üst düzey devlet adamları da katılırdı. Ayrıca devrin en ünlü şâirleri, tarihçiler, bilim insanları, zanaatkârlar ve saygın isimler, sarayda yapılan helva sohbetlerinin daimî konuklarıydı. Helva sohbetlerinde yeni fikirler oluşur, ilmî tartışmalar yapılır, kültür ve sanatta yeni arayışlar geliştirilirdi. Osmanlı Devleti döneminde, en ihtişamlı helva sohbetleri, Lâle Devri’nde yapılanlardı.

[1] http://www.gidavitrini.com.tr/kultur-sanat/sarayi-tatlandiran-helvahane-h846.html

Kaynak: Nejla Baş, Şebnem Dergisi, Sayı: 156-157

İslam ve İhsan

OSMANLI SARAYINDA EN ÇOK YAPILAN TATLININ TARİFİ

Osmanlı Sarayında En Çok Yapılan Tatlının Tarifi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.