Osmanlı Padişahlarının Evliliklerinin ve Cariyeliğin Dini Hükmü Nedir?

İslam’da cariyelik var mıdır? Günümüzde cariyelik geçerli midir? Osmanlı padişahlarının evliliklerinin ve cariyeliğin dini hükmü nedir? Dr. Ahmet Hamdi Yıldırım cevaplıyor.

HAREMİN HİZMET SINIFI OLARAK CARİYELER

Harem ya da resmî adıyla Harem-i Hümayun Osmanlı Sarayı’nda padişah ve ailesinin ve hizmetlilerinin yaşadığı, gündelik hayatın geçtiği yer anlamına gelmektedir. Dışarıya kapalı olan  Harem çoğu zaman işleyişi ve yapısı anlamında merak uyandıran bir bölüm olmuştur. Mahremiyetin korunduğu bu bölümde padişah ve ailesine hizmet ile görevli sınıf ise “cariye” sınıfıdır.

OSMANLI TOPLUMUNDA CARİYE SINIFI

Cariye sınıfı çoğu zaman yalnızca padişahın hizmetinde olan bir sınıf olarak algılanır. Fakat gerçekte, cariyeler padişah, valide sultan, şehzadeler ve sultanların yani padişahın tüm ailesinin hizmetinde olan bir sınıftı. Yeni doğan bir şehzade ve sultan için de “daye kalfa” ve “dadı kalfa” olarak adlandırılan cariyeler tahsis edilirdi.

Arapça kökenli bir kelime olan cariye, “dişi köle” anlamına gelmektedir. Osmanlı toplumunda cariyelik yalnızca saraya ait bir kavram da değildir. Çağın toplum yapısında yer alan kölelik kavramı, erkek ve kadın kölelerin alınıp satılması, çeşitli hizmetlerde kullanılması toplumsal düzenin bir parçası konumundaydı. Varlıklı aileler de cariyeler satın alabildiği gibi tekstil gibi alanlarda da cariye istihdamı oldukça yaygındı.

HAREM-İ HÜMAYUN’DA CARİYELER

Osmanlı’da hür doğmuş Müslüman kişilerin köleleştirilmesi dini açıdan yasaktı. Dolayısıyla cariyeler çoğunlukla Afrikalı, Gürcü ve Çerkez kadınlar arasından seçilirdi. Saraydaki cariyelerin varlığı, çoğunlukla varlıklı ailelerin kendi yetiştirdikleri cariyeleri sunmalarıyla ya da devlet adamlarının kendi himayelerindeki cariyelerden saraya hediye etmeleriyle olurdu.

Sarayda bulunan cariyeler, kendi içlerinde deneyim ve birikime göre 3 kategoriye ayrılırdı. Acemi, kalfa ve usta konumları 7 yıllık eğitim ve deneyimin ardından kazanılırdı. Harem-i Hümayun’da en yoğun cariyeler kalfa konumundakilerdi. Usta olanların daha ayrıcalıklı bir konumu varken kalfa olanlar hem gündelik işler ile hem de acemi cariyelerin yetiştirilmesi işiyle ilgilenirlerdi.  

Usta cariyelerin başındaki isim Hazinedar Usta ünvanına sahip olurdu. Padişah, hazinedar ustasını güvendiği ve ayrı tuttuğu kalfaları arasından seçerdi. Padişah tarafından doğrudan seçildiği için, padişahın değişmesi hâlinde hazinedar usta da değişirdi.

Bir cariye padişahın eşi olursa kadın efendi ve ikbal olarak isimlendirilir, onun emrine de cariyeler verilirdi. Padişah, valide sultan, şehzade ve sultanların hizmetinde usta cariyeler görev alırken, ikbal ve kadın efendilerin hizmetine verilenler usta sınıfından olmazdı.

CARİYELERİN EĞİTİMİ

Cariyeler sarayda hizmet edecekleri görev üzerine kalfalarından eğitim alırken aynı zamanda oturma kalkma görgüsünden yürüyüş ritmine kadar detaylı bir eğitim alır, hizmet ettiği kişinin karşısında nasıl bir bedensel ifadede bulunması gerektiğini öğrenirdi. Okuma yazma eğitimi ise bu temel eğitimlerin ardından verilirdi.

Cariyelerin, saray eğlencelerinde de önemli bir yeri olurdu. Yeteneği fark edilen cariyeler, dans ve müzik gibi sanat kollarında eğitim görürlerdi. Dönem dönem padişahın emriyle eğlenceler düzenlendiğinde, sesi güzel olan, enstrüman çalma yeteneği olan cariyeler de bu yetenekleriyle eğlencede görev üstlenirlerdi. Dolayısıyla yetenekleri küçük yaşta keşfedilen cariyeler bu sanat dalları musiki alanında da dersler alırlardı.

Eğitim süreleri 7 ile 9 yıl arasında değişen cariyelerin, bu süreyi doldurduktan sonra azat edilmeleri gerekiyordu. Azat edildiği hâlde görevinde kalmak isteyen cariyeler görevine devam eder, evlenmek isteyen cariyelere de izin verilirdi.

Kaynak: Milli Saraylar

İslam ve İhsan

OSMANLI PADİŞAHLARI VE HAYATLARI

Osmanlı Padişahları ve Hayatları

OSMANLI PÂDİŞAHLARININ MESLEKLERİ NELERDİR?

Osmanlı Pâdişahlarının Meslekleri Nelerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.