Osman Nûri Topbaş Hocaefendi'den Kurʼân-ı Kerîmʼe Yapılan Rezil Saldırılar Üzerine Açıklama

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi'den son zamanlarda Kurʼân-ı Kerîmʼe yapılan rezil saldırılar üzerine açıklama...

Günümüzde İslâm düşmanları tarafından Kur’ân-ı Kerîm’in yakılması hâdiseleri, onların içinde bulundukları acziyet ve zavallılığın apaçık bir tezâhürüdür.

Zira Cenâb-ı Hak, ebedî mûcize olan Kurʼân-ı Kerîm ile inkârcılara meydan okudu:

(Rasûlüm!) De ki: Andolsun bu Kur’ân’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.” (el-İsrâ, 88) buyurdu.

Müşrikler, Kur’ân’ın bir benzerini getirmekten âciz kaldılar. Cenâb-ı Hak onlara acziyetlerini daha da yakından idrâk ettirmek üzere, bir sonraki safhada Kur’ân sûrelerine benzer on sûre, sonrasında bir sûre, hattâ en sonunda Kur’ân’a herhangi bir yönden biraz olsun benzeyen bir söz getirmelerini istedi. Fakat inkâr edenler, bu meydan okumalara herhangi bir şekilde cevap veremediler. Bu hususta mutlak bir acziyet içinde kaldılar.

Üstelik bu hâdise, Mekke devrinde Arapların şiir ve edebiyat fuarları düzenledikleri, fesâhat ve belâgatte yarıştıkları bir dönemde meydana geldi.

Müşrikler, Kurʼân-ı Kerîmʼin bir benzerini meydana getiremeyince, bu defa -hâşâ- Cenâb-ı Hakkʼın takdîrine hatâ izâfe etme şaşkınlığına kapılarak:

“«Bu Kur’ân, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!» dediler.” (ez-Zuhruf, 31)

Çünkü; “Bizler varlıklı kimseleriz; şânımız-şöhretimiz, kudret ve îtibârımız var. Dolayısıyla bu Kurʼân bize indirilmeliydi.” dediler.

Kurʼânʼın bir benzerini getirebilme hususundaki âcizliklerini gizleme telâşıyla, Kurʼânʼın nûrunu söndürmek için evvelâ alay ettiler, hakâret ettiler, sonra da ağır zulüm ve işkencelere başvurdular. Müslümanları bir mahalleye hapsedip üç yıl süren şiddetli bir ambargo uyguladılar. Yokluk ve mahrûmiyet öyle bir raddeye ulaştı ki, çocukların açlıktan ağlama sesleri civar mahallelerden duyuldu.

Müşriklerin, müʼminlere bu ağır zulmü revâ görmelerinin tek gâyesi, onların Kurʼânʼdan yüz çevirip bâtıl ilâhlarına geri dönmelerini temin edebilmekti. Fakat bu çirkin emellerine aslâ ulaşamadılar.

Ne kadar ibretlidir ki, Peygamber Efendimiz hükümdarları İslâmʼa dâvet mektupları gönderdiğinde, Kisrâ, içinde Kurʼân âyetlerinin de bulunduğu mektubu büyük bir öfke ile yırttı; saltanatının âkıbeti tez zamanda târumâr olmak oldu. Buna mukâbil, Efendimizʼin tebliğâtını kabul etmeseler bile, en azından mektuplarını hürmetle dinleyenler ise, dünya sahnesindeki varlıklarını bir müddet daha devam ettirdiler.

Bugün de;

‒Kur’ân-ı Kerîm’in, nâzil olduğundan bu yana bir harfi bile değişmemiş mûcizevî bir kitap olduğuna en ufak bir îtirazda bulunamayanlar,

‒Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in emsalsiz şahsiyetine ve yüce ahlâkına diyebilecek herhangi bir sözü olmayanlar,

‒Nefsânî arzularına uymadığı için kendi kutsal kitaplarında yaptıkları tahrifâtı, Kurʼân-ı Kerîmʼe yapamayanlar,

Ancak Kurʼân sayfalarını yakmakla kendilerini avutuyor, kin ve gayzlarını dindirmeye çalışıyorlar. Şüphesiz ki bu durum, içine düştükleri âcizlik ve zavallılığın apaçık bir göstergesidir. Bu düştükleri acziyet, mahkûmiyet kararını yırtıp yakarak verilen hükümden kurtulacağını zanneden bir zavallının hâlinden farksızdır.

Onların bütün bu saldırganlıkları, Kurʼân-ı Kerîmʼin şan ve şerefine aslâ halel getiremez. Mevlânâ Hazretleriʼnin mecâzî bir ifadeyle buyurduğu gibi:

“Köpeklerin havlamasından kervan hiç yolundan kalır mı?

Mehtaplı bir gecede, Bedir hâlindeki Ay, köpeklerin uluması yüzünden yürüyüşünü hiç aksatır mı?

Ay, ışığını saçar, geceyi nurlandırır; köpek de havlar durur. Herkes yaratılışına, tabiatına göre bir hizmette bulunur.

Ay der ki: «Köpek, havlamasını bırakmıyorsa bırakmasın. Ben Ayʼım; gökyüzünde dolaşmamı, nur saçmamı nasıl olur da bırakırım?»”

Şüphesiz ki burada Mevlânâ Hazretleri, hak ve hakîkat düşmanlarının İslâmʼa sataşmalarını, bir köpeğin Ayʼa karşı ulumasına benzetiyor. Fakat bunu, aslâ köpeği tahfif ve tahkir maksadıyla değil, vermek istediği mesajı idraklerde netleştirmek için bir teşbih gayesiyle yapıyor. Yoksa Yaratanʼdan ötürü yaratılanlara şefkatin zirve temsilcileri olan bütün Hak dostları herkesten iyi bilirler ki, bir kelp dahî, Kurʼânî tâbirle; “بَلْ هُمْ اَضَلُّ” yani “hayvanlardan daha aşağı” derekede olan bir Allah düşmanından daha şerefli bir mevkîdedir. Hattâ insana yardımcı olan, kapısında bekçilik eden, birçok faydaları bulunan nice köpekler vardır ki, -Ashâb-ı Kehfʼin Kıtmîrʼi misâlinde olduğu gibi- sadâkat timsâli olarak övgüyle anılmaya lâyıktırlar.

Velhâsıl müslümanlar olarak bizler de, küfrün zifirî karanlığı içindeki zavallılara karşı, bir dolunay misâli İslâmʼın nûrunu aksettirmeye gayret göstermeliyiz.

Bizlere en büyük ilâhî ihsanlar olan İslâmîmanKurʼân ve Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm- için Cenâb-ı Hakkʼa bol bol şükretmeliyiz.

Fakat; “Her nîmetin şükrü kendi cinsinden olur.” düstûrunca, Kurʼân ahlâkını en güzel şekilde yaşayıp yaşatarak İslâmʼın güler yüzünü îman mahrumlarına tebliğ ve temsil hâlinde olmalıyız.

Ancak bu takdirde, kendilerini medenî zanneden, fakat Ebû Cehil ve Ebû Leheblerin bugünkü temsilcileri olan nâdanların, mukaddes değerlerimize yaptıkları rezil saldırılar akâmete uğramaya mahkûm olacaktır.

Millî şâirimiz Âkifʼin ifadesiyle:

Ulusun, korkma, nasıl böyle bir îmânı boğar,

Medeniyet dediğin, tek dişi kalmış canavar!..

Cenâb-ı Hak, katından gönderdiği “Habl-i Metîn” yani tutunacak en sağlam kulp olan Kur’ân-ı Kerîm’e sımsıkı sarılmayı, kınayanın kınamasına aldırmadan Kurʼânʼın rehberliği altında bir ömür sürmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin. Âmîn!..

İslam ve İhsan

KURAN'I TEBLİĞ ETMENİN ÖNEMİ VE FAZİLETİ

Kuran'ı Tebliğ Etmenin Önemi ve Fazileti

TEBLİĞ VAZİFESİ VE MÜSLÜMANIN CESARETİ

Tebliğ Vazifesi ve Müslümanın Cesareti

PEYGAMBER EFENDİMİZ İNSANLARA NASIL TEBLİĞ EDİYORDU?

Peygamber Efendimiz İnsanlara Nasıl Tebliğ Ediyordu?

İSLAM'DA DAVET VE TEBLİĞİN ÖNEMİ VE FAZİLETİ

İslam'da Davet ve Tebliğin Önemi ve Fazileti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.