Ömrünü Kelâmullâh'a Adayan Canlı Kur'ân

Hafız Abdurrahman Efendi(1909-1999), Kur’ân sahasında bizlere lutfedilmiş müstesnâ bir hâdim- i Kur’ân idi. Bir asra yakın ömrünü Kur’ân’a hizmet yolunda tüketen Abdurrahman Efendi, Kur’ân’a lâyık o eşsiz ses ve sadâsıyla dâimâ üzerindeki nîmetin şükrünü îfâ eden sâlih bir insandı.

Cihan sessiz bir Kur’ân, Kur’ân da sesli bir cihan olduğuna göre; ehl-i Kur’ân da, her ikisinin kavşağında bulunan bir irfân mihrâkı ve tecellî âbidesidir. Erişilmez incelikler ve dibi görülmez derinliklerin örneği olarak yaratılan insan, yüksek kıymetini, ancak Rabb’ine kulluk istikâmeti üzre Kur’ân ve sünnet dünyâsında yaşamakla muhâfaza eder.

Kur’ân’ın en mühim berekâtından biri de insanı içinden uyandırmak, dış güzelliklerle hislendirmek, âfâk ve enfüs cilveleri içinde onu Rabb’inin muhabbetine çekmektir. Bu güzel kâinât karşısında duygulanmak, hisli bir yürekle ürpermek, ancak yaşayan bir canlı Kur’ân olanlara mahsus bir keyfiyettir.

İlimde sınırlılık, Kur’ân ilmi olan îmânda ise nâmütenâhîlik vardır. Kur’ân’laşan mü’min yürekleri, Kâinâtın Hâlıkı’nın tecellî mekânıdır.

Asrımızda, işte böyle mü’min yüreklerinin başında da 11 Ağustos 1999 Çarşamba günü Bayezid Câmi-i Şerîfi’nin hazîresinde Rabb’ine ve târihteki akranlarının iklimine uğurladığımız Reîsü’l-kurrâ Abdurrahman Efendi gelmekteydi.

KUR'AN'I KERİM'İ MÜKEMMEL OKURDU

Kur’ân dünyâsında ciddî, şerefli bir îmân hayatı yaşadı. Mâneviyat semâmızın güneşlerinden biri oldu. Onun Kur’ân okuyuşu, Hazret-i Peygamber’in rûhunu şâd edecek bir güzellik ve terâvet taşıyordu. Onu dinlerken; ashâb-ı kirâmdan Hazret-i Sâlim’in içli ve yanık sesiyle Kur’ân okuyuşundan mest bir hâlde Allâh Rasûlü –sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in mübârek dillerinden dökülen:

Ümmetim içinde böyle bir kimse bulunduran Allâh Teâlâ’ya hamd olsun!” (İbn-i Mâce, İkâme, 176) cümle-i seâdetleri hatıra geliyor ve Kur’ân aşkıyla tutuşan mü’min gönüller:

Yâ Rabb! Ümmet-i Muhammed’e Kur’ân-ı Kerîm’i böylesine güzel ve mükemmel okuyan sâlih bir kimse lutfettiğin için sana hamd ü senâlar olsun!” diyor, gözyaşlarına garkolarak Kelâmullâh’ı tarifsiz bir huşû iklîmi içinde dinliyordu.

Ona âdetâ Hazret-i Dâvûd’un dağları, taşları, vahşî hayvanları ve havada uçan kuşları elhasıl bütün mahlûkâtı tesiri altına alan teshîr edici sesinden ulvî bir hisse bahşedilmişti.

O KUR'AN OKURKEN MELEKLERİN HAYKIRIŞMALARI DUYULUR GİBİ OLURDU

Onun Kur’ân okuyuşunu dinlerken tadılan ilâhî hazzı târif edebilmek mümkün değildir. Onun engin bir iştiyak ve şevkle okuduğu Kur’ân’ı dinlemek, mü’minlerin îmânlarını bir kat daha kuvvetlendirici bir tesire sahipti. Sîneler, vecde gelip dalgalanan bir deryâya döner ve mâbedlerin kubbelerinden cemâatin yanık yanık «Allâh» diye haykırışlarından ziyâde, âdetâ meleklerin cezbeye gelip haykırışmaları duyulur gibi olurdu. Âdetâ Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz’in:

Kur’ân’ı mahâretle okuyan kimse, Allâh’a yakın olan yüce meleklerle beraberdir.” (Buhârî, Tevhîd, 52) ifâdelerindeki sır tecellî eylerdi.

Pek çok hafız akranının maddeye râm olup rûhâniyetini muhafaza edemediği bir devirde Reîsü’l-kurrâ Abdurrahman Efendi Hazretleri, Kur’ân’ın izzetini koruyabilme ve onunla infâk etme yolunda zirvede kalabilmiş müstesnâ şahsiyetlerden biri idi. Hem de zirvede kalmanın değil, istikâmeti muhâfaza etmenin bile alabildiğince güç olduğu o zamanda…

O, Osmanlı ilim âleminin mübârek ve muazzez mensublarının zamanımızdaki son çınarlarından biriydi.

KUR'AN'A GEREĞİ KADAR HÜRMET EDEBİLİYOR MUYUZ?

Arzu etseydi, o eşsiz sesinin verdiği avantajla refah içinde yüzebilirdi. Ancak o, dinleyenlerin hürmetsizlik yapabileceği endişesiyle ömründe bir kaset bile doldurmaktan müstağnî kalmıştır. Mekke ve Medîne gibi Kur’ân’ın inzâl olduğu beldelerde dahî Kur’ân kasetlerinin işportada teypleri sonuna kadar açarak saygısızlık içinde teşhir ve satışına üzülür, böyle hürmetsizlikler kendisine giran gelirdi. Zaman zaman dayanamaz, teyplerin seslerini kısmaları için satıcıları îkâz ederdi.

O, ulemânın sahip olması lazım gelen izzeti zamanımızda en iyi temsil etmekte olanlardan biriydi. Onun herhangi bir dünyâ nîmetine meylettiğini takrîben yüz senelik ömründe görmüş olan bir tek fert yoktur. Halbuki bilhassa gençlik yıllarında zamanın bir cilvesi olarak uzun bir işsizlik ve fakr u zarûret devri geçirmiştir. Buna rağmen eğilmemiş, rûhunu süsleyen Kur’ân ahlâkı ile vakur bir hayat yaşamıştır.

Bu istiğnâ nereden geliyordu? Acaba Hafız Abdurrahman Efendi, âilece zengin miydi? Hayır, aslâ… Fakat o, son halkasını teşkîl eylediği gerçek âlimler ve velîler kâfilesinin fârik vasfı olan Kur’ân ve gönül zenginliği ile muttasıftı. Rûhâniyet-i Rasûlullâh ile mücehhezdi. Hadîs-i şerîfte buyurulan:

Kur’ân, kendisinden sonra aslâ fakirlik olmayan bir zenginliktir. Onun önünde hiçbir zenginlik yoktur.” (Keşfü’l-Hafâ, c. 2, s. 94) nasîbine tâlipti.

O'NUN GAYRETLERİ OLMASAYDI KIRAAT İLMİ MEÇHUL HALE GELEBİLİRDİ

Denilebilir ki, onun birkaç fedâkâr ve sâlih meslektaşıyla birlikte gösterdiği tükenmez gayretleri olmasaydı, ülkemizde kırâat ilmi, bir meçhul hâline gelebilirdi. Uzun fetret devirlerinin araya girmesiyle mümessilleri yok olmuş bulunan bu ilmin -âdetâ- yeni bir bânîsi oldu. O, elli yıllık bir ayrılıktan sonra Topkapı Saray-ı Hümâyûnu’nda ve İslâm Konferansı’nın açılış merasiminde okuduğu Kur’ân’larla o uzun fetret devrinin nihâyete eriş müjdecisi olmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm’in Mekke’de nâzil olduğu, İstanbul’da yazıldığı ve Kâhire’de okunduğu yolundaki asırları aşıp gelen tevâtürü, o müstesnâ sesiyle âdetâ değiştirecek bir kâbiliyet sergilemiştir. Mısırlı nice hâfızın dahî iştirâk ettiği dünyâ Kur’ân okuma yarışmalarında onun hep birinci seçilmiş olduğu dâimâ hatırlanacak ve bu, Kur’ân’ın İstanbul’da yazılması kadar tilâvetinin de zirvede bulunduğuna bir misâl teşkil edecektir.

O, ülkemize öyle feyizli bir tohum gibi sayısız hafız yetiştirip saçmıştır ki, bundan sonra nice Hafız Abdurrahman’ların yetişeceğinden ümitliyiz. Zîrâ fetret devirlerinde bile bu millet, Hafız Abdurrahman Efendi, merhum Şeyh Süleyman Efendi, Gönenli Mehmed Efendi, Hafız Fahri Kiğılı ve emsâli gibi sâlih, ehl-i ferâgat, fedâkâr ve hâdim-i Kur’ân insanlar yetiştirebildiğine göre ye’se düşmek doğru değildir.  Çünkü dünyâ, bu dîn ve onun yüce kitabı olan Kur’ân ile kâimdir.

Hafız Abdurrahman Gürses Efendi'den Rahman Suresi'ni dinlemek için:

KAYNAK: Osman Nûri TOPBAŞ, Muhabbetteki Sır, Erkam Yayınları, 2011, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Allah (c.c.) şefaatlerine nail eylesin.... Amin....

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.