Nisa Suresinin 100. Ayeti Ne Anlatıyor?

Nisa suresinin 100. ayetinde ne anlatılıyor? Allah yolunda hicret etmenin faziletine dair âyet; Nisa suresinin 100. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...

Ayet-i kerimede buyrulur:

وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَمًا كَث۪يرًا وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِرًا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟

Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek birçok uygun yer ve imkân bulacaktır. Kim Allah ve resûlü uğrunda hicret ederek yurdundan çıkar da sonra ölüm onu yolda yakalarsa artık onun mükâfatını vermek Allah’a aittir; Allah daima günahları örtmektedir, engin rahmet sahibidir. (Nisâ, 4/100)

HİCRET EDEN, YENİ İMKÂNLARA KAVUŞUR

Bilgi:

Mekke döneminde Müslümanlar büyük eziyetlere uğramışlardı. Yüce Allah hicreti teşvik etti. Hatta hicret etmeyip de olumsuzluklar içinde ve dinî bakımdan tehlikeler altında yaşamaya devam edenler kınandı. Bu ayette ise Allah’ın rızası ve daha iyi bir dinî yaşam uğruna hicret edenlerin uygun bir yer bulabilecekleri belirtilmektedir. Yeryüzü geniştir. Kişinin, doğup büyüdüğü yerden başka yerlerde de çeşitli maddî ve manevî imkânlar bulması, hürriyet içinde yaşaması mümkündür.

Mesaj:

  1. Allah, dini yaşama niyetiyle hicreti tercih edenleri daha iyi imkânlara kavuşturur.
  2. Hayırlı bir işe başlayan kişi, amelini tamamlayamasa bile, sevap kazanır.

Kelime Dağarcığı:

Hicret: Dinî sebeplerle bir yerden başka bir yere göçmek.

Muhâcir: Hicret eden kişi.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

  1. Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde barınacak pek çok güzel yer ve maddî-manevî genişlik ve bolluk bulur. Kim de evinden Allah ve Rasûlü’ne hicret etmek niyetiyle çıkar, sonra da hedefine varmadan kendisine ölüm yetişirse, artık onun mükâfatı şüphesiz Allah’a aittir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.

Şartlar gerektirdiği zaman dinin emirlerini kolaylıkla yaşayabilmek ve yasaklarından sakınabilmek için müsait bölgelere hicret etmek, Kur’ân-ı Kerîm’in yer yer temas ettiği mühim bir ilâhî emirdir. Zira Allah Teâlâ insanı, sadece yemesi, içmesi ve elinden geldiği kadar dünyanın bir kısım imkânlarından istifade etmesi için değil, kendine kulluk yapması için yaratmıştır. Dolayısıyla o, geniş olan yeryüzünde Allah’a en güzel şekilde kulluk edebileceği yerleri aramak ve bulmakla da mükelleftir. Ancak bunu başarabilmesinin önünde iki mühim engel vardır:

Birincisi; insan, içinde doğup büyüdüğü ve yaşadığı vatanını sever; orada huzur ve refahının daha çok olduğunu düşünür. Hicret etme mecburiyetinde kalınca, “Eğer vatanımı terk edersem, sıkıntıya, zorluğa ve maişet darlığına düşerim” diye endişe eder. İşte âyet-i kerîmenin “Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde barınacak pek çok güzel yer ve maddî-manevî genişlik ve bolluk bulur” (Nisâ 4/100) kısmı, böyle bir endişenin yersiz olduğunu beyân buyurmaktadır.

İkincisi; hicrete mani olacak ikinci sebep ise şudur: Hicret etmek isteyen kişi, “Eğer ben şöyle bir hedefe ulaşmak ve daha güzel şeyler elde etmek için vatanımı terk edersem, onu ya elde ederim veya edemem. Dolayısıyla elde edip edemeyeceğim şüpheli olan bir şey yüzünden, elimde mevcut olan imkânlarımı ve huzurumu zayi etmemek daha evladır” diye düşünebilir. İşte âyet-i kerîmenin “Kim de evinden Allah ve Rasûlü’ne hicret etmek niyetiyle çıkar, sonra da hedefine varmadan kendisine ölüm yetişirse, artık onun mükâfatı şüphesiz Allah’a aittir” (Nisâ 4/100) kısmı da böyle bir endişenin gereksiz olduğuna, her halükârda Cenâb-ı Hakk’ın, niyetine göre kula mükafatını vereceğine vurgu yapmaktadır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Yapılan işler niyetlere göre değerlendirilir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Rasûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Rasûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlendirilir.” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1; Müslim, İmâret 155)

Âyet-i kerîmenin iniş sebebi olarak zikredilen şu hâdise de güzel bir niyetle hicrete yönelmenin fazilet ve değerini ortaya koymaktadır:

“Melekler, dininin emirlerini yerine getirmeyerek kendilerine yazık ederlerken canlarını aldıkları kimselere… (Nisâ 4/97) âyet-i kerîmesi nâzil olun­ca, müslümanlardan hasta olan bir kişi şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim, be­nim mazeretim yoktur. Çünkü ben, yolu da bilen birisiyim, varlıklı da biri­siyim. Haydi beni bineğime bindiriniz.” Onu bineğine bindirdiler. Yola devam ederken Ten‘im denilen yerde eceli yetip vefat etti. Ashâb-ı kirâm: “Eğer hicret edip bize ulaş­abilmiş olsaydı ecrini eksiksiz olarak hakeder ve alırdı” dediler. Oğulları gelip olayı Peygamber Efendimiz’e haber verdiler. Bunun üzerine “Kim de evinden Allah ve Rasûlü’ne hicret etmek niyetiyle çıkar da…” (Nisâ 4/100) âyeti nâzil oldu. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, V, 323-325; Kurtubî, el-Câmi‘, V, 449)

Bu âyetten hareketle Üftâde Efendi (k.s.), nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesi yaparak tasavvufî bir terbiye ve terakkî yoluna girenlere müjde mâhiyetinde şu açıklamayı yapmaktadır:

“Seyr ü sülûk yoluna giren bir kimse, kemâle ermeden ölürse, kabirde murâdına erişir ve sülûkünü tamamlar. Nitekim hac için Kâbe yolunu tutup, o yolda ölen kimseye de iki hac sevabı verilir.” (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, II, 330)

Küfür diyarından yani müslüman olmayanların kültür ve düzenlerinin hâkim bulunduğu ülkeler ve toplumlardan İslâm diyarına hicret etme farziyeti kıyamete kadar geçerlidir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in “Mekke fethinden sonra hicret mecburiyeti kalkmıştır; lâkin cihad ve iyi ni­yetle yurdundan ayrılmanın gerekliliği devam eder; bu sebeple savaşa çağırıldığı­nız zaman hemen katılın” (Buhârî, Cihad 1) beyânı, sadece Peygamber Efendimiz’in bulunduğu yere hicret etme mecburiyetini kaldırmıştır. (bk. Kurtubî, el-Câmi‘, V, 350) Çünkü İslâm’ı öğrenmek ve yaşamak için müsait olmayan hatta insanları dinden döndürmek üzere baskı yapılan bir bölgede oturmaya devam etmek, kişinin imanını ve dinî hayatını tehlikeye atacaktır.

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com

İslam ve İhsan

İSLAM’DA HİCRET VE ÖNEMİ

İslam’da Hicret ve Önemi

HİCRETİN ÖNEMİ | HİCRET ETMENİN FAZİLETİ VE SEVABI

Hicretin Önemi | Hicret Etmenin Fazileti ve Sevabı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.