Nineler, Dedeler ve Torunlar

Toplumda, her zaman dede erkek torun için, nine de kız torun için model şahsiyettir. Bu mânâda geleneği, kültürü, tecrübeyi aktaran en önemli kimseler, nineler ve dedelerdir.

Âileyi, günümüzde âdet olduğu üzere iki kategoride incelemek mümkündür: “Geleneksel”, yani geniş âile ve “Modern” yani çekirdek âile… Bunlar, toplumu incelemek üzere kurulmuş bir bilim dalı olan sosyoloji sahasına giren konulardır.

Ayrıca âilenin zaman içinde değişimini, bunun sebeplerini ve özellikle sanayileşmeden sonra insan hayatının daha çok makinelerin gölgesinde ve tahakkümünde devam etmesinden sonra ferdiyetçiliğin artması ve bu durumun âile yapısına yansıması da sosyolojinin ilgi ve araştırma sahasına girer.

Aslında insanlık, geleneksel bir kültürle artmaya devam etmektedir. Yani öğrendikleri, hayat adına kazandıkları, bir önceki nesilden kendisine aktarılanlardır. Yeni icatlar, keşifler, tespitler de öncekilerin birikimlerinin üzerine koyduklarıdır. Dolayısıyla toplumun fertleri, temelde beraber yaşamaya, kendini böylece ifade etmeye muhtaç ve teşne bir fıtratta yaratılmışlardır.

Toplumdan topluma değişen âile münasebetlerinin temeli de birbirine yakındır. Çünkü fıtratın gereği, büyük-küçük ilişkisi, anne-evlat ilişkisi veya dede-torun ilişkisi, insanın doğuştan getirdiği birtakım saygı veya sevgi kuralları üzerine bina edilir.

Eskiye hasret duyma, üzerimizden atamadığımız bir duygudur. Ne hikmetse hep böyledir insanın duyguları… Geçen ömre, hayata, hattâ acı da olsa bazı yaşadıklarına hasret duyabilir insanlar... Âile yapımızda alıştığımız saygı ve sevgi ortamının gittikçe kaybolması da bu hasret duyduğumuz konuların başında gelir.

Her geçen zaman eski âile ilişkilerimize, eski şehrimize, mahallemize, hattâ evlerimize biraz daha fazla hasret duyar olduk. Eskisi gibi nine ve dedelerin yanı başımızda olmayışı, bu hasreti daha da artırmaktadır. Toplumun ana dinamiklerinden biri olan “büyükler” evlerimizdeki nine ve dede gerçeği, şimdilerde farklı bir kisveye bürünmüş durumda... Yazımızda bu konuya mercek tutmak istedik.

İFFET DUYGUSU

Neslimizin acı bir şekilde yaşadığı derin şaşkınlık, birçok insanî beceri ve fazilet konusunda maalesef her geçen gün geri gitmesine yol açmaktadır. Tabir yerindeyse yol-yordamı, usûlü unutması ve âdeta başına buyruk bir hayat anlayışı içinde yaşaması, bundan da rahatsızlık duymaması, bir geleneğin veya önceden beri akan bir nehrin kesilmesi gibi, büyüklerden küçüklere aktarılamayan bir kültür kuraklığını doğurmuştur. Bu, cidden acı ve üzüntü verici bir durumdur. İffet ve nâmus anlayışlarının mecrâsından çıkarılıp farklı bir mantığa oturtulması, bu acının daha farklı ve derinden hissedilen kısımlarından birisidir.

Söz buraya gelmişken Üstad Necip Fâzıl’ı hatırlamamak olmaz:

“Utanırdı burnunu göstermekten sütninem;

Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem!”

Ninelerimizin taşıdığı o yüce iffet duygusu, herhâlde Allâh’ın Kitab’ında ve Peygamberinin Sünnet’inde tarif edilen ve övülen iffet duygusunun ta kendisidir.

Mahremiyeti, ihtilâtı ve kadın-erkek beraberliğini hafife alan bir anlayışın, insanlığı, hakikî medeniyeti bir adım dahî ilerletmesi mümkün değildir. Hele hele İslâmî hizmet câmialarında veya bu konuda söz söyleme/örnek olma noktasında bulunan kimselerde bu konulara azamî dikkat gerekmektedir. Yanlış anlayışlarla, yanlış uygulama ve şüpheli davranış modelleri ile aslâ doğru hedefe ulaşılamaz.

HER YAŞIN BİR GÜZELLİĞİ VAR

Her yaşın kendine has güzellikleri olduğu muhakkak... Özellikle modern anlayışın telkin ettiği “yaşlanmama” veya “hep genç kalma” anlayışı ve bununla ilgili yapılan reklamlar, teşvikler, bir yönü ile insan fıtratına ters bir durumdur. Olgunlaşmamış insan nefsi, elbette yaşlanmayı, âciz hâle gelmeyi ve ölmeyi istemez. Ancak bu duruma İslâm ne diyor, fıtrat ne diyor, ona bakmak lâzımdır.

İnsanın, her yaşın güzelliğini mânevî olarak hissetmesi lâzım. Bunun için hayatı, Allâh’ın bir lütfu ve emâneti olarak görmesi, kendisinin de bu âlemde geçici olduğunu unutmaması gerekir. Bâkî kalacağı hissi ile sürdürülen bir hayatta, böyle bir anlayışa sahip olmak, oldukça güçtür.

Modern hayatın aldatmacasına kapılan toplumlarda, ninelerin ve dedelerin de göz önünde olması istenmez. Hep genç kalma hevesi ile yaşayan fertlerin oluşturduğu toplumlarda yaşlılar âdeta bir “fazlalık” gibi görülmeye başlanır. Hâlbuki bizim kültürümüzde yaşlılar ve çocuklar, Allâh’ın merhametini celbeden, kendileri sayesinde rızkın verildiği varlıklardır. Değil onları bir fazlalık görmek; aksine onlar aziz bir misafir, evin neşesi ve baş tâcı, bilgi ve tecrübe küpü, aynı zamanda ilâhî lütuf ve merhametin canlı bir vesîlesi olarak görülmelidir. Bu sebeple mahallemizde, binamızda veya sokağımızdaki bir nine veya dedenin varlığına bu pencereden bakmak îcâb eder.

Diğer taraftan ninelerimiz ve dedelerimiz de yeni nesiller için bir kültür kaynağı, bir şefkat pınarı olmak durumundalar... Gençliğini yaşayamamış olma duygusuyla hareket eden, gençlere özenen, onları taklid eden ve yaşlılık dönemini ya boş işlerle geçiren ya da geçmişe hasret duyarak tüketen büyüklerimizin gençlere örnek olmaları zordur. Her yaşın kendi güzelliğini, o yaşta Rabbimizin bize yüklediği sorumlulukları yerine getirerek yaşayabiliriz.

AĞZI DUALI ELİ-YÜZÜ NURLU İNSANLAR

Bizim yaşlılarımız, ağzı duâlı, eli-yüzü nûrlu insanlardır. Ancak günümüz popüler kültürü, yaşlılarımızı da kendi materyalist heveslerine âlet etmekte ve onların ömürlerinin en kıymetli vakitlerini çalmaktadır. Hayatının bu demlerinde daha çok Rabbi ile baş başa kalmak, hayatının muhasebesini yapmak, ibadet, zikir ve Kur’ân’la meşgul olmak, gençlere hayır ve sâlih ameller hususunda örnek ve öncü olmak durumunda olan yaşlılarımız, bu günlerini maalesef televizyon programlarında veya mânâsız televizyon programlarının karşısında tüketir hâle gelmişler veya getirilmişlerdir.

Rûhun yaşlanmadığını, nefislerin isteklerinin aslâ azalmadığını düşünürsek, insan hangi yaşta olursa olsun, rûhunu doyurma derdinde olur. Ancak rûhun gerçek mânâda tatmini, mânevî ortamlarda, iyi insanların yakınında ve Allah için yapılan hizmetlerle olur. Bunların dışında rûhun itmi’nâna ermesi mümkün değildir. Hâl böyle olunca yanlış yerlerde aranan huzur, bulunmaz metâ hâline gelir.

Toplumda, her zaman dede erkek torun için, nine de kız torun için model şahsiyettir. Bu mânâda geleneği, kültürü, tecrübeyi aktaran en önemli kimseler, nineler ve dedelerdir. Dede torunun elinden tutup onu câmiye götürmeli, biliyorsa kendisi Kur’ân ve İslâm’ın temel esaslarını öğretmelidir. Nine de kız torununa îcâb eden her şeyi aktarmalı… Böylece hem anne-babaların yükünü hafifletmeli, hem kendilerine hayırlı bir meşgale bularak güzel vakit geçirmeli, hem de arkalarında sadaka-i câriye bırakmalılar...

Gittikçe kaybolan örnek nine ve dedelerimizin bu topluma kazandıracağı çok şeylerin olduğunu tekrar ifade ederken, bir gün -ömrümüz varsa- biz de aynı duruma geldiğimizde bu konuda örnek bir davranış ortaya koymak için kendimize model nine ve dedeler seçmeliyiz.

Kaynak: Şefika Meriç, Şebnem Dergisi, Sayı: 180

 

İslam ve İhsan

NEDEN AİLE KURARIZ?

Neden Aile Kurarız?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.