Nezaket ve Merhamet Medeniyeti "Tasavvuf"

Tasavvuf, İslam’ı zarafet, nezaket ve kibarlıkla yaşama sanatıdır ki buna sufiler edep ismini verirler. Onlar Rablerine, insanlara ve tüm varlığa edep ile muamele ederler. Zira sufiler bu âlemde canlı cansız ne varsa hepsinin Allah tarafından en güzel şekilde yaratıldığını bilirler.

Yaratanından dolayı yaratılanlara ihtiram ve sevgi ile davranmak sufilerin en önde gelen özelliğidir. Bu güzel anlayışın farklı ortamlarda pek çok tecellisi vardır, yazımız bunlardan üç sınıfını bizlere örnek olsun diye ortaya koymaya çalışacaktır.

  1. ALLAH TEÂLÂ’YA AŞKLA KULLUK

Sufiler için Rabbe kul olmak, zoraki yapılan bir mecburiyet değildir, kulluk insana verilmiş büyük bir imtiyazdır. Allah Teâlâ insanı en güzel şekilde yaratmış ve ona hilafet vazifesi vermiştir. Yaratıcımızın bu özel muamelesine verilecek en güzel cevap ona aşkla kul olmak, onun verdiği emirleri cana minnet bilmektir. Mevlana Hakk’a kulluğunu kendine en büyük makam olarak görmüş ve bu halini bir rubaisinde şöyle ifade etmiştir: “Men bende şodem, bende şodem, bende şodem: Ben; kul oldum, kul oldum, kul oldum! Bir kul olarak, utanarak başımı önünde eğiyorum! Her kul azad edilince, kulluktan kurtulunca sevinir; halbuki ben, Sen’in kulun oldu­ğum için seviniyorum!”

Sufilere göre zoraki kulluk avamın işidir, onlar cehennem korkusu, cennet ümidi olmasa farzları bile yerine getirmekten kaçarlar.  İşte tasavvuf bu gaflet halinden, kurtulup kulluğu aşkla ve edeple yaşama yolculuğudur. Zira Allah Teâlâ, Zâtı itibarı ile sevgiye ve kulluğa başka hiçbir sebep olmaksızın layıktır.

İmam Rabbani’ye göre Hakka aşkla yapılan kulluk Nakşiliğin de en üst makamıdır:  “Bu bakımdan velayet mertebelerinin en üstünü ubudiyet (kulluk) mertebesidir. Velayet mertebeleri içinde bundan daha üstün bir makam yoktur.” (30. Mektup)

Hakka kulluğun ispatı ise kuru söz değil,  onun emirlerini severek yerine getirmekle olur: “Tasavvufun bir başka maksadı da, fıkhın emirlerinin severek yapılmasını sağlamak, nefs-i emmâre tarafından çıkartılan zorlukları ortadan kaldırmaktır.” (c.1, 210. Mektup) Nitekim Sufiler rablerine olan bu aşkları sebebiyle mallarını ve canlarını onun yolunda severek vermişler, O’na kavuşmayı düğün gecesi olarak isimlendirmişlerdir.

  1. İNSANLARA KARŞI NEZÂKET

Sufilere göre insan mükerrem bir varlıktır. Bu sebeple arifler bırakın Hak dostlarını, gaflete düşerek hata ve günah işleyen insanlara bile ihtiramda kusur etmemeye çalışırlar. İnsandaki kötüyü değil de, kötüdeki insanı görmeye ve onu görünür kılmaya gayret ederler. Toplum tarafından dışlanan cüzzamlılar bile onların tekkelerinde sığınak bulur. Çünkü sufiler “her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil” düsturu ile hareket ederler. Allah’a isyandan sonra Sufilerin en çok korktuğu günah, Hak yapısı olan kalbi kırmaktır. Bu konuda İmam Rabbani bizleri şöyle uyarır:

“İyi biliniz ki kalp, Allah Sübhânehu’nun komşusudur; onun mukaddes zâtına kalpten daha yakın bir şey yoktur. O hâlde ister mümin olsun ister âsî olsun, kalp kırmaktan ve kalbe eziyet etmekten sakınınız! Zira komşu asi bile olsa yine de korunur. Aman bundan uzak du­run! Zira küfürden sonra, kalp kırmak ve eziyet etmek kadar Allah Teâlâ’nın incinmesine sebep olan başka bir günah yoktur. Zira yaratılmışlar içinde Allah Sübhânehû’nun en yakınına ulaşabilen sadece kalptir.” (III. Cild, 45. Mektup)

  1. HAYVANLAR VE BİTKİLERE MERHAMET

Nezaketin bir öte noktası hayvanlara karşı gösterilen merhamet ve sevgidir. Karıncasından file kadar her bir hayvan ilahi sanatın bir şaheseridir. Tüm insanlık bir araya gelse bir tek sivrisineği bile yaratamaz. (Hacc, 73) bu sebeple neml (karınca), nahl (arı), ankebut (örümcek) gibi hayvan isimleri Yüce Kitabımızda sûre ismi olmuşlardır. Bu inceliğin farkında olan sufiler insanlara gösterdikleri ihtiramın bir benzerini de hayvanata göstermişlerdir. Beyazıd-i Bistami’nin birkaç karıncayı yuvasına geri bırakmak için uzunca bir yolu göze almış, Nakşibend Hazretleri 7 yılını hayvanata hizmetle geçirmiştir.

Sufilere göre aslında bitkilerin ve tüm eşyanın da canı vardır zira tüm varlık ara vermeksizin Hakk’ı zikretmekte ve ona kullukta bulunmaktadır. Yüce Rabbimiz: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.” (İsra, 44) buyurarak bizlere bu hakikati bildirir. Gönül manen olgunlaştıkça da, bu varlıkların bazılarının zikirleri işitilir, mesela Hakk âşıkı Mevlânâ diğer canlıların Hakk’a olan zikrini şöyle tasvir eder:

“Çınar, dua için nasıl el açar, ağaç havada nasıl baş sallar? Nasıl olur da bülbül gülü koklar; üveyik kuşu, bir âşık gibi “ Kû-kû- (Rabbim) neredesin, neredesin” diye öter? Nasıl olur da leylek canla başla “Lek-lek” (Senin, senin) diye ga­ga vurur? “Lek” ne demektir? Mülk de senin, mal da senin; her şey senin Allah’ım!” (Mesnevi, c.2, 1658, 61-62)

Bu güzel zikrinden dolayı Mevlana leyleğe şeyh-i mürgân, kuşların şeyhi ismini verir. İşte böyle bir manevi terbiye ile yetişenler tüm canlılara rahmet kesilir. Mevleviler sadece canlılara değil kullandıkları cansız eşyalara da saygı gösterir Kendilerine hakkı geçen eşyaya teşekkür ederek, onları buse ile taltif ederler adeta, onlarla ödeşirler.

İbn Arabi: “bir ağacın altında oturdun ise o ağaçla arkadaş oldun demektir, arkadaşlık hakkı gereği ağacı sulaman gerekir” der. Yunus Emre ise hepimizin ilahi olarak bildiği şiirinde sarı çiçekle konuşur, ona ailesinin ahvalini sorar. Tüm bunlar Hak sevgisi ile dolu bir kalp ile âleme bakmanın tabii neticesidir.

İslam’ın bu merhametini, edebini yaşamak ve yaşatmak, tüm insanlığı Yüce dinimizin nezaketi ile buluşturmak hepimizin en büyük gayesi olmalıdır, Allah bu yolda tevfîkini bizlere refîk eylesin, âmin.

Kaynak: Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi 2020 Temmuz, Sayı:413

İslam ve İhsan

TASAVVUF NEDİR, İNSANA NE KAZANDIRIR?

Tasavvuf Nedir, İnsana Ne Kazandırır?

10 MADDEDE TASAVVUF NEDİR?

10 Maddede Tasavvuf Nedir?

GERÇEK TASAVVUF NEDİR?

Gerçek Tasavvuf Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.