Namaz Yoksa Her Şey Eksik!

İnsan, îmanı ile var bu âlemde… Îmanı ile yüce, îmanı ile şerefli… Îman yoksa, kişi, «eşref-i mahlûkât» sayılır mı? Aşağıların aşağısıdır yeri, aksine…

Kalp ile tasdik, dil ile ikrar ise îmanın olmazsa olmazı… Samimî bir kalp ile tasdik edilince Allâh’ın varlığı ve birliği, peşinden O’nun emir ve yasaklarına riâyet gelir, tabiî olarak…

 Ankebût Sûresi’nde buyurulduğu gibi: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «Îman ettik!» demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (el-Ankebût, 2-3)

Cenâb-ı Hak, “yalancıların da mutlaka ortaya çıkarılacağını” haber veriyor. Bu duruma düşmekten Allâh’a sığınırız. Nitekim Rabbimizin, bezm-i elestteki “…Ben sizin Rabbiniz değil miyim?..” (el-A’râf, 172) sorusuna, “Evet, şâhitlik ederiz ki, Sen bizim Rabbimiz’sin!..” diye cevap vermesi, kişinin aynı zamanda, yerine getirilmesi istenen emir ve yasaklara uymayı da taahhüt etmesi mânâsına geliyor. Dünyaya geldikten sonra bu ahitleşmeye sâdık kalmamak, Cenâb-ı Hakk’a karşı kişiyi ister istemez büyük bir “yalancı” durumuna düşürüyor.

İMANDAN SONRAKİ EN ÖNEMLİ MESELE

Îmandan sonraki en mühim meseledir, namaz…

Peki, namaz yoksa îman tam olur mu?

Namaz yoksa îman da eksiktir, ibadet de eksiktir, insan da eksiktir! Hâsılı, her şey eksiktir. Namazı eksik olan bir îman düşünülebilir mi? İbadetler eksiktir, namaz yoksa kişide… Sadaka verse, oruç tutsa, kurban kesse, fakat namaz kılmasa, eksik kalmaz mı bir şeyler?

Kişi, îmânının gereği olarak ibadet eder Rabbine… Fakat aynı îman, bize bilhassa farz kılınmış ibadetlerde tercih hakkı sunmaz… Seçim yapamayız, keyfî davranamayız. Terk etmek bir tarafa ağırdan alamayız, üşengeç bile davranamayız. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“…Münâfıklar namaza üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allâh’ı da çok az anarlar.” (en-Nisâ, 142)

Eksiktir insan, namaz yoksa eğer… Her bir hareketi hikmet deryası olan abdest ve akabinde “…Secde et ve yaklaş!” (el-Alak, 19) buyuran Hakk’a yakınlığın anahtarı olan namaz, bulunmaz bir nîmettir başlı başına… Şükrün ifadesi, kulluğun nişânesidir…

ALLAH’A VE RESULÜ’NE YAKLAŞMANIN YOLU

Allâh’a ve Rasûlü’ne yaklaşmanın yoludur, namaz…  Rasûlullâh’ın hizmetçisi ve Ehl-i suffe’den olan Ebû Firâs Rebîa bin Ka’b el-Eslemî -radıyallâhu anh- şöyle naklediyor:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yakınında geceler, abdest suyunu getirir ve diğer istediklerini yapardım. Buna karşılık bir keresinde bana:

“-Dile (benden ne dilersen)!..” buyurdu. Ben:

“-Cennet’te Seninle beraber olmayı isterim.” dedim. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Başka bir şey istemez misin?” buyurdu. Ben:

“-Benim dileğim budur!” dedim. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Öyleyse isteğinin gerçekleşmesi için çok namaz kılarak bana yardımcı ol!” buyurdu. (Müslim, Salât, 226. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 22; Nesâî, Tatbîk, 79)

Müddessir Sûresi’nin 42. âyetinde “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” diye sorulur ve devamındaki âyet-i kerîmede bu sorunun cevabı, mücrimler tarafından şöyle verilir:

“Biz namaz kılanlardan değildik.” (el-Müddessir, 43)

Ardından gelen âyetlerde de “Cezâ gününü de yalan sayıyorduk. Sonunda bize ölüm geldi çattı.” (el-Müddessir, 46-47) diyerek suçlarını itiraf ederler.

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Her kim namazı kasten terk ederse, onun ismi Cehennemin kapısı üzerine, oraya girenlerden biri olarak yazılır.”[1]

İbni Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’nın gözü rahatsızlanınca, ona;

“-Birkaç gün namazı bıraksan (secde yapmasan) da seni tedavi etsek!” denilir. O:

“-Hayır, vallâhi bir rekâtı bile bırakmam! Çünkü Rasûlullah, «Namazı terk eden kimse Allâh’a vardığında, kendisine kızgın olduğu hâlde kavuşur.» buyurmuştu.” cevabını verir.[2]

Yine İbni Abbâs’tan rivâyetle:

“Allah Rasûlü, bana hitâben buyurdu ki:

“Ey Abbas’ın oğlu! Sabah namazını kılmayana melekler, «Ey zarardaki kişi!» diye seslenir. Öğle namazını kılmayana «Ey vefâsız adam!» diye nidâ ederler. İkindi namazını kılmayana, «Ey nankör!» diye ses verirler. Akşam namazını kılmayana «Ey (hakkı) örtbas edici şahıs!» diye seslenirler. Her kim yatsı namazını kılmazsa, ona da melekler, «Ey Allâh’ın rahmetinden ümit kesmiş kişi! Rasûlullah senden uzaktır!» derler.”[3]

İNSAN UYKUDADIR ÖLÜNCE UYANIR

“İnsan uykudadır, ölünce uyanır.” buyurulmuştur. Ölmeden uyananlardan olmak gerekir. Rahmetli Abdülmetin Balkanlıoğlu Hoca, bir sohbetinde şöyle demişti:

“…Eğer bir haramın üzerindeysen, bir günahın üzerindeysen, bir zulmün üzerindeysen, Allâh’ın farz kıldığı ibadeti ciddiyetsiz yerine getiriyorsan, sen Cehennemdesin! Sadece ölmediğin için girmedin. Tek engel ölüm… Kimileri de Cennette, ama ölmediği için girmedi. Nasıl ki Peygamber Efendimiz hayattayken Cennetle müjdelenen sahabîlere, «Yâ Ebûbekir, sen Cennettesin! Yâ Ömer, yâ Osman, yâ Ali, yâ Zübeyr Cennettesiniz!» demişti. Sahabe efendilerimizin «Ama biz şu an Medine’deyiz, yâ Rasûlallah!» demesi üzerine «Sabredin, ölmek lâzım!» buyurmuştu.”

Bu dünyada yaptıklarımızın mükâfat ve cezasının âhirete bırakılması, bizleri büyük bir gaflete sevk ediyor olabilir. Fakat uyanık olmak gerekir ki, son nefesin vakti meçhuldür. Biz bir sonraki cümleyi yazamayabilir, siz bir sonraki cümleyi okuyamıyor veya dinleyemiyor olabilirsiniz. Verdiğimiz nefesi geri almamız nasip olmadığında, dönülmez bir yola girmiş bulunacağız. Yazması ve okuması kolay, fakat yaşaması çok zordur. Bu sebeple “Şimdi erken, sonra yaparım! Şimdi erken, sonra kılarım!” deyip hayırlı işleri erteleyip duranlar hep helâk olmuşlardır. Dem bu demdir, vakit bu vakittir. Vaktin ve sayısız nimetlerin şükrüdür namaz, geciktirilmeye, terk edilmeye gelmez…

Rivâyete göre, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri şöyle anlatmıştır:

“Bir adam vefat etmişti. Ben onu elimle mezarına koydum ve yüzünü kıbleye çevirdim. Fakat o birden ters döndü. Bir daha çevirdim, ama yine arkası kıbleye geldi. Bunu bir daha yaptığımda bu hâl bir daha tekrarlandı. Dördüncü defa onu kıbleye çevirmek isteyince bana, «Onu o hâl üzere bırak, çünkü o, hayatında bizim kıblemizden yüz çevirmişti. Biz de ölümden sonra onun yüzünü kıbleden döndürdük!» diyen bir ses işittim.”

Rabbimiz bizlere Tâhâ Sûresi’nde namazı açıkça emretmekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Âilene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) seni Biz rızıklandırıyoruz. Güzel âkıbet, ancak takvâ iledir.” (Tâhâ, 132)

“Senden rızık istemiyoruz!” buyrulurken, “Biz seni, kendine ve âilene rızık temin etmekle mükellef kılmadık, sana ve onlara rızık veren Biz’iz!” denilmekte, kişinin dünya nimetleri ve rızık endişesi gibi bahanelerle namazı terk edemeyeceği bildirilmektedir.

Misallerini birçok kişiden duyarız, çalıştığı yer ile ilgili veya yeni bulduğu, fakat çalışmak için kararsız olduğu işyeri ile ilgili olarak:

“-Bütün şartları iyi, fakat namaz kılmama izin vermiyorlar!” sözünü...

Bilinmelidir ki, o iş yeri, kişinin dünya ve âhireti için hayırlı değildir. Bilhassa erkeklerin çalışmakla mükellef olduğunu göz önünde bulundurursak eğer, iş başvurularında ya da aranan işlerde, işyerinin sigorta, yemek, servis gibi imkânlarının öncesinde aranması gereken ilk şart, “namaz kılınmasına müsaade edilen bir yer olması”dır…

HER KİM NAMAZI KORURSA

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Her kim namazı korursa, o, kendisi için kıyamet günü bir nur, bir rehber ve büyük bir kurtuluş vesîlesi olur. Ama kim ona devam etmezse, onun için ne bir nûr, ne bir rehber ne de bir kurtuluş olmaz. Kıyâmet gününde ise o kişi, Karun’la, Firavun’la, Hâman’la ve Übeyy İbni Halef ile beraber haşrolur.”[4]

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, onlar namazı zâyî ettiler, şehvetlerine uydular. Onlar kötülük bulacaklardır. Ancak tevbe eden, îman edip sâlih amel işleyenler müstesnâ... Onlar Cennete girecekler ve hiç haksızlığa uğratılmayacaklardır.” (Meryem, 59-60)

Rûhu’l-Beyân tefsirinin müellifi İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri, bu âyet-i kerîmenin tefsirini yaparken Cenâb-ı Hakk’ın, “Namazı zâyî ettiler!” beyânını, “Namazı terk ettiler ya da vaktini geciktirdiler veya kıldıktan sonra koğuculuk, gıybet, yalan gibi şeylerle namazın sevâbını zâyî ettiler yahut ona niyetsiz başlayıp huşûsuz bir şekilde kıldılar.” şeklinde açıklamıştır.

İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri, ayrıca “Namazı terk ettiler ya da vaktini geciktirdiler” diyerek vakti geciktirilmiş namazın, “namazı terk etmekle eş değer bir durum olduğunu” belirtmiştir. Peygamber Efendimiz de bu konuda, Cenâb-ı Hakk’ın en çok beğendiği amelin, “vaktinde kılınan namaz” olduğunu bildirmiştir.

Namaz kılmak, kişinin bazı şeyleri yapmasına engel olmalı ve kötü haslet sahibi biri olmaktan sakındırmalıdır. Kişi namaz kılıyorsa, aynı zamanda yalan söylememeli, gıybet etmemeli, kul hakkı yememeli, Allah Teâlâ’nın yasaklarına riâyet etmelidir ki, kılınan namaz zâyi olmasın.

Namazı, “gözünün nûru” olarak vasıflandıran Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “kişinin âhirette ilk hesaba çekileceği ibadetin namaz olduğunu” bizlere haber vermiştir. Yazımızın başında söylediğimiz gibi, namaz îmandan sonra gelen en mühim vazifedir.

Cenâb-ı Hak’tan niyâzımız odur ki, bizi, âyet-i kerîmelerde emredildiği üzere namazı dosdoğru kılan, namazında dâim olan kullarından eylesin. Âmin.

Dipnotlar:

[1] İbni Adiyy, el-Kâmil, 1/299; Abdülkâdir Geylânî, Gunye, 2/188; Ali el-Müttekî, Kenzü’l-Ummâl, no:19090, 7/325.

[2] Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 3/55, 56-57; Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, no:1/295; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 2/309.

[3] İbnü’l-Cevzî, Tezkiratü Üli’l-Besâir fî Ma’rifeti’l-Kebâir, sh: 37.

[4] Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, no:6587, 2/574; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, no:1788, 2/456.

Kaynak: Merve Güleç, Şebnem Dergisi, Sayı: 176

 

İslam ve İhsan

NAMAZ İLE İLGİLİ HADİSLER

Namaz İle İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.