Müslüman Olmayana Yardım Edilir mi?

Gayrimüslimlerle (Hristiyan, Yahudi) ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? Müslüman olmayanlara yardım edilir mi? Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’den gayrimüslimlere merhamet örnekleri.

İnsan, Cenâb-ı Hakk’ın nefhasından bir nasip taşıdığı için, ayrı bir mükerremlik sahibidir. Gayrimüslim de olsa, son nefese kadar mü’min olma imkân ve ihtimâli dâimâ mevcuttur.

Gayrimüslimlere; “nasıl olsa Müslüman değiller” denilerek adâletsizlik ve haksızlık yapılması câiz değildir. Hattâ Kur’ân-ı Kerîm, kendilerinden olmayanlara haksızlık yapmayı mubah gören Yahudî ve Hristiyanları, bu davranışları sebebiyle kınamıştır.[1]

Hicret edeceği zaman Peygamber Efendimiz’de birçok gayrimüslimin emânetleri vardı. Fahr-i Kâinat Efendimiz onları sahiplerine ulaştırmak için Hazret-i Ali’yi vazifelendirmişti.

GAYRİMÜSLİMLERE MERHAMET ÖRNEKLERİ

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz sefer esnâsında, çölde bir cesetle karşılaşsalar, hangi dinden olursa olsun, onun defnedilmesini emrederdi.

Dînimizde gayrimüslimleri dost ve sırdaş edinmek, onlara kalben muhabbet duymak ve hayran olmak yasaktır. Din düşmanlarına îtibar kazandıracak en ufak bir övgüde bulunmak dahî, îmâna zarar verir.

Nitekim hadîs-i şerîflerdeki şu îkazlar son derecede mânidardır:

“Fâsık bir kimse methedildiğinde Cenâb-ı Hak gazaplanır ve bu davranış sebebiyle Arz sarsılır.” (Beyhakî, Şuab, IV, 230)

“Münâfığa «efendi» demeyin. Eğer onu efendi sayacak olursanız, Aziz ve Celil olan Rabbiniz’in gazabını üzerinize çekmiş olursunuz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 83; Ahmed, V, 346)

Yine Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in şöyle bir duâsı nakledilmektedir:

“Allâh’ım! Bana ne bir fâcirin ne de bir fâsıkın, ne bir yardımını ne de bir nîmetini nasîb etme (ki kalbim onlara meyletmesin).” (İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Mücâdele, 22)

Gayrimüslimlere İyilik Yapılabilir

Ancak; Müslümanlara düşmanlık etmeyen gayrimüslimlere iyilik yapmak, yasak değildir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adâletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah, âdil davrananları sever.” (el-Mümtehine, 8)

Nitekim hicretin yedinci senesinde Mekke’de kuraklık ve kıtlık baş göstermişti. Fahr-i Kâinat sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, kendisine yirmi senedir amansız bir şekilde düşmanlık eden Mekkelilere yardım elini uzattı. Onlara altın, arpa ve hurma gönderdi. Ebû Süfyân, bunları fakir Kureyşlilere dağıttı.

Akrabalık Hakkını Gözetti

Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’in Mekke fukarâsına yaptığı bu infâkı dolayısıyla Ebû Süfyân bile, kalbindeki katılık ve düşmanlık azaldığı için;

“–Allah, kardeşimin oğlunu hayırla mükâfatlandırsın! Çünkü O, akrabalık hakkını gözetti!” diyerek minnet ve şükran hislerini dile getirmiştir.[2]

Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamber Efendimiz’in, düşmanını dahî kuşatan insânî yardımları, bundan ibaret değildir.

Su İçmesine Müsaade Etti

Bedir Harbi’nde Müslümanlar erken gelip Bedir Kuyuları’nın bulunduğu mevkie yerleşmiş, kuyu sularından istifâde için bir havuz teşkil etmişlerdi.

Kureyş ordusu gelince Hakîm bin Hizâm’ın da aralarında bulunduğu bir grup müşrik, Müslümanların havuzundan su içmeye geldi. Müslümanlar onlara mânî olmak istedikleri zaman Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem;

“–Bırakınız içsinler!” buyurdu. Gelip içtiler.

Saatler sonra kılıç kılıca harbe tutuşacakları insanlara ikramda bulunmak, İslâm şahsiyetinin ve îman asâletinin ne müthiş bir tezâhürüydü.

Nitekim o gün o sudan içen Hakîm sonradan Müslüman oldu. Hakîm, sözünü yeminle kuvvetlendirmek istediğinde;

“–Beni Bedir’de öldürülmekten kurtararak îman nîmetine kavuşturan Allâh’a yemin ederim ki!” diye kasem ederdi.[3]

O gün, Bedir’de cihânın en müthiş zaferi gerçekleşti. 14 senedir Hazret-i Peygamber’e ve Müslümanlara; alay, hakaret, iftira, zulüm, şiddet ve işkencenin her türlüsünü revâ gören Mekkeli müşriklerin birçok azılı elebaşı cehennemi boyladı. Yetmiş kişi de esir alındı.

Esirlere Güzel Muâmele Edildi

Esirlere gösterilen muâmele ise İslâm’ın insanlığa bakıştaki nezâket ve zarâfetinin ayrı bir tescili oldu.

Bedir’den dönüşte Medîne’ye 150 kilometre mesafe vardı. Binek yetersizdi. Ashâb-ı kirâm; zaman zaman develerinden indi, esirleri bindirdi, kendileri yürüdü.

Ashâbı bu fedakârlığa sevk eden âmiller şunlardı:

  • Hâlık’ın şefkat nazarıyla mahlûkâta bakış...
  • Onlara İslâm karakter ve şahsiyetini sergilemek...
  • Onların hidâyete ve ebedî kurtuluşa erişmeleri ümidi...

Mus‘ab bin Umeyr radıyallâhu anh’ın kardeşi Ebû Azîz de henüz müşriklerden olup, Bedir Savaşı’nda esir düşenler arasındaydı. Esâretten kurtuluş fidyesi olarak çocuklara, okuma-yazma öğretecekti. Ensârdan fakir bir eve verildi. O ev halkı; temini zor olan yiyecekleri, çocuklarına okuma-yazma öğreten esire ikram eder, kendileri ise hurma ve su ile idare ederlerdi.

Ebû Azîz şöyle anlatıyor:

“O aile sadece hurma yiyip su içerken, buldukları en iyi yiyecekleri bana vermelerinden dolayı utanırdım:

«‒Böyle yapmayın. Ben de sizin gibi hurma yiyip su içeyim, bu getirdiğiniz lezzetli yiyecekleri çocuklarınıza verin.» desem de:

«‒Olmaz, Allah Rasûlü bize böyle emretti.» derlerdi.”[4]

Bu eşsiz insaniyet, merhamet ve mes’ûliyet manzaraları karşısında, Ebû Azîz gibi niceleri çok geçmeden İslâmiyet’le müşerref oldu. Yarı vahşî ve kaba-saba câhiliye insanından; Allah için gözyaşı döken, rakîk, vicdanlı, yıldız şahsiyetlerden müteşekkil bir asr-ı saâdet toplumu vücuda geldi.

Fahr-i Kâinât Efendimiz; Mekke’nin Fethi’nde de aynı insanlığı, aynı cömertliği gösterdi. Fetihten önce kıtlık yaşayan Mekke’ye yardımlar gönderdiği gibi, fethe giden hâdiselerin akışında da silâhlı bir çarpışma olmaması için her türlü tedbiri aldı.

Bugün Merhamet Günüdür

Nitekim fethe giderken sancağını Sa‘d bin Ubâde radıyallâhu anh’a vermişlerdi. O, ordunun önündeydi. Sa‘d radıyallâhu anh, Nebiyy-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in sancağıyla Ebû Süfyan’ın yanından geçerken;

“–Ey Ebû Süfyan! Bugün «Yevmü’l-Melhame» yani «ölülerin yere serileceği bir gün»dür! Harem’in haramlığının helâl olacağı bir gündür! Bugün Allah Kureyş’i zelil kıldı!” diye nidâ etti.

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bundan haberdar olunca;

“–Bugün «Yevmü’l-Merhame» yani «merhamet günü»dür! Bugün Allah Teâlâ’nın Kureyş’i aziz kıldığı gündür!” buyurdu ve Sa‘d bin Ubâde’ye bir elçi göndererek onu kumandanlıktan azledip sancağı oğlu Kays bin Sa‘d’a verdi. (Vâkıdî, Meğâzî, II, 821-822)

Fetih gerçekleşmiş; 20 senelik zulüm, fitne, fesat ve katliamların kısas imkânı doğmuştu. Mübârek kızının şehâdetine sebep olanlar, sevgili amcasının naaşını dahî vahşîce parçalayanlar; muzaffer İslâm ordusunun kumandanı Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in karşısında, O’nun iki dudağı arasından çıkacak fermanı bekliyorlardı.

Size Bugün Hiçbir Başa Kakma ve Ayıplama Yok!

Fakat O Merhamet Ummânı, onlara şöyle sordu:

“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?”

Kureyşliler;

“–Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Çünkü Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun!..” dediler.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem;

“–Ben de Hazret-i Yusuf’un, kardeşlerine dediği gibi;

«...Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.» (Yûsuf, 92) diyorum. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!” buyurdu.[5]

Bu güzel davranış ve âlîcenaplık karşısında, kısa sürede bütün Mekke Müslüman oldu.

Onu da Affetti

Yine Efendimiz’in gönlü affedicilikte muazzam bir derya misâliydi. Kızı Zeyneb’i hicret esnâsında deveden düşürerek şehid eden Hebbar bin Esved; “Lâ ilâhe illâllah, Muhammedü’r-Rasûlullah!” diyerek gelince, onu da affetti.

“Niçin kızımı deveden düşürüp şehid ettin.” dahî demedi, bu çirkin hareketini yüzüne vurmadı. Hattâ ona hakaret edilmesini ve târizde bulunulmasını bile yasakladı.[6]

Fahr-i Kâinat Efendimiz kimseyi incitmedi, kimseden şahsı için incinmedi. Canına kasteden Hayberlileri; kovup uzaklaştırmak yerine, kendi topraklarında işletmeci ortak olarak bıraktı.

Ganimetleri İslam İçin Cömertçe Dağıttı

Huneyn’de elde edilen muazzam ganimetleri, koca koca sürüleri, İslâm’a kalbini ısındırmak istediği insanlara cömertçe dağıttı.

Yine Huneyn Gazvesi neticesinde bir savaş ganimeti olarak kendilerine verilen köleleri âzâd edince, sahâbîler de aynı fazîletten nasîb alabilmek için gönül hoşnutluğu içinde;

“–Bizler de esirlerimizi Allâh’ın Peygamberi’ne hibe ettik!” diyerek esirleri âzâd ettiler.[7]

O gün 6.000 esir, karşılıksız serbest bırakıldı. Ayrıca ganimet olarak alınan mallardan 24.000 deve, 40.000 koyun ve 4.000 ûkıyye (yaklaşık 500 kg.) gümüş iâde edildi.[8]

Cihad bahsinde de ifade edileceği üzere, Peygamber Efendimiz’in gazveleri umûmiyetle müdâfaa harbidir. Bedir, Uhud ve Hendek’te olduğu gibi...

Mûte ve Tebük, muhtemel bir saldırıyı bertaraf etmek için yapılan bir müdâfaadır. Mekke’nin fethi ise, Müslümanların gasp edilmiş haklarının geri alınması düşüncesiyle ve Mekkelilerin Müslümanlarla yaptıkları antlaşma şartlarını ihlâl etmeleri üzerine vukû bulmuştur.

Yani “Rahmet Peygamberi” olan Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’in bütün harplerinin temelinde, engin bir merhamet ve adâlet düşüncesi yer almış ve insanlık için birer rahmet olmuştur.

İslâm’da haksız yere bir cana kıymak, bütün insanlığa kıymak gibidir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“...Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.

Her kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur...” (el-Mâide, 32)

Bu sebeple sulhü muhafazayı esas alan İslâmiyet, harbin zaruret olduğu hâller için de, hassas bir harp hukuku vaz etmiştir.

Dipnotlar:

[1] Bkz. Âl-i İmrân, 75. [2] Yâkûbî, Târîh, II, 56. [3] İbn-i Hişâm, II, 261. [4] Heysemî, VI, 86; İbn-i Hişâm, II, 288. [5] Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa’d, II, 142-143. [6] Bkz. Vâkıdî, II, 857-858. [7] Buhârî, Meğâzî, 54; İbn-i Hişâm, IV, 134-135. [8] İbn-i Hişâm, IV, 135; Vâkıdî, III, 943, 950-954.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkür Ufku, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ALLAH’IN RAHMET VE MERHAMETİ NASILDIR?

Allah’ın Rahmet ve Merhameti Nasıldır?

YARATILANA ŞEFKAT VE MERHAMET İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Yaratılana Şefkat ve Merhamet ile İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.