Müslüman Olmak Neyi Gerektirir?

Müslüman olmak ne gerektirir? Gönülden gelen bir iman, davranışlara da yansımak zorunda değil midir?

Müslüman olmak…

MÜSLÜMAN OLMANIN GEREKLERİ

İslâm toplumuna âidiyet duygusu beslemeyi gerektirir. İslâm’ın beş şartını yerine getirmeyi ve îmânın altı şartına teslim olmayı gerektirir.

“Ben” derdine düşmüş nefsi, “Hiçlik” şuuru ile terbiye etmeyi gerektirir.

Elinden ve dilinden emin olmayı gerektirir.

“Elâlem ne der?” putunu kırıp, “el-Alîm ve el-Habîr olan Allah ne der?” şuuru ile hayata mânâ ve değer taşımayı gerektirir.

Tükenip giden fânî dünyanın amaç değil, araç olduğunu öğrenmeyi gerektirir.

Kul hakkı haysiyetini idrâk edip Allâh’ı râzı etmek çabası ile bütün fânî bağlardan âzâde olmayı gerektirir.

“Nefs”i canavara döndürmemek için infak/îsar hassasiyeti kazanmayı gerektirir.

Haset, kıskançlık gibi karanlık duyguları gıpta, takdir ve tevâzûya dönüştürmeyi gerektirir.

Maddî imkânlarda insanlarla durmadan kıyas yapma kıskacında kıvranmak yerine, iki günün denkliğini daha iyisiyle değiştirecek sâlih amellerle ânı güzelleştirmeyi gerektirir.

Zâlim ve kâfiri boykotun sadece vicdanî bir tercih değil, aynı zamanda îmânî bir zarûret olduğunu idrâk ederek ümmet şuuru ile yaşamayı gerektirir.

Başkasına “hak ettiği gibi davranmak” zehrinden arınıp hesap gününü bilerek kulluğun gereğini, kulluğa lâyık olanı yaşamayı gerektirir.

Namazın kötülüklerden alıkoyan mânevî bir fren olduğunu bildiren âyet-i kerîmeyi derinden hissetmeyi gerektirir.

Hacca ve umreye gidip, orada ve yolculuklarda sıra kavgası yapacak kadar akıl/nefis tutulması yaşamamayı gerektirir.

Câmi cemaati olma çabası verirken, câmide koşan çocuğa ses yükseltmemeyi gerektirir.

Hazret-i Ali’nin -kerremallâhu vecheh- buyurduğu gibi, “Mü’minin hüznü kalbinde, tebessümü yüzündedir.” düsturunun canlı örneği olmayı gerektirir.

Her an Allâh’ı yüreğinde hissederek son nefesine kadar bu hissiyatla hayatına yön vermeyi gerektirir.

Kibre kapılmadan, yaptığı her işi “en güzel şekilde yapma/ihsan” şuuru ile yol almayı gerektirir.

Başkalarının hatalarına odaklanıp kendini kusursuz zannedecen gurur, kibir ve ucub ehli bir insan olmaktan uzaklaşmayı gerektirir.

Günahlarını küçük görerek kendini beğenmek yerine, kendini/yaptıklarını yetersiz görüp hep daha hayırlısını nasıl başarabilirim çabası ile ömür basamaklarını tırmanmayı gerektirir.

Dünyada hayırlara koşmanın en akıllıca yatırım olduğunu bilerek, kabirde dinlenme hayali kurmayı gerektirir.

Çıplaklığın sapkınlık ve azgın nefislere yem olmak olduğunu görerek; tesettürün şeref, hürriyet ve kıymetinin farkında bir hayat yaşamayı gerektirir.

Ağza giren lokmanın ve ağızdan çıkan sözün kalbî hayata yön verdiğini unutmadan yaşamayı gerektirir.

Allah rızâsının anne-baba rızâsında gizli olduğunu hatırda tutmayı gerektirir.

Eşin ve evlâdın kıymetli bir emanet olduğunu ve her birinin kendi hakları bulunduğunu hissederek yaşamayı gerektirir.

Namazın -baştan savar gibi- bir spor ve egzersiz provası değil; büyük bir vuslat heyecanı ve mîraç vesîlesi olduğunu hissetmeyi gerektirir.

Malının zekâtını verirken yahut o maldan bolca infâk ederken “er-Rezzâk” olana şükür makamında olmayı gerektirir.

İnsanlara hayırlı dokunuşlarda bulunmanın ve onları her türlü şerden uzak tutmanın, âdeta namaz gibi bir farz kıymetinde olduğu şuurunu yüreğinde taşımayı gerektirir.

İbadetin hayata yön vermeyi kolaylaştıran uygulamalar ve kolaylıklar olmasının şükrü ile câmileri doldurup taşırmayı gerektirir.

İnsan şeref ve haysiyetine aykırı her tavra, kalın duvarlar örmeyi başarmayı gerektirir.

Sapkınlığa, şerre ve kabalığa karşı zarâfetinden taviz vermeden net duruş sergilemeyi gerektirir.

Âyet ve hadislerin hayatımızda âdeta bir gül goncası letâfetinde açabilmesi için maharetli bir bahçıvan olma çabasını gerektirir.

Din kardeşinin başarı, mutluluk ya da hüznünde onun duygularını samimiyetle paylaşabilmeyi gerektirir.

Ferdiyetçilik zehrinden uzak, ümmet olma şuuru ile birbirimize zimmetli olduğumuzun farkında bulunmayı gerektirir.

Müslüman olmanın daha pek çok “gerektirdiği” vardır. Ama bizler, yukarıda sayılanların en azından bir kısmına sahipsek, ne mutlu bize! Gönlümüz ve amellerimizle biz de ümmet-i Muhammed’in bir parçasıyız!.. Rabbimiz, bu îman ve şuurla hepimizi yüce huzûruna kabul buyursun. Âmîn.

Kaynak: Ayşenur Sever, Altınoluk Dergisi, Sayı: 473

İslam ve İhsan

NASIL MÜSLÜMAN OLUNUR?

Nasıl Müslüman Olunur?

İSLAM’IN KISACA TARİFİ

İslam’ın Kısaca Tarifi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.