Mürşide Bağlı Olmayan, Kur’an ve Sünnete Sımsıkı Sarılan Müminlerin Durumu Ne Olacaktır?

Mürşide bağlı olmayan, Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılan müminlerin durumu ne olacaktır? Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz cevaplıyor...

Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılan bir mümin, bir mürşide bağlı olsun veya olmasın elbette iyi bir noktadadır. Çünkü amaç Kur’an ve sünnetin istediği bir insan ve sâlih bir mümin olmaktır. Mürşide bağlanmaktan maksad da budur. Yoksa mürşide bağlanmak Kur’an ve sünnetin üstünde bir şey değildir.

Burada şu husûsu göz önünde bulundurmak gerekmektedir: Acaba insan “Kur’an ve sünnete bağlı yaşıyorum” derken bunu gerçekten başarabiliyor mu, yoksa kendini mi kandırıyor? Çünkü nefs insana çoğu zaman böyle tuzaklar kurar, yanlışlarını hoş, eksiklerini tam gösterir. İnsan, içinde bulunduğu olayları ve durumları objektif olarak değerlendiremez. Böyle olunca da hep kendinden yana yontar. Ama böyle bir mürşid-i kâmilin yanında bulunan kimse, onun tecrübelerinden yararlanarak yanlışlarını düzeltir. Mürşid ona, nefsinin kendisine kuracağı tuzakları gösterir. Böylece daha çabuk mesâfe alır.

Mürşide bağlanmak istemeyen kimse önce, kendisine bu duyguların nereden geldiğini anlamaya çalışmalıdır. Eğer bunlar intisâb edilecek bir şeyh bulamadığı için ise bunun da şeyhlerin eksikliğinden mi, yoksa kendisinden mi olduğuna bakmalıdır. Ama her şeye rağmen benim gönlüm buna ısınmadı diyen, kitap ve sünnete bağlı kalmaya azmettiğini söyleyen kişi, kendisini olaylara ve dünyâ gâilesine kaptırmamalıdır. Çünkü insanın en çok ayağının kaydığı nokta, meşrû olmayan şeylerin zaman içinde tabiî hâle gelip insanın yüreğini pörsütmesidir. Bugün diri bir kalb ve uyanık bir gönül olmadan sünnet çizgisinde İslâmî hayât zor yaşanır.

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KADINLAR DA İNTİSÂB ETMELİ Mİ? ONLARIN İNTİSÂBI NASIL OLMALIDIR?

Kadınlar Da İntisâb Etmeli mi? Onların İntisâbı Nasıl Olmalıdır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.