Molla Gürani Kimdir? Molla Gürani Hayatı

 Fatih Sultan Mehmed'in hocalığını yapan Molla Gürani Hz. kimdir? Molla Gürani Hazretleri nerede doğdu ve nerede vefat etti? Eğitim hayatı nasıldı? Molla Gürani Hazretleri'nin verdiği eserler nelerdir? Molla Gürani Hz. ile ilgili herşey...

Osmanlı âlimi ve müftüsü olup asıl adı Şemseddin Ahmed b. İsmâil’dir (ö. 893/1488). Bazı kaynaklarda ismi verilirken Şemseddin yerine Şerefeddin veya Şehâbeddin unvanı da kullanılır. Onun önce Şerefeddin,daha sonra Şehâbeddin diye anıldığını belirten hocası Makrîzî 13 Rebîülevvel 809 (28 Ağustos 1406) tarihinde Şehrizor’da dünyaya geldiğini belirtir.

Sehâvî bu bilgiyi nakletmekle beraber 813 (1410) yılında Gûrân’da (Kûrân) doğduğunu söyler. Hayatı hakkında bilgi veren kaynaklarda Gûrân’ın nerede bulunduğu konusunda farklı bilgiler vardır. Bazıları burasının İsferâyin’in bir köyü olduğunu kaydederken bir kısmı da Irak’ın kuzeyinde bulunan Şehrezûr’a (Şehrizor) bağlı bulunduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan Bikāî, Molla Gürânî’nin kendisinin Diyarbekir civarındaki Hiler köyünde doğduğunu söylediğini nakleder (Unvânü’z-zamân, vr. 6b).

MOLLA GÜRANİ HAZRETLERİ EĞİTİM HAYATI

İlk öğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra gittiği Bağdat’ta Zeynüddin Abdurrahman b. Ömer el-Kazvînî’den kırâat-i seb‘a, kelâm, tefsir, nahiv ve fıkıh, Hasankeyf’te Celâleddin el-Hulvânî’den Arap dili ve edebiyatı tahsil etti. Tahminen 830 (1426-27) yılında Şam’a geçti ve aralarında Alâeddin Muhammed b. Muhammed el-Buhârî’nin de bulunduğu âlimlerden ders aldı. Ardından Kudüs üzerinden 835 (1431-32) yılında Kahire’ye gitti.

Burada İbn Hacer el-Askalânî’nin öğrencisi oldu ve kendisinden icâzet aldı. Ayrıca Zeynüddin Abdurrahman b. Muhammed ez-Zerkeşî, Ahmed b. Ali el-Makrîzî, Kemâleddin İbnü’l-Bârizî ve Ali b. Ahmed el-Kalkaşendî gibi âlimlerden hadis, kıraat, tefsir ve fıkıh öğrenimi gördü. Bu ilimlerde temayüz etmiş bir âlim olarak Memlük Sultanı el-Melikü’z-Zâhir Çakmak’ın (1438-1453) yakın çevresi içinde yer aldı ve sultanın huzurunda yapılan ilim meclislerine katıldı.

Kahire’deki Berkūkıyye Medresesi’nde fıkıh müderrisi olarak görevlendirildi. Bu görevi devam ederken 844 (1440) yılında, Ebû Hanîfe’nin soyundan geldiği ifade edilen Dımaşk Hanefî kadısı Hamîdüddin Muhammed b. Ahmed en-Nu‘mânî el-Fergānî ile aralarında çıkan tartışma neticesinde bu kişinin atalarına hakaret ettiğinin sultana bildirilmesi üzerine hapsedildi ve yapılan yargılama sonucunda suçlu bulunarak seksen değnekle cezalandırıldı.

Ayrıca müderrislik görevinden uzaklaştırılıp Şam’a sürgün edildi. Bu arada II. Murad dönemi âlimlerinden Molla Yegân ile tanıştı ve onunla Anadolu’ya gitti. Osmanlı kaynaklarında Gürânî’nin hacdan dönen Molla Yegân ile Kahire’de karşılaşıp birlikte Anadolu’ya geldikleri kaydedilmekle beraber (Taşköprizâde, s. 84; Mecdî, s. 103) bazı çağdaş araştırmacılar Halep’te görüşmüş olmalarının daha kuvvetli bir ihtimal olduğu kanaatindedir (Yıldız, Fâtih’in Hocası Molla Gürânî ve Tefsiri, s. 48; İA, VIII, 406).

MOLLA GÜRANİ HAZRETLERİ ANADOLU'DA

Anadolu’ya geldikten sonra Molla Yegân ile birlikte Edirne’ye giderek II. Murad’la görüşen ve onun iltifatına mazhar olan Molla Gürânî önce Bursa’daki Kaplıca, ardından Yıldırım medreselerinde müderris olarak görevlendirildi. Sehâvî, onun Anadolu’ya gittikten sonra Şâfiî mezhebinden Hanefî mezhebine geçtiğini kaydeder (eđ-Đavü’l-lâmi, I, 242). Molla Gürânî 847’de (1443) Manisa’da bulunan Şehzade Mehmed’in (Fâtih) hocalığına getirildi.

Muhtemelen II. Mehmed’in ilk saltanatı ve daha sonra tekrar Manisa’ya yollanması sırasında onun yanında bulundu. Talebesi ikinci defa tahta geçince kendisine vezâret teklif edildi; ancak, “Senin kapında hizmet edenler sonunda vezâret makamına ulaşmayı arzular. Eğer kendileri dışında bir kimse vezir olursa sana olan bağlılıkları zayıflar ve saltanatının düzeni bozulur” diyerek kabul etmedi.

MOLLA GÜRANİ HAZRETLERİ KAZASKERLİĞİ

Bunun üzerine 855 (1451) yılında kazaskerliğe tayin edildi. İstanbul’un fethi sırasında Fâtih Sultan Mehmed’in istişare meclisinde bulundu, orduyla birlikte fethe katıldı ve savaşın en sıkıntılı günlerinde padişahı teşvik ederek kuşatmanın devamını sağlayan grubun içinde yer aldı. İstanbul’un fethinden sonra Memlük sultanına gönderilen ve Arapça süslü bir üslûpla yazılan fetihnâme onun tarafından hazırlandı.

Kazaskerlik görevi sırasında tayinler konusunda padişahın fikrini almadan bağımsız hareket ettiği için Bursa kadılığı ve buradaki vakıfların idaresiyle görevlendirildi. Bu sırada padişaha yakın bir kişiden gelen bir teklifi şeriata aykırı bularak reddettiğinden (İlmiyye Salnâmesi, s. 290) 859 (1455) yılında kadılık görevinden alındı. Bunun üzerine hac yolculuğuna çıkarak önce Halep’e, ardından Şam’a gitti. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra Kudüs’e geçti (860/1456) ve 861’de (1457) hac farîzasını yerine getirdi.

Bazı Osmanlı kaynakları, Molla Gürânî’nin Kahire’ye giderek orada Memlük Sultanı Kayıtbay ile (1468-1496) görüştüğünü ve Fâtih Sultan Mehmed’in daveti üzerine geri döndüğünü kaydeder (Taşköprizâde, s. 85-86; Mecdî, s. 105). Ancak Molla Gürânî’nin 862 (1458) yılında İstanbul’a döndüğü ve o sırada el-Melikü’l-Eşref İnal’ın(1453-1461) Memlük sultanı olduğu dikkate alındığında bu bilginin doğru sayılmadığı anlaşılır. Diğer taraftan Molla Gürânî’nin 861’de (1457) hac yaptığını kaydeden Sehâvî Kahire’ye gittiğinden bahsetmemektedir.

MOLLA GÜRANİ HAZRETLERİ'NİN VEFATI

862 (1458) yılında İstanbul’a dönen Molla Gürânî ikinci defa Bursa kadılığına tayin edildi. 885 (1480) yılında, o dönemde en yüksek ilmiye makamı olup daha sonra şeyhülislâmlığa dönüşecek olan İstanbul müftülüğüne getirildi. Büyük kısmını II. Bayezid devrinde sürdürdüğü bu görevinde sekiz yıl kaldı. Ömrünün sonlarına doğru rahatsızlandı ve İstanbul’da vefat etti ve Aksaray semtinde kendi yaptırdığı caminin hazîresine defnedildi. Bazı kaynaklarda yanlışlıkla kabrinin Bursa’da olduğu ifade edilmiştir (meselâ bk. Sicill-i Osmânî, III, 161).

MOLLA GÜRANİ HAZRETLERİ NASIL BİR KARAKTERE SAHİPTİ?

Fâtih Sultan Mehmed’in yakın ilgisini ve saygısını kazanmış olan Molla Gürânî’nin alçak gönüllü, aynı zamanda vakur ve kanaatlerini açıkça ifade etmekten çekinmeyen bir kişiliğe sahip olduğu belirtilmektedir. Sehâvî, Makrîzî’nin ondan Śaĥîĥ-i Müslim ve eş-Şâŧıbiyye’yi okuduğuna dair bir bilgiyi bizzat Makrîzî’den naklen kaydederse de (eđ-Đavü’l-lâmi, I, 241) aksi söz konusu olup (Makrîzî, I, 364) bu durum bir istinsah hatasından kaynaklanmış olmalıdır.

Molla Gürânî doğduğunda Makrîzî’nin elli yaşlarında bulunması da bunu teyit etmektedir. Molla Gürânî İstanbul’da iki cami, iki mescid, bir dârülhadis medresesi, ayrıca dârülkurrâ, hankah, hamam ve mektep yaptırmış, bu eserler için birçok akar vakfetmiştir. Tanzim ettiği vakfiyesi Rebîülevvel 889 (Nisan 1484) tarihlidir (İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), s. 161-162).

MOLLA GÜRANİ HAZRETLERİ ESERLERİ

Eserleri. 1. Ġāyetü’l-emânî fî tefsîri’l-kelâmi’r-rabbânî. Bazı kaynaklarda Ġāyetü’l-emânî fî tefsîri sebi’l-meŝânî olarak da geçen eseri (Taşköprizâde, s. 86) Molla Gürânî 860 (1456) yılının sonlarında Kudüs’te bulunduğu sırada yazmaya başlamış, 867’de (1462-63) tamamlayarak Fâtih Sultan Mehmed’e ithaf etmiştir. Kelâm, fıkıh ve siyere dair bilgiler de ihtiva eden kitabın başlıca kaynakları arasında Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ı ve Beyzâvî’nin Envârü’t-tenzîl’i yer almaktadır. Müellif eserinde zaman zaman bu iki tefsirde mevcut görüşleri tenkit etmiştir.

Bazı Osmanlı hükümdarları tarafından yazdırılarak Buhara Hanlığı’na ve diğer yerlere hediye olarak gönderilen eser Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur (nüshaları için bk. Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 146; Hasan Hüsnü Paşa, nr. 14; Hacı Mahmud Efendi, nr. 162). 2. ed-Dürerü’l-levâmi fî şerĥi Cemi’l-cevâmî. el-Budûrü’l-levâmi adıyla da anılan eser (Brockelmann, GAL Suppl., II, 106) Tâceddin es-Sübkî’nin fıkıh usulüne dair kitabının şerhidir (Süleymaniye Ktp., Karaçelebizâde Hüsâmeddin, nr. 81; Yozgat, nr. 172). Müellif eserinin birçok yerinde Mahallî’yi eleştirmiş, buna karşılık Mahallî’nin öğrencileri de yazdıkları eserlerde Molla Gürânî’nin yanlışlarını ortaya koymaya çalışmışlardır.

Keşfü’l-esrâr an ķırââti’l-eimmeti’l-aħyâr (Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 47). İbnü’l-Cezerî’nin kıraat ilmine dair ismini vermediği bir manzumesinin şerhi olup İbn Muhaysın, A‘meş ve Hasan-ı Basrî’nin kıraatlerini konu almaktadır (Keşfü’ž-žunûn, II, 1486). Eser II. Bayezid’e ithaf edilmiştir. 4. el-Kevŝerü’l-cârî ilâ riyâżi eĥâdîŝi’l-Buħârî. Śaĥîĥ-i Buħârî’nin şerhi olan eserde hocası İbn Hacer’in ve bir diğer Śaĥîĥ-i Buħârî şârihi Kirmânî’nin bazı yorumlarını eleştirmiştir (Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 686, Fâtih, 497; Köprülü Ktp., nr. 328).

el-Abķarî fî ĥavâşi’l-Caberî. Kāsım b. Fîrruh eş-Şâtıbî’nin kırâat-i seb‘a konusunda manzum olarak kaleme aldığı Ĥırzü’l-emânî’ye Ca‘berî’nin yazdığı Kenzü’l-meânî isimli hâşiye üzerine kaleme alınmış bir ta‘liktir (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 9; Kadızâde Mehmed, nr. 10). 6. Ferâidü’d-dürer ve şerĥu Levâmii’l-ġurer (Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 47/1).

Refu’l-ħitâm an vaķfi Ĥamza ve Hişâm. Ca‘berî’nin Ferâidü’l-esrâr min vaķfi Ĥamza ve Hişâm adlı manzumesinin şerhi olup kıraat âlimlerinden Hamza b. Habîb ve Hişâm b. Ammâr’ın vakf konusundaki görüşlerini açıklamaktadır (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 27). 8. el-Müreşşaĥ ale’l-Müveşşaĥ. İbnü’l-Hâcib’in nahiv ilmine dair el-Kâfiye’sine Şemseddin Muhammed b. Ebû Bekir el-Habîsî’nin yazdığı el-Müveşşaĥ adlı şerhin hâşiyesidir (Keşfü’ž-žunûn, II, 1371). 9. Risâle fi’l-velâ (Risâletü’l-velâ). Molla Hüsrev’in aynı adlı risâlesini tenkit için yazılmıştır (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3631/35; Ayasofya, nr. 1423/3).

Molla Gürânî’nin İstanbul’un fethinden sonra Memlük sultanına gönderilmek üzere yazdığı ve Feridun Bey’in Münşeâtü’s-selâtin’inde yer alan fetihnâme (I, 235-238) Ahmed Ateş tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir (“İstanbul’un Fethine Dair Fâtih Sultan Mehmed Tarafından Gönderilen Mektublar ve Bunlara Gelen Cevaplar”, TD, IV/7 [1952], s. 14-23). Ayrıca aruz ilmine dair kaleme aldığı ve Fâtih Sultan Mehmed’e ithaf ettiği 600 beyitlik eş-Şâfiye fi’l-arûż ve’l-ķāfiye adında Arapça bir kasidesi vardır (TSMK, III. Ahmed, nr. 1691).


BİBLİYOGRAFYA:

Makrîzî, Dürerü’l-uķūdi’l-ferîde fî terâcimi’l-ayâni’l-müfîde (nşr. Adnân Dervîş - Muhammed el-Mısrî), Dımaşk 1995, I, 363-365; Bikāî, Unvânü’z-zamân bi-terâcimi’ş-şüyûħ ve’l-aķrân, Köprülü Ktp., nr. 1119, vr. 6b-7b; Sehâvî, eđ-Đavü’l-lâmi, I, 241-243; Süyûtî, Nažmü’l-iķyân (nşr. Philip K. Hitti), Beyrut 1927, s. 38-40; İbnü’ş-Şemmâ‘ el-Halebî, el-Ķabesü’l-ĥâvî li-ġureri’s-Seħâvî (nşr. Hasan İsmâil Merve - Haldûn Hasan Merve), Beyrut 1998, I, 134; II, 369; İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), s. 161-162; Taşköprizâde, eş-Şeķāiķ, s. 83-90; Feridun Bey, Münşeât, I, 235-238; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 102-111; Keşfü’ž-žunûn, I, 595-597; II, 1371, 1486; Şevkânî, el-Bedrü’ŧ-ŧâli, I, 39-41; Sicill-i Osmânî, III, 161; Osmanlı Müellifleri, II, 3; İlmiyye Salnâmesi (haz. S. Ali Kahraman v.dğr.), İstanbul 1998, s. 289-290; Brockelmann, GAL, II, 295-296; Suppl., II, 106, 319-320; Hediyyetü’l-ârifîn, I, 135; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 74-77, 349; Karatay, Arapça Yazmalar, IV, 157-158; Cahid Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 310-312; Mehmed Sofuoğlu, Tefsire Giriş, İstanbul 1981, s. 363; Sakıp Yıldız, Fatih’in Hocası Molla Gürânî ve Tefsiri, İstanbul, ts. (Sahaflar Kitap Sarayı); a.mlf., “Molla Gürânî ve İstanbul Fethindeki Rolü”, İİFD, sy. 3 (1979), s. 127-131; R. C. Repp, The Müfti of Istanbul: A Study in the Development of the Ottoman Learned Hierarchy, London 1986, s. 166-174; Abdulcebbar Altun, Şeyhulislâm Molla Gürâni: Hayatı, Eserleri ve Tefsirdeki Metodu (yüksek lisans tezi, 1996), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Recep Cici, Osmanlı Dönemi İslâm Hukuku Çalışmaları: Kuruluştan Fatih Devrinin Sonuna Kadar, Bursa 2001, s. 234-242; Süleyman Mollaibrahimoğlu, Süleymaniye Kütüphanesi’nde Bulunan Yazma Tefsirler, İstanbul 2002, s. 295; Ahmed Ateş, “Molla Gürânî”, İA, VIII, 406-408; J. R. Walsh, “Gūrānī”, EI² (İng.), II, 1140-1141.

Kâmil Yaşaroğlu

Kaynak: TDV İSAM

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.