Mes’ul Olunmayan Kader

Bazı durumlar vardır ki bunlar kendi arzu ve isteğimizin dışında gerçekleşir ki, tamamen kader ve kazânın tecellîsinden ibarettir. Bunun aksine hareket aslâ mümkün değildir. Doğmak, ölmek, dirilmek, uyumak, acıkmak, cesedî yapımız, ömür süremiz ve benzerî durumlar hep kaderin bu kısmına dâhildir. Bunlara kader-i mutlak da denir ki, insanoğlu zarûreten tâbî olduğu bu fiillerden mes’ûl değildir.

Allâh Teâlâ, insan için takdîr buyurduğu fiilleri iki kısımda tecellî ettirmiştir:

1. Ef’âl-i ıztırâriyye (zarûrî fiiller)

2. Ef’âl-i ihtiyâriyye (tercihe bağlı fiiller)

İNSANIN İRADESİYLE KADER ARASINDAKİ İLİŞKİ

Bunlar kendi arzu ve isteğimizin dışında gerçekleşir ki, tamamen kader ve kazânın tecellîsinden ibarettir. Bunun aksine hareket aslâ mümkün değildir. Doğmak, ölmek, dirilmek, uyumak, acıkmak, cesedî yapımız, ömür süremiz ve benzerî durumlar hep kaderin bu kısmına dâhildir. Bunlara kader-i mutlak da denir ki, insanoğlu zarûreten tâbî olduğu bu fiillerden mes’ûl değildir.

Kaderin bu kısmına dâhil olan hususlarda kazâ vakti gelince insanların gören gözü görmez, işiten kulağı duymaz olur. Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“Kazâ gelip çatınca, balıklar kendilerini denizden dışarı atarlar. Havada uçan kuşlar, yerde kendileri için hazırlanan tuzaklara koşmaya başlarlar.”

“Böyle bir kader ve kazâdan ancak yine kader ve kazâya kaçanlar kurtulabilir.”

Zîrâ Allâh Teâlâ buyurur:

“... Allâh’ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.” (el-Ahzâb, 38)

Ancak kader deyince meydana gelen âfet vesâire anlaşılmamalıdır. Kader, bir mânâda kâinâttaki dengeyi ve o dengenin ilâhî ölçüsünü ifâde eder. Allâh Teâlâ buyurur:

“Biz, her şeyi bir kadere/ölçüye göre yarattık.” (el-Kamer, 49)

Onun için kaderin hükmünü tenkit, bir cehâlet, tabiri câizse bir hamâkattir. Zîrâ onun hükmü, dâimâ yerli yerincedir. Meselâ içinde yaşadığımız âlemde bir an ve bir milimetre dahî şaşmayan bir denge ile devamlı dönen ve dünyâmızı aydınlatan güneş hakkında onun keyfine göre davranıp da dünyâdan uzaklaşacağı veya dünyâya yaklaşacağı tarzında mü’min-kâfir kimsenin bir tedirginliği ve güvensizliği yoktur. Herkes inanır ki güneş, bir an dahî şaşmayan belirli bir nizâm içinde hergün doğar ve batar. Bunun gibi müsbet-menfî meydana gelen her hâdisenin de hikmeti bilindiği takdirde bilâ-istisnâ söylenecek yegâne söz dâimâ “En doğrusu bu!” ifadesinden, yâni ilâhî proğramı tasdîkten ibârettir. En münkir kâfirler bile kendi bünyelerinde takdîr olunan ilâhî tenâsüp, nizâm ve cihazların işleyişi karşısında gayr-i ihtiyârî bu hakîkate hayrân olurlar. İlâhî takdîr programından müsâade-i ilâhî çerçevesinde çözülebilen her sır, tenkit şöyle dursun kâfir de olsa akl-ı selîm her beşeri, âdetâ ebedî bir hayret ve şaşkınlık vadisinde dolaştırmaktadır. Bu hususta ileri geri konuşanlar, sadece takdîrin sırrından bî-haber olan, akıl ve idrâk mahrûmlarıdır. Bunlar, hayır-şer, doğru-yanlış, hak-bâtıl bilmeyen cehâlet kurbanlarıdır.

Diğer taraftan mâlûmdur ki kader ve kazâ, bir meçhûldür. Bu da, hakîkatte fânî bir varlık olan insan için ilâhî bir lutuftur. Zîrâ bir kimse başına gelecek menfî-müsbet her şeyi bilse, artık o yaşayamaz bir hâle gelir. Yemeden içmeden, çalışmadan vs. her şeyden el çeker. Ancak Cenâb-ı Hakk, kader ve kazâyı gizlediği içindir ki, insanoğlu ölümle burun burunayken bile hayat ümidi taşır ve hayatî faâliyetlerden kopmaz. Bu da, dünyâ hayatında yaşamayı mümkün kılan muazzam ve mükemmel bir ilâhî nizâmdır.

Şerrin de Allâh’tan olması meselesine gelince, hiçbir şer onun murâdı ile değildir. Ancak imtihân îcâbı olarak O, şerre de izin ve müsâade vermiştir. Üstelik şerrin zuhûruna Cenâb-ı Hakk’ın izin ve müsâade gibi tabiri câizse bir vize koyması, onun kullarına olan engin merhametinin bir tezâhürüdür. Zîrâ bu vize, her şerre izin vermemekte ve farkında olsak da olmasak da bizi maddî-mânevî nice felâket uçurumlarından muhâfaza etmektedir. Yoksa insanoğlu, nefis ve şeytanın iğvâsıyla işlediği cürüm ve gafletlere kimbilir daha nicelerini ekleyecektir. Çünkü o, bilerek ve bilmeyerek hayra olduğu kadar şerre de tâliptir. Bu gerçeği Hakk Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyân buyurur:

“İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” (el-İsrâ, 11)

“Eğer Allâh insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu...” (Yûnus, 11)

İnsanoğlu ne denli kendini murâkabe ederse bu âyet-i kerîmenin îzâhına o derecede vâkıf olur. Meselâ, bir yalancı muhâtabını inandırmak için «İki gözüm kör olsun ki, doğru söylüyorum.» derken gözleri kör olmamakta ve kendisine verilen imtihân mühleti yine normal şartlarında devam etmektedir. Yine pek çok kimse: «Şöyle yaparsam ellerim kırılsın; şunu işlersem kafam kopsun; bunu yaptığım takdirde ölümümü gör!” gibi o an için samîmî bir niyetle gayet ciddî hüküm dolu ifadeler sarfederler. Ancak an gelir bu dediklerine muhâlif durumda kalırlar. Böyle olmasına rağmen ne elleri kırılır, ne kafaları kopar, ne de ölürler. İnsan hayatında buna benzer nice misâller vardır. İşte Cenâb-ı Hakk, böyle durumlarda merhameti muktezâsı bu şer taleplerine âdetâ vize koymakta ve onları gerçekleştirmemektedir ki, yukarıdaki âyet-i kerîmeler bu nükteyi ifâde eder.

Dolayısıyla ârif gönüller, Cenâb-ı Hakk’ın bu rahmet ve merhametini idrâk ile kaderin müsbet-menfî her tecellîsi karşısında:

“Hoştur bana senden gelen,

Ya gonca gül yahud diken,

Ya hil’at ü yahud kefen,

Kahrın da hoş lutfun da hoş!” derler.

Zaten Hakk Teâlâ da kullarına bu hâli emretmektedir:

“(Ey Rasûlüm!) De ki: Allâh’ın bizim için yazdığından başkası bize aslâ erişmez. O bizim mevlâmızdır. O hâlde mü’minler yalnız Allâh’a tevekkül etsinler.” (et-Tevbe, 51)

Şâir ne güzel demiş:

Ne kahrı dest-i a‘dâdan ne lutfu âşinâdan bil,

Umûrun Hakk’a tefvîz et, Cenâb-ı Kibriyâ’dan bil!..

Zîrâ:

“Eğer Allâh sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Yûnus, 107)

Hâsılı kalbin safâsı, kadere rızâda gizlenmiştir. Bunun aksi hiçbir hareket, fayda getirmez. Hazret-i Mevlânâ ne güzel buyurur:

“Sen, Allâh’ın verdiklerine râzı olmadıkça, rahat etmek ve kurtulmak ümidi ile nereye kaçarsan kaç, orada karşına bir âfet çıkar; gelecek olan belâ gelir ve yine sana isâbet eder.”

“Bilesin ki, bu fânî cihânın hiçbir köşesi tuzaksız değildir. Hakk’ı gönülde bularak ve ona sığınarak onun mânevî huzûrunda yaşamaktan başka kurtuluş ve rahat yoktur. Bak; bu fânî âlemde en emin yerlerde yaşayanlar da en güçlü zannedilenler de nihâyet ölümün tuzağına düşmüyorlar mı?”

“Sen fânî tuzaklardan emin olmaya değil, Hakk’a sığınmaya bak! O dilerse senin için zehri şifâ yapar, dilerse suyu zehir hâline getirir!”

 Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İslam İman İbadet

İslam ve İhsan

ALLAH’IN İNSAN İÇİN TAKDİR ETTİĞİ FİİLLER

Allah’ın İnsan İçin Takdir Ettiği Fiiller

KAZA VE KADER İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Kaza ve Kader ile İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.