Mesnevi'de Nefis Terbiyesi

Allah’a giden yollar insanların nefesleri sayısınca olsa da genel anlamda iki tanedir. Bunlardan biri; peygamberlerin, velilerin ve müminlerin yolu olan rahmet yolu/sırat-ı müstakim, diğeri de şeytana ve nefsine uyanların yolu olan lanet yoludur. Akıl sahibi insan, ömür sermayesini rahmet yolunda tüketir. Bu yol çetindir; inişi, yokuşu, engelleri, eşkıyası çoktur.

İslam tasavvufunun tanımı, mahiyeti, amacı ve yöntemleri hakkında sayısız görüşler mevcuttur. Bütün bu görüşlerin özünde tasavvufun temel amacının; Kur’an ve sünnetin tarif ettiği mümin kulun inşası, bir diğer deyişle de en güzel örneği Hz. Peygamber ile gösterilen insan-ı kâmilin yetiştirilmesi olduğu dikkati çeker. Bu amacın gerçekleşmesi için insanın; dinin hükümlerine bağlı olması, Allah’ın edebiyle edeplenmesi, marifetullah ve muhabbetullah ile teçhiz olması gerekir.

Mevlana, Mesnevi’de insan-ı kâmil olmaya talip olanlara bu zorlu yolun inceliklerini, sırlarını, zorluklarını anlatırken hakiki bir mürşit olarak yolun tehlikeleri konusunda da rehberlik eder; Hz. Peygamber’in; “Allah’ım! Beni bir an bile nefsimle baş başa bırakma!” duasındaki ikaza dikkat çeker. Zira bu yola baş koyanların manevi tekâmülüne en büyük engel, insanın Rabbine yaklaşma yolunun en güç geçidi nefistir: Yol afetleri içinde nefisten beteri yoktur. Nefis yüz binlerce iyi adı kötüye çıkarmıştır. Yüz binlerce akıllı, fikirli adamı şaşkın bir hâle getirmiştir. (V/1369-1370.)

NEFSİN ZARARLARI

Mevlana, Mesnevi’de nefsin zararlarını defalarca anlatır. Nefis, insanın yolunu kesen bütün putların anasıdır. (I/772-782.) Çok aldatıcıdır, yanlış yolu insana cazip gösterir. (I/190-194.) İnsan nefis ejderhasını yenmezse, ona köle olur; bu da dibi görünmeyen bir kuyuya çıkmamacasına düşmektir. (I/3815–3819.) Hz. Âdem, nefis zevkine bir adım atınca cennetin başköşesinden ayrılmış, dünyaya sürülmüştür. Bu yüzden insanın içinde beslenen bu düşmanın hilesinden korunmak için bir bekçi gibi uyanık olmalı, bir an bile gaflete düşmemelidir. (I/410-412.) 

Kur’an-ı Kerim’de nefsine esir olanlar; “İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (A’râf, 7/179.) ayetiyle tarif edilir. Oysa Cenab-ı Hakk’ın kendisine halife tayin ederek yarattığı, kâinatın gözbebeği olan insan; nefsini terbiye ederek yalnızca Allah’a kul olduğu zaman meleklerden üstün olma fırsat ve kazancına sahip bir varlıktır. Meleklerden üstün olma vasfı insan-ı kâmile hastır. Bunun için de evvela alçaklığa dost, yüceliğe düşman olan hayvani nefisten kurtulmak şarttır. (I/2875; II/1445-1446.)

Hz. Mevlana; insanın yaratılış itibarıyla hayvanlardan daha aşağı veya meleklerden daha muazzez olma aralığını şu hadis-i şerifle anlatır: Şüphesiz Allah melekleri yarattı, onlara akıl verdi. Hayvanları yarattı, onlara da nefis verdi. İnsanı yarattı, insana hem akıl hem de nefis verdi. İnsanlardan kimin aklı nefsine galip gelirse, meleklerden daha yüksektir. Kimin de nefsi aklına galip gelirse o da hayvanlardan aşağıdır. Hadis; insanın ancak nefsini tezkiye/terbiye ile duyguların, geçici heveslerin esiri olmaktan uzaklaşıp, aklı ile doğru olanı seçmesi neticesinde kâmil insan olmaya, melekleşmeye adım atabileceğini öğütler.

NEFSİNİ ISLAH ETMEK

İşte Mevlana bu yüzden Mesnevi’de; insanın kendisini kötü huylara ve süfli arzulara çeken nefsini ıslah etmesi, hilelerinden korunması ve daima aklını kullanması yönünde öğütler verir. Nefis şeytanın yardımcısı, insanın en yakınında bulunan, en büyük düşmanıdır. İnsanın bu düşmandan korunmasını sağlayan ise aklıdır. Akıl ve nefis birbirine tamamen zıttır. Nefis yalnızca isteklerinin peşinde koşar; akıl ise her işin sonunu düşünür, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırmamıza yardım eder.

Mesnevi’de Mevlana, hikâyeler aracılığıyla nefsin hilelerine karşı uyanık olmamız konusunda bize öğütler verirken öncelikle nefsin dost görünümüyle hemen yanı başımızda, hatta içimizde olduğuna dikkat çeker. Konuyla ilgili hikâye Hz. Musa ve Firavun’a dairdir. Rüyasında saltanatını yıkacak bir peygamberin dünyaya geleceğini gören Firavun, bazı tedbirler alır. Önce bütün eşleri birbirinden ayırarak beklenen peygamberin doğmasını engellemek ister. Daha sonra müneccimlerden bu çocuğun dünyaya geldiğini öğrenince, o yıl doğan bütün erkek çocukları öldürtür. Hz. Musa’nın annesi çocuğunu ölümden korumak için, onu beşiğiyle Nil’e bırakır. Suda sürüklenen beşik, Firavun’un sarayı önüne gelir. Firavun’un eşi çocuğun ölümüne mani olur, onu himayesi altına alır. Böylece Firavun’un bütün tedbirleri boşa gider ve can düşmanı olduğunu bilmeksizin Hz. Musa’yı evinde büyütmeye başlar. İnsanoğlu da düşmanını hep dışarıda arar, suçunu yüklenmek istemez ama en büyük düşmanı bünyesindeki nefistir. (II/774.)

HİÇ HIRSIZA GÜVENİLİR Mİ?

Mevlana daha sonra başka bir konuda bizi ikaz eder: “Aşağılık nefis eğer senden yüce bir kazanç dilese bile, bu dilekte de hile ve düzen vardır.” sözleriyle nefsin yanlışı doğru gösterme yanında doğruya yöneldiği zaman da insanı daha büyük bir hayırdan engelleme amacı olduğunu belirtir. Bu konuya örnek olarak halife ile şeytan arasında geçen hadiseyi anlatır. Bir gün halife köşkünde uykuya dalar. Kimse rahatsız etmesin diye kapıyı kilitlemiştir. Ansızın birisi onu uyandırır. Gözünü açınca, uyandıran adam gözden kaybolur. Kendi kendine, “Köşke kimse giremez. Bu kimdir acaba?” diyerek her yeri arar. Kapının arkasında gizlenen bir adam bulur. “Sen kimsin, adın ne?” diye sorunca, adam “Ben şeytanım.” der. Halife; “Peki, beni niçin uyandırdın?” deyince; şeytan “Namaz vakti geldi, namazı kaçırmayasın diye uyandırdım.” der. Halife “Hayır, bu mümkün değil. Sen insanı hayra yöneltmezsin. Bu âdeta hırsızın bekçilik etmesine benzer. Hiç hırsıza güvenilir mi?” der.

Şeytan: “Ben eskiden meleklerle aynı safta ibadet ediyordum. İlk sanat gönülden çıkar mı? Allah beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun yolundadır. Evet, Âdem’e secde etmedim. Ama bu inkârdan değildi, Allah’a olan sevgimdendi. Kıskandığım için secdeyi reddettim.” der.

Halife: “Dediklerinin bir kısmı doğru ama bugüne kadar yaptığın kötülükler meydanda. Yüz binlerce kişinin yolunu vurdun, imanına kast ettin. Sen ateşsin, tabiatın yakmaktır. Bunca kavmi hilelerinle doğru yoldan saptıran sensin. İşin Âdemoğullarına düşmanlıktır. Senden iyilik umulmaz, dostluk beklenmez.” der.

Şeytan: “Allah, beni aslanla köpeği imtihan etmek için yarattı. İyiyle kötü benim sayemde bilinir.” derse de, halife inanmaz. “Sen bir dolandırıcısın. Sözlerinle ilk atamızı kandırıp cennetten yeryüzüne atılmasına sebep olmuştun. Her sözün hileden ibarettir. Bana doğruyu söyle, beni niçin uyandırdın?” diyerek şeytanı sorgulamaya devam eder. Şeytan; “Ben bir kere kötülük ettim diye herkes suçunu bana yüklüyor. Neden inanmıyorsun? Sadece namazı kaçırmanı istemedim.” der. Halife ikna olmaz, doğruyu söylemesi için zorlar.

ŞEYTANIN İTİRAFI

Şeytan, sonunda itiraf etmeye mecbur kalır: “Ey Halife, ben seni cemaate yetişip, namaz kılasın diye uyandırdım. Eğer namazı kaçırsaydın çok üzülecek, pişman olacak, ağlayacaktın. Senin bu üzüntün Allah yanında yüzlerce namaza bedeldir. Tıpkı şuna benzer. Bir adam mescide gireceği zaman baktı ki halk mescitten çıkıyor. “Namaz kılındı mı? Herkes niçin mescitten çıkıyor?” diye sorar. Birisi, “Cemaatle namaz eda edildi, dua bile bitti.” deyince adam öyle bir ah çeker ki gönlünün bütün ıstırabı, ateşi, pişmanlığı bu feryatta duyulur, görülür. Cemaatten biri “Sen bu ahı, bu feryadı bana ver; ben de namazımı sana bağışlayayım.” der. Adam hemen; “Verdim, namazı da kabul ettim.” der; diğeri de ahı alır. Gece rüyasında gayptan ona bir ses gelir: “Sen ab-ı hayatı, derde derman olan ameli aldın. O ahın sayesinde âşıklar zümresine kabul edildin. O ahın yüzü suyu hürmetine bütün cemaatin namazı kabul edildi.” der.

Şeytan bu hikâyeyi anlattıktan sonra der ki; “Eğer seni namaza uyandırmasaydım, namazı kaçırdığın için feryat edecektin. O kederin, yüzlerce namazdan üstün olacaktı. Bundan korktum, seni uyandırdım. Yoksa ben hasetçiyim, düşmanım; işim, gücüm hile ve kindir.” der. Halife; “Şimdi doğruyu söyledin, senden beklenen budur. Sen, beni daha üstün bir hayırdan mahrum etmek için hayra sevk ettin.” der. (II/2672-2684.)

DOST YÜZLÜ DÜŞMAN: NEFSİMİZ

Hikâyede görüldüğü gibi, şeytanın işbirlikçisi olan nefis, içimizde gizlenen dost yüzlü bir düşmandır. İyiliğe dair tavsiyede bulunmasına aldanmamalı, gerçek niyetini anlamak konusunda uyanık olmalıdır. Bu ayrımı yapacak olan akıldır. İnsan, Cenab-ı Hakk’ın kendisine bağışladığı akıl nimetini kullanırsa, nefsin gösterdiği düşmanlık yoluna değil, gönlün gösterdiği sevgi yoluna gider. Böylelikle yaratılışındaki bütün olumsuzluklar sevginin gücüyle iyiliklere, güzelliklere dönüşür; akıl ve sevgi kanatlarıyla yükselen insan melekleşme hatta meleklerden üstün olma şansını yakalar.

Allah’a giden yollar insanların nefesleri sayısınca olsa da genel anlamda iki tanedir. Bunlardan biri; peygamberlerin, velilerin ve müminlerin yolu olan rahmet yolu/sırat-ı müstakim, diğeri de şeytana ve nefsine uyanların yolu olan lanet yoludur. Akıl sahibi insan, ömür sermayesini rahmet yolunda tüketir. Bu yol çetindir; inişi, yokuşu, engelleri, eşkıyası çoktur. “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yusuf, 12/53.) ayetiyle bildirildiği gibi her insanın yolunu kesen en büyük harami, nefsidir. Enaniyet, kibir, kıskançlık, açgözlülük, hile, yalan, ikiyüzlülük, öfke, acele, edepsizlik, isyan, merhametsizlik, inat, kindarlık, önyargı/şekilcilik, bilgisizlik, sevgisizlik gibi kötü huy ve davranışlar içimizdeki nefisten kaynaklanır: Hadisteki şu güzel öğüdü duy; “Düşmanlarınızın en kuvvetlisi içinizdedir!”  (III/4065.)

Kaynak: Prof. Dr. Emine Yeniterzi, Diyanet Aylık Dergi, Sayı: 324

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.