Mekkeli Müşriklerin Müslümanlara Yaptıkları Zulüm ve İşkenceler

Mekke döneminde Mekkeli müşriklerin Müslümanlara yaptıkları zulüm ve işkenceler nelerdir? Sahabilerin dilinden ilk Müslümanlara yapılan bazı zulüm ve işkenceler…

Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- ve ilk Müslümanlar müşriklerin çeşitli işkencelerine mâruz kalmışlardı.

İLK MÜSLÜMANLARA YAPILAN ZULÜM VE İŞKENCELER

Müşrikler Ateşte Kızdırdıkları Taşları Sırtına Yapıştırırlardı

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- hilâfeti döneminde, ilk Müslümanlardan olan Habbâb bin Eret -radıyallâhu anh-’a:

“–Allâh yolunda çektiğin işkenceleri bize biraz anlatır mısın?” demişti.

Bunun üzerine Hazret-i Habbâb:

“–Ey mü’minlerin emîri, sırtıma bak!” dedi. Onun sırtına bakan Hazret-i Ömer:

“–Ömrümde böylesine harap edilmiş bir insan sırtı hiç görmemiştim.” diyerek hayretler içinde kaldı. Habbâb -radıyallâhu anh- şöyle devâm etti:

“–Kâfirler ateş yakarlar ve beni elbisesiz olarak üzerine yatırırlardı. Ateş, ancak sırtımdan eriyen yağlarla sönerdi.”[1]

Müşrikler ateşte kızdırdıkları taşları Hazret-i Habbâb’ın sırtına yapıştırırlar ve işkencenin şiddetinden mübârek sahâbînin etleri dökülürdü. Buna rağmen yine de kâfirlerin istedikleri sözleri söylemezdi. (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 114)

Zîrâ îmânın lûtfettiği “vuslat” heyecânı, bütün dünyevî ıztırapları bertarâf ediyordu.

Habbâb bin Eret -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Bir gün Allah Rasûlü, Kâbe’nin gölgesinde iken, yanına varıp kendisine müşriklerden gördüğümüz işkenceleri şikâyet tarzında anlattık. Ardından da bu işkencelerden kurtulmamız için Allah’tan yardım dilemesini taleb ettik.

O da bize şöyle buyurdu:

“Sizden evvelki nesiller arasında, yakalanıp bir çukura konan, sonra testere ile baştan aşağı ikiye bölünen ve demir taraklarla etleri tırmıklanan, fakat yine de dîninden dönmeyen mü’minler olmuştur. Allâh’a andolsun ki, O, bu dîni tamamlayacak, hâkim kılacaktır. O derecede ki, bir kişi, Allah’tan ve koyunlarına kurt saldırmasından başka bir korku duymaksızın, San’a’dan Hadramut’a kadar emniyet içinde gidip gelebilecektir. Ne var ki siz sabırsızlanıyorsunuz!..” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 29, Menâkıb 25, İkrâh 1; Ebû Dâvûd, Cihâd 97/2649)

Bayıltıncaya Kadar Döverlerdi

İslâm düşmanları, Hazret-i Suheyb -radıyallâhu anh-’ı da bayıltıncaya kadar döverlerdi. Bu işkenceler hicrete kadar devâm etti. Nihâyet Suheyb -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’den sonra Medîne’ye hicret etmek maksadıyla yola çıktı. Mekkelilerden bâzıları arkasından yetişerek:

“–Sen buraya fakir ve zayıf bir kimse olarak geldin. Aramızda bol servete kavuştun! Sonunda kendinle birlikte servetini de alıp gitmek istiyorsun ha! Vallâhi buna müsâade etmeyiz!” dediler.

Suheyb hemen hayvanından yere indi. Sadağındaki okları çıkardı ve:

“–Ey Kureyş cemaati! İyi bilirsiniz ki, ben sizin en iyi ok atanlarınızdan biriyim. Vallâhi yanımda bulunan okların hepsini üzerinize atar, bitince de kılıcımı çekerim. Bunlardan birisi elimde bulundukça bana yaklaşamazsınız. Ancak onlar elimden çıktıktan sonra bana istediğinizi yapabilirsiniz. Şimdi, servetimin yerini haber verip onu size terk edersem yolumu açar, beni serbest bırakır mısınız?” dedi.

Müşrikler, teklifi kabûl ettiler. Bunun üzerine Suheyb -radıyallâhu anh-, servetinin yerini onlara bildirerek yoluna devâm etti. Rebîülevvel ayının ortalarında Kubâ’ya varıp Rasûlullâh’a kavuştu.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onu görünce tebessüm etti ve onun îmânı uğruna bütün servetini fedâ etmesini îmâ ederek:

“Suheyb kazandı! Suheyb kazandı! Ey Ebû Yahyâ! Satış kârlı oldu! Satış kârlı oldu!” buyurdu.[2]

Rivâyete göre bu hâdise üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“İnsanlardan öyleleri de vardır ki, Allâh’ın rızâsını kazanmak için kendini (ve malını) fedâ eder. Allâh da kullarına karşı şefkatlidir.” (el-Bakara, 207)

İşkenceler Yüzünden Kör Olmuştu

Zinnîre Hâtun da müşrikler tarafından bin bir ezâ ve cefâ gören hanım sahâbîlerdendi. Ebû Cehil’in yaptığı işkenceler yüzünden âmâ olmuştu.

Ebû Cehil ona:

“–Gördün mü? Lât ve Uzzâ senin gözünü kör etti!” dedi.

Zinnîre Hâtun:

“–Hayır! Vallâhi, benim gözümü kör eden onlar değildir. Lât ve Uzzâ, bana ne fayda ne de zarar verebilir. Benim Rabbim, gözümü geri vermeye kâdirdir!” dedi.

Ruhları ebediyyen karanlığa gömülü olan müşrikler, sabah olduğunda, Allâh’ın lûtfuyla Zinnîre Hâtun’un gözlerinin iyileşmiş olduğunu görerek şaşkına döndüler.[3]

Ayaklarından Zincirle Bağlayıp Elbisesiz Bir Hâlde Sürüklerlerdi

İlk Müslümanlardan daha niceleri böyle çile ve ıztıraplar içinde idi. Âmir bin Füheyre, Ebû Fükeyhe, Mikdâd bin Amr, Ümmü Übeys, Lübeyne Hâtun, Nehdiye Hâtun ve kızı gibi, Peygamber Efendimiz’in güzîde ashâbı, akla hayâle gelmedik işkencelere mâruz kalmışlardı. Müşrikler onları, ayaklarından zincirle bağlayıp elbisesiz bir hâlde sürükleyerek, sıcağın en şiddetli olduğu saatlerde çöle çıkarırlar, üzerlerine büyük kaya parçaları koyarlar, şuurlarını kaybedip ne söylediklerini bilmez hâle getirinceye kadar onlara işkencenin her türlüsünü tatbîk ederlerdi. Boğazlarını sıkarlar ve öldüklerini zannedinceye kadar bırakmazlardı.[4]

Ashâb-ı kirâm, işte bu tahammül ötesi işkence ve zulümler altında îmanlarını korudular, bu ilâhî nîmetin bizlere kadar ulaşması için malları ve canları pahasına gayret sarf ettiler. Zîrâ onlar, İslâm nîmetinin azametini gerçek mânâda idrâk hâlinde idiler. Böylece her iki dünyâda da ilâhî izzetin kapısını aralamasını bildiler. Fânî ömürleri:

“Ey îmân edenler! Allah’tan, O’na yaraşır bir takvâ ile korkun ve ancak Müslüman olarak can verin!” (Âl-i İmrân, 102) emr-i ilâhîsi muhtevâsında nihâyet bularak gerçek ve ebedî saâdete nâil oldular.

Dipnotlar:

[1]. İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, Kâhire 1970, II, 115. [2]. İbn-i Sa’d, III, 226-230; Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, Beyrut 1990, III, 450, 452. [3]. İbn-i Hişâm, Sîretü’n-Nebî, Beyrut 1937, Dâru’l-Fikr, I, 340-341; İbn-i Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut 1979-1982; II, 69; Üsdü’l-Gâbe, VII, 123. [4]. Bkz. İbn-i Mâce, Mukaddime, 11; Ahmed, I, 404.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ÖNCEKİ ÜMMETLERE YAPILAN İŞKENCELER

Önceki Ümmetlere Yapılan İşkenceler

İLK SAHABİLER KİMLERDİR?

İlk Sahabiler Kimlerdir?

İMANI AŞKLA YAŞAMAK İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

İmanı Aşkla Yaşamak İle İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.