Mekke Döneminde Tebliğ Edilen Esaslar

Peygamberimizin (s.a.v.) islam tebliğinin Mekke döneminde neler yaşanmıştır? Peygamberimiz (s.a.v.) bize ne emrediyor? Mekke döneminde nazil olan ayetler ne anlatıyor? Mekke döneminde tebliğ edilen esaslar.

Kur’ân-ı Kerîm’den ilk nâzil olan âyetler; tevhîde dâvet, öldükten sonra dirilmeye îman, mü’minleri Cennet’le müjdeleme, kâfirleri ve âsîleri Cehennem ile inzâr gibi akîde ile alâkalı idi. Mekkî sûrelerde umûmiyetle îmân esasları, yaratılış, Allâh’ın sıfatları, peygamberlerin ibret verici kıssaları ve kıyâmet sahneleri anlatılmaktadır. Namaz, Kur’ân tilâveti ve zikir gibi ibadetlerle de bunlara îmân iyice kuvvetlendirilir. İnanç esasları iyice gönüllere yerleştikten sonra muâmelâtla alâkalı hükümler inmeye başladı. Yani insanların terbiyesinde tedrîcîliğe riâyet edildi.

Önceki ümmetlerden bahseden âyet-i kerimeler umumiyetle Mekkîdir. İbadetler ve hükümlerle alâkalı âyet-i kerimeler ise daha çok Medenîdir.

“Ey insanlar” diye hitap eden âyet-i kerimeler de Mekkîdir. “Ey îmân edenler” hitapları ise Medenîdir.

Hz. Âişe (r.a) şöyle demektedir:

“İlk nâzil olan sûre mufassal sûrelerden[1] biri idi. Bunda cennet ve cehennemden bahsediliyordu. Helâl ve harâma dâir hükümler ise ancak insanlar İslâm’a tam olarak ısındıktan sonra nâzil olmaya başladı. Eğer ilk defâ:

«–İçki içmeyin!» emri inseydi insanlar:

«–Biz içkiyi kesinlikle bırakamayız!» derlerdi.

Yine ilk olarak:

«–Zinâ etmeyin!» emri gelseydi insanlar aynı şekilde:

«–Zinâyı aslâ bırakamayız!» derlerdi.

Ben Mekke’de oyun oynayan bir çocukken Hz. Muhammed (a.s)’a:

KIYAMET ÇOK DEHŞETLİ VE ACIDIR

“Hayır onlara va’dedilen (asıl azap) vakti, kıyâmettir. İşte o an, cidden çok dehşetli ve çok acıdır.”[2] (gibi îman ve kıyâmetle alâkalı) âyetler nâzil olmuştu. (Muâmelâtla alâkalı hükümler ihtivâ eden) Bakara ve Nisâ sûreleri ise ancak ben O’nun yanında iken (Medîne’de) nâzil olmuştur.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 6)

Mekke’de nâzil olan sûreler üslûp bakımından kısa ve veciz olup müşriklere ve bâtıl inançlarına karşı kesin ve net bir tavır sergiler. Zira o zamanki Araplar edebî müsâbakalar yapan fesâhat sâhibi kimselerdi. Onlara tesir edecek olan da, ancak fesâhat ve belâgat açısından mükemmel seviyedeki sözler olabilirdi.

İlk inen âyetler, îman, ahlâk ve fikir cihetinden sıhhatli bir toplumun temellerini atmıştır. Böylece mü’minler kuvvetli bir îmâna sâhip olmuş, sabır, sebat, azim, gayret gibi güzel vasıflarla donatılarak, bâtıl îtikad ve alışkanlıklardan arındırılmışlardır.

İLK NAZİL OLAN AYETLER NE ANLATIYOR?

İlk gelen âyet-i kerimelere bazı misaller verelim:

“Nûn. Kaleme ve (kalem erbâbının) yazdıklarına andolsun ki (Rasûlüm), sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin! Hiç şüphesiz Sen’in için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır. Ve elbette Sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin! Hanginizde delilik olduğunu yakında sen de göreceksin, onlar da!” (el-Kalem, 1-6)

***

“Ey (elbisesine) örtünüp bürünen (Rasûlüm)! Birazı hâriç, geceleyin kalk, namaz kıl! (Gecenin) yarısını (kıl) veya bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur’ân’ı tertîl ile tâne tâne oku! Çünkü Biz Sen’in üzerine (mes’ûliyeti) ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphesiz gece kalkışı, hem daha tesirli (ihlâslı, huzurlu, kalp ve lisan uyumlu) hem de kıraat açısından daha sağlamdır. Gündüz ise Sen’in için uzun bir meşgûliyet vardır. Rabbinin ismini zikret ve mâsivâdan kesilerek bütün varlığınla O’na yönel! O, doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse sadece O’na güven ve O’nun himâyesine sığın! O (inançsızların) söylediklerine sabret ve onların yanından güzellikle ayrıl!” (el-Müzzemmil, 1-10)

Teheccüd (gece ibadeti) ile ilgili pek çok âyet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Hadis-i şeriflerden bir kısmı şöyledir:

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

 “Aman gece kalkmaya gayret edin! Çünkü o sizden önceki sâlih kimselerin âdetidir. Yine o Rabbinize yakınlıktır, kötülüklere kefarettir (onların örtülmesine sebep olur) ve günahlardan alıkoyar!” (Tirmizî, Deavât, 101/3549)

“Gecede bir saat vardır ki, Allah’tan dünya veya âhiretle alâkalı bir hayır taleb eden bir müslüman o saate rastlarsa, Allah istediği şeyi ona mutlakâ verir. Bu saat, her gecede vardır.” (Müslim, Müsâfirîn, 166)

“Her gece Rabbimiz, gecenin son üçte biri kalınca en yakın semâya iner ve:

«Kim bana dua ediyor ona icâbet edeyim, kim benden bir şey istiyor ona vereyim, kim bana istiğfar ediyor onu mağfiret edeyim» buyurur.” (Buhârî, Tevhid, 35; Teheccüd, 14; Deavât, 13; Müslim, Müsâfırin, 168)

“Biriniz uyuduğu zaman, şeytan onun ensesine üç düğüm atar. Her bir düğümün üzerine vurup: «Gecen uzun olsun, yat uyu!» der. Şayet o kimse, uyanarak Allah’ı zikrederse, düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa, bir düğüm daha çözülür. Bir de namaz kılarsa, şeytanın attığı bütün düğümler çözülür ve böylece neşeli ve huzurlu bir şekilde sabahlar. Aksi takdirde sabaha uyuşuk ve tembel bir hâlde çıkar.” (Buhârî, Teheccüd, 12; Bed’ü’l-Halk, 11; Müslim, Müsâfirîn, 207. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Tatavvu, 18/1306; İbn-i Mâce, İkâmet, 174)

Âsım bin İsâm el-Beyhakî şöyle anlatır:

“Bir gece Ahmed bin Hanbel’e misâfir olmuştum. Su getirip odama koydu. Sabah olunca suya baktı ve olduğu gibi durduğunu görünce hayretle şöyle dedi:

“‒Sübhânellâh! Bir kişi, ilim (hadîs) öğrenmek istiyor, ancak onun gece yaptığı bir virdi yok!” (Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmî li-ahlâki’r-râvî, no: 183)

***

“Ey (yorgana) bürünen (Rasûlüm)! Kalk ve (insanları) uyar! Rabbinin azamet ve kibriyâsından bahset! Elbiseni temizle! Pis ve necis şeyleri terk etmekte dâim ol! Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma! Rabbin için sabret!” (el-Müddessir, 1-7)

Mâzî, artık uykusuyla, sükûnetiyle geçip gitti. Bundan sonra önümüzde, uyanıklığı, paçaları sıvamayı ve sabrı gerektiren büyük bir iş var. Kabuğu kırma, yorgandan çıkma, rahatı terketme vakti…

Bu âyet-i kerimeler Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in dâvetinin özünü teşkil ediyor:

- Kıyâm, gayret,

- İnzâr, bütün insanlığı îkâz,

- Vahdâniyet ve büyüklüğün Allah Teâlâ’ya mahsus olduğunu îlân,

- Âhiret gününe îmân

- Nefisleri ve kalpleri temizlemek, arındırmak, duyguları yıkamak,

- Toplumdan fesâdı uzaklaştırıp, hakîkî fayda ve salâhı getirmek,

- Kul olduğumuzu ve acziyetimizi unutmamak, gayretlerimizi yeterli görmemek, Allah için çokça fedâkârlıklarda bulunmak ve sonra onları unutmak,

- Allah için sabretmek ve güzel ahlâkın bütün şubelerine sâhip olmaya gayret etmek.

***

“Hayır, hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.” (el-Fecr, 17-20)

“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline! O ki, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur. (O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder…” (el-Hümeze, 1-3)

***

Ebû Cehl bir gün:

“‒Muhammed sizin aranızda hâlâ yüzünü toprağa sürüyor mu?” dedi. Kendisine: “‒Evet!” cevabı verildi. Bunun üzerine:

“‒Lât ve Uzza’ya yemin ederim ki O’nu, bunu yaparken görürsem mutlaka boynuna basarım. Yahut mutlaka yüzünü toprağa gömerim!” dedi.

Az sonra Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) namaz kılarken O’nun ya­nına vardı. Boynuna basmak niyetinde idi, fakat birdenbire O’nu bırakıp geri döndüğünü ve elleriyle korunduğunu gördüler. Kendisine:

“‒Sana ne oldu?” denildi.

“‒Gerçekten O’nunla benim aramda ateşten bir hendek, korkunç bir şey ve bir takım kanatlar var!” dedi.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) de:

“‒Bana yaklaşmış olsaydı melekler onun uzuvlarını birer birer koparırdı!” buyurdular.

Râvi demiş ki: “Bunun üzerine Allah -azze ve celle-:

«Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar. Şüphesiz dönüş Rabbinedir. Namaz kılarken bir kulu (Peygamber Efendimiz’i namazdan) men edeni gördün mü? Ne dersin, o (Peygamber) doğru yolda ise yahut takvâyı emrediyorsa? Ne dersin o (men eden, Peygamber’i) yalanlıyor ve doğru yoldan yüz çeviriyorsa? (Bu adam) Allah’ın, (yaptıklarını) gördüğünü bilmez mi! Hayır, hayır! Eğer vazgeçmezse, derhal onu alnından (perçeminden), o yalancı, günahkâr perçemden yakalarız (cehenneme atarız). O vakit hemen gidip meclisini (kendi taraftarlarını) çağırsın. Biz de zebânîleri çağıracağız. Hayır! Ona itaat etme…» (el-Alâk, 6-19) âyetlerini indirdi.

Bu son kısım Ebû Hüreyre’nin hadisinden midir, yoksa ona ulaşan bir bilgi midir bilmiyoruz.” (Müslim, Münâfıkîn, 38; Ahmed, II, 370)

PEYGAMBERİMİZİN MEKKE DÖNEMİNDEKİ İSLAM TEBLİĞİ

Amr İbni Abese (radıyallahu anh) şöyle dedi:

Ben Câhiliye devrindeyken, halkın sapıklık üzere bulunduğunu ve doğru bir yolda olmadığını biliyordum. Çünkü onlar putlara tapıyorlardı. Derken Mekke’de bir kişinin mühim haberler verdiğini duydum. Bineğime atlayıp derhal o zâta geldim. Bir de baktım, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) gizlenmiş, Mekkeliler onun aleyhinde cür’etkar bir vaziyette… Onunla görüşmenin yolunu aradım, Mekke’de kendisine ulaştım ve:

“‒Sen kimsin, iddiân nedir?” dedim.

“‒Ben peygamberim” cevabını verdiler.

“‒Peygamber ne demek?” dedim.

“‒Beni Allah gönderdi” buyurdular.

“‒Ne ile gönderdi seni?” dedim.

“‒Hısım ve akrabanın gözetilmesi, putların kırılması, Allah Teâlâ’nın bir bilinmesi, O’na hiçbir şeyin ortak koşulmaması vazifesiyle gönderdi” buyurdular.

“‒Sana bu konuda yardımcı olacak yanında kim var?” dedim.

“‒Hür bir erkek ve bir köle” cevabını verdiler. O gün yanında mü’minlerden sadece Ebûbekir ile Bilâl (r.a) vardı. Ben:

“‒Sana ben de tâbî olup yardım etmek için yanında kalmak istiyorum” dedim.

“‒Sen bugün, bu dediğini yapamazsın. Benim hâlimi ve ortalığın durumunu görmüyor musun? Şimdi sen ailene dön. Ne zaman benim meydana çıktığımı duyarsan, yanıma gel!” buyurdular.

Ben ailemin yanına döndüm. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Medine’ye hicret ettiler. Ben hâlâ ailemin yanındaydım. Onun Medine’ye gelişini bekliyor ve haberlerini almaya gayret ediyordum. Derken Medinelilerden bir kaç kişi yanıma geldi.

“‒Medine’ye gelen o zât ne yaptı?” diye sordum.

“‒Halk ona koşuyor; kavmi onu öldürmek istemiş, başaramamış” cevabını verdiler.

Bunun üzerine Medine’ye gelip Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in huzuruna çıktım ve:

“‒Ey Allah’ın Rasûlü, beni tanıdınız mı?” dedim.

“‒Evet, Mekke’de sen benimle görüşmüştün” buyurdular.

“‒Evet” cevabını verdim. Sonra da:

“‒Ya Rasûlallah! Allah’ın sana öğrettiği ve benim bilmediğim şeyleri bana öğretiniz; bana namazı öğretiniz!” dedim.

“‒Sabah namazını kıl. Sonra güneş doğup bir mızrak boyu yükselinceye kadar namaz kılma! Çünkü güneş, şeytanın iki boynuzu arasından (tepesinden) doğar. Kâfirler de ona o zaman secde ederler. Sonra dikilmiş mızrağın gölgesi azalıp bitinceye kadar (nâfile olmak üzere) namaz kıl. Çünkü namaz ispatlı şahitlidir. (O esnâda melekler hazır bulunur, namaz kabule ve rahmete vesile olmaya daha yakın olur.) Sonra namaza ara ver. Çünkü o vakit cehennem kızdırılır. Sonra gölge döndüğü zaman öğle namazını kıl. Çünkü namaz ispatlı şahitlidir. Onu İkindiye kadar kılmaya devam et. İkindi namazını kıldıktan sonra güneş batıncaya kadar namaza ara ver; çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasından (tepesinden) batar, kâfirler de o zaman güneşe secde ederler” buyurdular. Ben:

“‒Yâ Nebiyyallah! Bana abdestten de bahsediniz!” dedim.

“‒İçinizden her kim, abdest suyunu hazırlayıp ağzına burnuna su verir ve burnunu temizlerse, mutlaka yüzünün, ağzının ve burnunun günahları dökülür! Sonra Allah’ın emrettiği gibi yüzünü yıkarsa, yüzünün günahları su ile birlikte sakalının etrafından dökülür. Sonra dirsekleriyle birlikte ellerini yıkarsa, elinin günahları su ile beraber parmak uçlarından akar gider. Sonra başını meshederse, başının günahları su ile birlikte saçlarının ucundan dökülür. Sonra topuklarıyla beraber ayaklarını yıkarsa, ayaklarının günahları su ile beraber ayak parmaklarının ucundan akar. Eğer (böylece abdest alan) bu adam, kalkıp namaz kılar, Allah’a hamd ve senâ eder, O’nu layık olduğu vasıflarla yüceltir ve gönlünü tam anlamıyla Allah’a bağlarsa, mutlaka anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış olur” buyurdular.

Amr İbni Abese bu hadisi, sahâbî Ebû Ümâme’ye haber verdi. Ebû Ümâme:

“‒Ey Amr, bir işten dolayı şu kişiye verilen büyük mükâfat konusundaki sözlerini iyi düşün!” ikâzında bulundu. Bunun üzerine Amr (r.a):

“‒Ey Ebû Ümâme! Yaşım ilerledi, kemiklerim zayıfladı, ecelim yaklaştı. Ne Allah’a ne de Rasûlullah’a yalan söyleme ihtiyacındayım. Ben bu hadisi Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den bir, iki, üç hatta yedi kere işitmemiş olsaydım aslâ rivâyet etmezdim. Bu hadisi ben, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den bundan da fazla duymuş bulunmaktayım!” dedi. (Müslim, Müsâfirîn 294)

PEYGAMBERİMİZ NE EMREDİYOR?

Herakliyus:

“‒Peki, size ne emrediyor?” diye sual edince Ebû Süfyân:

“‒Bize «Yalnız Allâh’a ibâdet ediniz, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayınız, dedelerinizin ibâdet ettiği putları terkediniz!» diyor. Bize namazı, (sadakayı, yâni zekâtı), sıdk ve iffeti, sıla-i rahmi emrediyor.” cevâbını vermiştir. (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 6)

MEKKE DÖNEMİNDE NAZİL OLAN AYETLER

Mekke devrinde nâzil olan âyetler, umûmiyetle Kıyâmet’in dehşetinden ha­ber vermekteydi:

“Rabbinin azâbı muhakkak vukû bulacaktır. Ona engel olacak hiçbir şey yoktur. O gün gök sarsıldıkça sarsılır. Dağlar yürüdükçe yürür. O gün (peygamberlerini) yalanlayan­ların vay hâline! Onlar ki, daldıkları bâtıl içinde oyalanıp duruyorlar. O gün cehennem ateşine itilip atılırlar da: «İşte yalanlayıp durduğunuz ateş budur!» denilir.” (et-Tûr, 7-14)

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in peygamberliğini îlân etmesi ve dâvete alenen başlamasının ardından müşriklerin ve putlarının aleyhindeki âyet-i kerî­meler de nâzil olmaya başladı:

(Ey müşrikler!) Siz ve sizin Allâh’tan başka taptığınız şeyler, hep cehennem odunu olacaktır. Siz oraya gireceksiniz.” (el-Enbiyâ, 98)

(Ey Rasûlüm!) De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık O’na yönelin! O’ndan mağfiret dileyin! (Allâh’a) ortak koşanların vay hâline!” (Fussilet, 6)

Dipnotlar:

[1] Mufassal sûreler, Mushaf-ı Şerîf’in son bölümü olup, tercih edilen görüşe göre 50. sûre olan Kâf’tan itibâren Nâs’a kadarki kısımdır. Kısalığı sebebiyle sık sık Besmele ile ayrıldığı için bu isim verilmiştir. [2] el-Kamer, 46.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN MEKKE DÖNEMİ

Peygamber Efendimiz’in Mekke Dönemi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.