Madde ve Mânâ Sultanları

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, bu ay Genç Dergisi'nde yayımlanan makalesinde, kendisine yöneltilen "Efendim; Osmanlı pâdişahlarından özellikle üzerinde durduğunuz, gençlerin örnek almasını istediğiniz bir pâdişah var mı? Bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?" sorusuna cevap verdi.

Cihan tarihinde, Osmanlı kadar hem uzun ömürlü, hem de hakka, hukûka ve insaniyete meş’ale olan başka hiçbir devlet kurulmamıştır. Bunun mânevî sebepleri arasında dikkat çeken iki mühim husus vardır ki; biri,Osman Gâzî’nin misâfir kaldığı bir evde, odada Kur’ân-ı Kerîm bulunması sebebiyle geceleyin edeben ayağını uzatıp yatmamasıdır. Diğeri de, Yavuz Sultan Selîm Hân’ın mukaddes emânetleri büyük bir tâzim ile İstanbul’a getirip, kırk hâfız tâyin ederek, onların başında asırlarca sürecek bir sûrette, kesintisiz olarak Kur’ân-ı Kerîm okutmasıdır. Ki, ilk okuyan da kendisidir.

Hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur:

“Şüphesiz ki Allah Teâlâ, bu kitâb (Kur’ân-ı Kerîm) sebebiyle (yani ona îman ve bağlılık bereketiyle) bâzı milletleri yüceltir, (bu istikâmetten uzak olan) diğer milletleri de alçaltır.” (Müslim, Müsâfirîn, 269)

Hiçbir milletin tarihinde üç asır müddetle birbiri ardınca dâimâ cihangir pâdişahlar ve dehâlar silsilesi gelmemiştir. Dolayısıyla, gençlerimizin kendisine misâl olarak alması gereken pek çok Osmanlı pâdişahı vardır.

OSMANLI SULTANLARINDAKİ ÎMAN UFKUNA SAHİP GENÇLER!

Zira hepsinin gönlü, derin bir îman aşkı ile doludur. Yegâne idealleri, “İslâm’ın hak ve hukuk tevzî eden esaslarına dayalı bir cihan hâkimiyeti” düşüncesidir. Bütün gayretleri îlâ-yı kelimetullah, yani Allâh’ın dînini yüceltmektir. Nitekim Osman Gâzi’nin;

“Gâyemiz, kuru bir cihangirlik değil, i‘lâ-yı kelimetullâh’tır!” şeklindeki sözleri, bütün sultanlara rehber olmuştur.

Bu sebeple de, aslâ yorulmak nedir, bilmemişlerdir. Kazandıkları muzafferiyetlerde hiçbir zaman nefislerine prim vermemişlerdir. Cenâb-ı Hak ile gönül irtibatlarını aslâ koparmamışlardır. Hükmettikleri topraklar arttıkça, tevâzûları da artmıştır. Tebaaları çoğaldıkça, mes’ûliyetlerinin de büyüdüğü idrâkini daha derinden hissetmişlerdir.

Burada, yerimizin elverdiği ölçüde, güzîde pâdişahların örnek alınmasını arzu ettiğimiz gönül hassasiyetlerinden, ancak birkaç misâl arz edelim:

Meselâ Orhan Gâzi’nin, oğlu Murad Hân’a verdiği şu tâlimat, gönüllerindeki îman vecdinin ufkunu göstermeye kâfîdir:

“Osmanlı’ya iki kıt’a üzerinde hükmetmek yetmez! Zira i‘lâ-yı kelimetullâh (Allâh’ın dînini yüceltmek) azmi, iki kıt’aya sığmayacak kadar büyük bir dâvâdır! Selçuklular’ın vârisi biz olduğumuz gibi Roma’nın (Avrupa’nın) da vârisi biziz!..”

İşte gençlerimiz, böylesine yüksek bir îmân ufku ile mücehhez olmalı.

I. MURÂD HÂN'IN GAYRET VE FEDÂKÂRLIK HİSSİYÂTI

Yine 1. Murad Hân, bu aşk ve vecd ile Bursa’da rahat bir şekilde oturabilecekken Balkanlar’a yöneldi.Beraat Kandili gecesi Kosova ovasına girdiğinde, önce iki rekât namaz kıldı. Sonra da, gözyaşları içinde şu duâyı yaptı:

“…Yâ İlâhî! Mülk de, bu kul da Sen’indir. Ben âciz bir kulum. Benim niyetimi ve esrârımı en iyi Sen bilirsin. Mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız Sen’in rızânı isterim.

Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme!.. Onlara öyle bir zafer lûtfet ki, bütün müslümanlar bayram eylesin! Dilersen o bayram gününde şu Murad kulun yolunda kurban olsun!..”

Dolayısıyla gençlerimiz de, 1. Murad Hânʼın Allah yolundaki bu gayret ve fedakârlık hissiyâtından hisseler almalıdır.

YILDIRIM BÂYEZİD HÂN'IN TEVEKKÜL VE TESLİMİYETİ

Yine Yıldırım Bâyezid Hân’ın Niğboluʼda esir aldığı şövalyelere söylemiş olduğu şu sözler, Osmanlı sultanlarının Hakk’a tevekkül ve teslîmiyet ufkunu ve yegâne gâyelerinin Hak rızâsı olduğunu, ne güzel ifâde etmektedir:

“Avrupa’da korkusuz lâkabını almış olan Jan ve arkadaşlarının, bana karşı silâh kullanmayacaklarına dâir etmiş oldukları yeminleri geri iâde ediyorum. Gidiniz; yeniden ordular toplayınız ve üzerime geliniz! Biliniz ki, bu hareketiniz bana bir kez daha zafer kazanmak imkânını verecektir. Zira ben, Allâh’ın dînini yüceltmek üzere Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak için dünyaya gelmiş olduğumun şuurunda bulunan âciz bir kulum. Bu itibarla Allâh’ın yardım ve nusreti bizimledir. Ve bir kimsenin ki yardımcısı Allah’tır, elbette onu yenebilecek hiçbir kuvvet ve kudret yoktur!..”

İşte gençlerimiz de böyle bir tevekkül ve teslîmiyet ufkuna erişmenin gayreti içinde olmalıdır.

HELÂL RIZIK HUSUSUNDA DİKKATLİ OLAN GENÇLER

Yine birtakım şahsî ihtiyaçlarını gidermek için vezirinden borç alan Sultan 2. Murad Hân’ın:

“–Pâdişâhım! Bu vilâyet halkında fazlaca mal vardır. Sultanlara, zaman zaman bir yolunu bulup o mallardan almak münâsip düşer!..” diyen paşasına hiddetle söylediği şu sözler, ecdâdımızın hak ve adâlet anlayışı ile haramdan sakınma hassâsiyetinin muhteşem bir misâlidir:

“–Paşa! Bu söz, nasıl bir sözdür? Bu fikir, nasıl bir fikirdir ki, söyler ve teklif edersin?!. Bilmez misin ki, bizim vilâyetimizde üç helâl lokma vardır! Biri madenler, biri cizye, biri de ganimetlerdir.

Bilmez misin ki, bizim askerlerimiz gâziler ordusudur. Onlara helâl lokma gerektir. Bilmez misin ki, hangi pâdişah askerine haram lokma yedirirse, onları harâmî eyler. Harâmînin ise sebâtı yoktur. Küçük bir zorluk görünce kaçmaya başlar. Bundan sonra da hâlimizin ne olduğunu görmek zor olmaz!”

Dolayısıyla gençlerimiz de, helâl rızık husûsunda çok dikkatli olmalıdır. Zira haram yiyen, harâmî olur.

SÜNNET-İ SENİYYE HUSUSUNDA TİTİZ OLAN BİR NESİL

Yine Fâtih Sultan Mehmed Hân’a baktığımızda, İstanbulʼu fethederek Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in müjdesine nâil olabilmek için nasıl bir azim, sabır ve sebatla gayret ettiğini görüyoruz. O, dâimâ ordusunun başında bulundu. Hiçbir zaman uzaktan kumanda ile askerlerini yönetmedi. Zira ordular, komutanlarına göre şekillenir.

Bu sebeple o ordunun her bir ferdi; “Bugün şehid olma sırası bizde!” diyerek, aşılmaz sanılan surlara tırmanıyorlardı; üzerlerine dökülen kızgın yağlara aldırış etmeden…

Yine ecdâdımız, Sünnet’e bağlılık husûsunda da çok hassas davranmışlardır. Nitekim Bâyezîd Câmi-i Şerîfiʼnin ibadete açıldığı cuma günü, ilk namazı Sultan 2. Bâyezîd Han kıldırmıştır. Bu hâdiseyi Evliyâ Çelebi şöyle anlatır:

“Câminin yapısı tamam oldukta, bir cuma günü büyük bir merasimle ibadete açıldı. Bâyezîd-i Velî buyurdular ki:

«–Her kim, ömründe ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetini hiç terk etmemiş ise, şu mübarek vakitte o imâm olsun!»

Deryâ misâli cemaat içinden bir kişi çıkmayınca, Bâyezîd Han mecbur kalarak:

«–Elhamdülillâh! Savaşta ve barışta biz bu sünnetleri terk etmedik!..» dedi ve kendisi imâm olup namazı kıldırdı.”

İşte gençlerimiz de ömürleri boyunca Sünnet-i Seniyye üzere yaşamanın gayreti içinde olmalıdır.

GENÇLER, İSLAM KÜLTÜRÜ İLE ŞAHSİYETLERİNİ İNŞA ETMELİLER

Diğer taraftan 2. Bâyezîd devri, Osmanlı kültür ve medeniyetinin temellerinin atıldığı bir zaman olmuştur. Meşhur İtalyan mimar ve ressam Leonardo da Vinci, 2. Bâyezîd’e mektup yazıp İstanbul’daki câmi ve diğer eserlerin plân ve projelerini bizzat yapmayı teklif edince, bu mektup Kubbealtı vezirleri arasında sevinç uyandırmıştı. Derin bir İslâm kültürüne sahip olan 2. Bâyezîd Han ise, bu teklifi reddederek şöyle demiştir:

“–Şâyet bunu kabul edersek, ülkemizde üslûp ve ruh itibâriyle kilise mîmârîsinin mukallidi bir mîmârî hâkim olur, kendi İslâmî mîmârîmiz inkişâf edemez ve şahsiyet kazanamaz!..”

Bu sebeple gençlerimiz de, bizim kültürümüzle bağdaşmayan Batı’nın yanlış değerlerini değil, İslâm kültürünü öğrenerek kendi şahsiyet, karakter ve kimliğini inşâ etmelidir.

MUHABBET, HÜRMET VE EDEP HUSUSUNA DİKKAT KESİLMELİ

Yine Yavuz Sultan Selim Han, büyük zaferlerle Kâhire’den İstanbul’a dönerken, İstanbul halkının, kendisine büyük bir tezâhürat yapacağını haber alınca, Lalası Hasan Can’a:

“–Hava kararsın, herkes evlerine dönsün, sokaklar boşalsın, ben ondan sonra İstanbul’a gireyim. Fânîlerin alkışları, zafer tâkları ve iltifatları bizi nefsimize mağrur edip yere sermesin!..” demiştir.

İşte gençlerimiz de, bütün nîmet ve muvaffakıyetleri Allahʼtan bilerek şükretmeli; nefsin gurur ve kibir tuzaklarına karşı dâimâ uyanık hâlde bulunmalıdır.

Yine 1. Ahmed Han, Sultanahmed Câmiiʼni yaptırırken kendisi de tebdîl-i kıyafetle taş taşımıştır.

İşte gençlerimiz de hiçbir zaman kibirlenmemeli, Allah için yapılacak her türlü hizmet, gayret ve fedakârlığı canına minnet bilerek, edep ve tevâzû ile îfâ etmelidir.

Yine, hasta yatağında, sararmış ve yarı baygın bir vaziyette yatmakta olan Sultan Abdülazîz’e:

“‒Medîne-i Münevvere mücâvirlerinden bir dilekçe var!” denildiğinde, o azîz Sultan yâverlerine:

“–Derhâl beni ayağa kaldırınız! Harameyn’den gelen talepleri ayakta dinleyeyim! Allah Rasûlü’ne komşu olanların talepleri, böyle ayak uzatılarak edebe mugâyir bir şekilde dinlenemez!..” demiş, Medîne’ye ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan müstesnâ muhabbetini izhâr etmiştir.

Gençlerimiz de ecdâdımızın bu muhabbet, hürmet ve edep duygularından hisse almalıdır.

ÜMMETİN DERTLERİYLE DERTLENEN I. ABDÜLHAMİD HÂN

Son olarak Sultan 1. Abdülhamid Han’ın, Özi Kalesi elden çıktığında büyük bir teessür ile; “Asker evlâtlarım ve mâsum ahâlim parçalandı!” diyerek onların ıztırâbını sînesinde hissetmesi ve bu acıya fazla dayanamayarak kısa bir süre sonra vefât etmesini zikredelim.

İşte gençlerimiz de ümmetin derdiyle dertlenmek husûsunda böylesine hassas bir yüreğe sahip olmalıdır.

Velhâsıl şu bir hakikattir ki, tarihleri zengin, medeniyetleri azametli milletler, büyük milletlerdir. Bu sebeple fethettikleri yerlere adâlet, fazîlet, medeniyet ve hizmetin en güzelini taşımış olan ecdâdımızın, tarih sahnesinde müstesnâ bir mevkîi vardır. Bu sebeple gençlerimize, ecdatlarını daha yakından tanımalarını bilhassa tavsiye ediyoruz.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2015 Ay: Şubat Sayı: 101.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Kaleminize sağlık hocam

    Allah razı olsun

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.