Kurnaz Tüccar Gibi Olma!

Tamam, ümitliyiz; lâkin malını ve canını Allah için fedâ etmişlerin girdiği cennete heveslenirken, beleşçi miyiz, emekçi mi? Ölçüyü kaçırmış bir kaderci gibi, çalışmadan mı istiyor; âtıl seyirciler gibi etkisiz ve tepkisiz kalarak, yorulmadan mı umuyoruz cenneti? Bu, sizce de biraz, “kurnaz tüccar” vaziyeti değil mi?

Tamam, ümitliyiz; lâkin malını ve canını Allah için fedâ etmişlerin girdiği cennete heveslenirken, beleşçi miyiz, emekçi mi? Ölçüyü kaçırmış bir kaderci gibi, çalışmadan mı istiyor; âtıl seyirciler gibi etkisiz ve tepkisiz kalarak, yorulmadan mı umuyoruz cenneti? Bu, sizce de biraz, “kurnaz tüccar” vaziyeti değil mi? Ki o tüccar, azıcık bir parayla çok mal alarak, güyâ daha fazla kâr etmeye çalışırken, çoğu zaman kendisini de muhâtabını da zarara sokar.

HANİ FARZLAR, HANİ SÜNNET?

Tebessüm edelim elbet, ümit bizde, biziz ümmet!

Lâkin hem durup bakalım: Hani farzlar, hani sünnet?

Ümit iyi bir şeydir ve çok şükür ki bizler, cennete girmekten umûdunu kesmeyen îmanlılarız. Zaten, yüceler yücesi Rabbimizin rahmetinden yana umutsuzluğa düşmemiz, âyet ile yasaklanmıştır.1 Bu sebeple, en sıkıntılı zamanlarımızda tebessümden; en ağır yenilgilerin sonrasında ümitlenmekten vazgeçmeyiz. “Affet Allah’ım!” duâsı neredeyse bütün hücrelerimize yerleşmiş ve hepimizin virdi olmuştur. Çünkü her birimiz, affedilmeye muhtâcız ve hiçbirimiz kusurdan, günahtan ve hatâdan münezzeh değiliz. Buraya kadar sıkıntı yok ve tüm bu anlattıklarımız, insan olmanın bir neticesidir.

Allah azze ve celle, dünya imtihanını en az kayıpla atlatabilmemiz, kendimizi kötülükten en iyi şekilde koruyabilmemiz için emir ve yasaklarını bildirmiştir. Böylece insan, bir işin doğru mu yanlış mı olduğunu teorikde çoğu zaman bilir; fakat pratikte genellikle nefsine mağlup olarak yanlışa düşmeyi sürdürür. Bu hâl, az ya da çok herkeste mevcuttur. Tamam, îmânımız var ve hamdolsun Müslümanız; fakat hayâtını, Yaratıcısının emir ve yasakları çerçevesinde sürdürmeye alışmış olması gereken bizler, bedenlerimize, evlerimize, mahallemize, ülkemize, hâsılı yakından uzağa çevremize baktığımızda, çoğu zaman garip bir manzara ile karşılaşırız.

KURNAZ TÜCCAR GİBİ OLMA!

Bu manzara, sorulara sebep olur: Tamam, ümitliyiz; lâkin malını ve canını Allah için fedâ etmişlerin girdiği cennete heveslenirken, beleşçi miyiz, emekçi mi? Ölçüyü kaçırmış bir kaderci gibi, çalışmadan mı istiyor; âtıl seyirciler gibi etkisiz ve tepkisiz kalarak, yorulmadan mı umuyoruz cenneti? Bu, sizce de biraz, “kurnaz tüccar” vaziyeti değil mi? Ki o tüccar, azıcık bir parayla çok mal alarak, güyâ daha fazla kâr etmeye çalışırken, çoğu zaman kendisini de muhâtabını da zarara sokar.

Vicdan aynasında kendi manzarasını seyredip de “Gördüklerim Kur’ân’a ve sünnete pek uygun!” diyebilmek zorludur. O halde durmayalım, zahmette rahmet umarak, Allah için bir kere daha bakalım: Acaba bizler iktisâda mı alıştık, isrâfa mı? Çözümler bulmaya mı alıştık, mâzeretler sunmaya mı? Dilimiz dedikoduya mı dönüyor, duâya mı? Civârımızda bezginlik mi kol geziyor, cengâverlik mi? Boş gözlerle seyretmeyi mi seçtik, dopdolu özlerle harekete geçmeyi mi? Şerre ve günâha mı alıştık, hayra ve sevâba mı?

İkide bir kaçırmaya mı, yoksa beş vakit namazı, bütün varlığımızla, huşû ile kılmaya mı alıştık? En ufak bir bahâneyle ertelemeye mi yoksa sadece mide ile değil, kulak, göz ve kalp ile oruca niyetlenmeye mi alıştık? “Hep bana Rabbenâ!” demeye mi yoksa muhtâca ikrâm etmeye mi alıştık? Sol ayakla girdiğimiz tuvaletten sağ ayakla çıkmaya mı yoksa “Aman canım, bunlar teferruat!” deyip ukalâlık yapmaya mı alıştık? Kanaate ve sabretmeye mi yoksa her vakit yemeye mi alıştık? Teheccüd vakti uyanmaya mı yoksa öğlene kadar uyumaya mı alıştık? Ölümün her an gelebileceği şuûruyla, şevkle hizmet ve ibâdet etmeye mi yoksa gaflete düşerek dünyalık biriktirmeye mi alıştık?

Her an Rabbimizin huzûrunda olduğumuz bilinciyle mi yoksa zararlı alışkanlıklara sahip birinin “Atın ölümü arpadan olsun!” serkeşliği ile mi yaşıyoruz? İlgi alanımız tevâzû mu yoksa haddimizi aşan her türlü mevzû mu? “Sağ elinle ye!” emrine rağmen(2) soluyla yiyen içen, kendisini Allah için uyaran kardeşlerine dinletmek için “Geç bunları anam babam!” şarkısını seçen kimselerden miyiz? Apaçık emir varken(3), edeplice bir tesettüre değil de arsızca bir örtüsüzlüğe alışanlardan mıyız? Yoksa ekranlarda seyrede ede artık en çirkin tavırlar, en bayağı durumlar dahi normal gelmeye başladı da utanç duyanlardan değil, dumûra uğramış halde ayakta uyuyanlardan mıyız?

ALIŞTIK ARTIK!

“Alıştık artık!” diyen, dönsün de neye alışmış olduğuna bir baksın. Eğer hâli, deri fabrikasında çalışmakta olan bir işçinin, derinin ağır kokusuna alışması gibiyse, titresin de kendine gelsin! Çünkü bu pek tehlikeli bir hâldir. Kötüye alışan ondan rahatsız olmaz. Onun düzelmesi için bir çaba içine girmez ve o hâle düşmekte bir beis görmez.

Halbuki ziyan verecek olan her türlü alışkanlıktan geçmek gerek. Teneşirde gül gibi kokmak isteyenin, lağım civârında dolanıp durması da ne demek? Amelsiz, sermâyesiz, yine de Cennetten yana pek ümitliyiz. Oysa bir tas çorbayı, kebabı ve salatayı umut edebilmemiz için, dolu olmalı cebimiz, en sıradan lokantaya bile girsek.

Tamam, Allah Ganî’dir. Tamam, elbette Allah Rahîm’dir! Tamam, hiç şüphe yok, Allah Kerim’dir! Lâkin o Allah cenneti herkese vaat etmemiştir. Cennet, eğriliklerden kurtulup dosdoğru olan içindir(4). Cennet, adâleti gözetmeye, ehlini ve kendini haramdan korumaya alışan içindir(5). Cennet, fakirliğe ve sıkıntılara hakkıyla sabreden(6) Allah’a saygı duyan, dilini ve iffetini koruyan(7) akrabasıyla ilgisini sürdüren içindir(8).

Hem giyinik çıplaklardan veya zulmedenlerden olacaksın, hem cenneti umacaksın!(9) Yok! Hem ilmi dünya çıkarına âlet edecek(10) desinler diye hayır yapacaksın(11) hem cennete gireceksin! Bekleme! Hem hayra, hizmete, ibâdete üşeneceksin, hem de cenneti hak edeceksin! Olacak iş mi?! Besbelli ki üşengeç çobanın sürüsüne kurt; üşengeç Müslümanın kalbine de şeytan dadanmış. Yâhû Allah aşkına, diken eken bir çiftçinin buğday biçtiğine, hangi beldede rastlanmış?

Tebessüm ederiz elbet, îmân bizde, biziz ümmet! Lâkin hem durup bakalım: Hani farzlar, hani sünnet? Ey Rabbimiz! Bize muhtaç olduğumuz hayrı lûtfet! Lûtfet de boşa çıkacak amelde yarışmayalım. Lûtfet, zıvanadan çıkıp bâtıla alışmayalım. Âmin.

Dipnotlar: 1) Zümer Sûresi, 53. 2) Müslim, Eşribe 107. 3) Nur Sûresi 30-31. 4) Fussilet Sûresi, 30-32. 5) Müslim, Cennet 63. 6) Bakara Sûresi, 214. 7) Tirmizî, Birr 62. 8) Buhârî, Edep 11. 9)Müslim, Cennet 52. 10) Ebû Dâvûd, İlim 12. 11) Buhârî, Rikak 36

Kaynak: Altınoluk Dergisi, Neslihan Nur Türk, Kasım 2013 

İslam ve İhsan

HAVF VE RECÂ NE DEMEKTİR?

Havf ve Recâ Ne Demektir?

ALLAH KORKUSU, HAVF VE RECA İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Allah Korkusu, Havf ve Reca İle İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.