Kurbanın Bize En Çok Hatırlattığı Faziletler

Maldan ve candan fedakârlık mânâsı taşıyan kurbanın aslî gâyesi, Allahʼa takarrubdur/yaklaşmaktır. Bu yönüyle de kurban, Allâhʼa yakın olmak ve Oʼnun dostluğuna erebilmek için gösterilecek fedakârlıkların, sembolik bir ifâdesidir…

Öncelikle şunu ifâde edelim ki kurban, şartları müsâit olan müslümanların belli vasıflardaki hayvanları kesmelerinden ibâret, yalnızca zâhirî, cismânî ve şeklî bir ibâdet değildir. Bütün fıkhî şartlarına riâyet etmek son derece lüzumlu olmakla birlikte, kurbanın asıl mânâ iklîminden gâfil kalmamak gerekir.

Cenâb-ı Hak, kesilen cismânî kurbanların taşıdığı mânâdan hareketle, bizlerden de her şeyimizi rızâsı yolunda kurban edebileceğimize dâir, bir niyet izhârı beklemektedir. Bunun için de kurban vesîlesiyle tefekkürümüzü bilhassa;

“Allah müʼminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır.” (et-Tevbe, 111) âyet-i kerîmesi üzerinde yoğunlaştırmalıyız. Canımızla, malımızla, bütün imkânlarımızla ne kadar Hakkʼa râm olabildiğimiz hususunda kendimizi hesaba çekmeliyiz.

KURBAN, ELİMİZDEKİ İMKÂN VE NİMETLERLE HAKK'A YAKLAŞMA VESİLESİ

Düşünmeliyiz ki Allâhʼın lûtfettiği nîmetlerin şükrünü ne kadar îfâ edebiliyoruz? Elimizdeki imkân ve nîmetleri, Hakkʼa yakınlığımızı artırmaya vesîle kılabiliyor muyuz? Yoksa bu nîmetler, Cenâb-ı Hakʼla aramızda perde mi oluyor?..

Maldan ve candan fedakârlık mânâsı taşıyan kurbanın aslî gâyesi, Allahʼa takarrubdur/yaklaşmaktır. Bu yönüyle de kurban, Allâhʼa yakın olmak ve Oʼnun dostluğuna erebilmek için gösterilecek fedakârlıkların, sembolik bir ifâdesidir…

Kurban vesîlesiyle şunu da düşünmeliyiz ki, Cenâb-ı Hak bizi kesilecek bir kurbanlık olarak dünyaya gönderebilir, insanlar da bizi kurban edebilirlerdi. Bu itibarla, kesilen kurbanlara bizler ne kadar Hâlıkʼın şefkat ve merhamet nazarıyla bakabildiğimizi de gözden geçirmeliyiz.

SAMİ EFENDİ VE MUSA EFENDİNİN KURBAN HASSASİYETİ

Merhum Sâmi Efendi ve Mûsâ Efendi Hazretleri, kurban keserken çok hassas davranırlardı. Bir çukura iki kurban kestirmezlerdi. Hayvanı kesileceği yere iterek kakarak sürükletmezler, şâyet küçükbaş bir kurban ise, kucağa alınarak şefkat ve mülâyemetle götürülmesini isterlerdi. Kurbanı kesecek bıçağın keskin olmasına ve hayvanın gözü önünde bileylenmemesine dikkat ederlerdi. Kurbanın gözünü muhakkak bağlatırlar, eziyet vermeyecek şekilde güzelce kesilmesini ve kanın iyice boşalmasını arzu ederlerdi. Kurban kesilirken oturmazlar, hayvanın kanı tamamen akıncaya kadar, derin bir ibâdet vecdi içinde, tâzim ve hürmet hissiyâtıyla, pür-edep ayakta beklerlerdi. Böylece diğer ibadetler gibi, kurbanın da tefekkür ve mânâ ciheti yüksek bir ibadet olduğunu ve büyük bir hürmet ve edeple îfâ edilmesi gerektiğini, bizlere hâlleriyle telkin ederlerdi.

Âyet-i kerîmede: “Kim Allâhʼın nişânelerine hürmet gösterirse, hiç şüphesiz ki bu, kalplerin takvâsındandır.” (el-Hac, 32) buyrulmaktadır.

Kurʼân-ı Kerîm gibi, Kâbe-i Muazzama gibi, ezân-ı Muhammedî gibi, kurban da Allâhʼın nişânelerindendir. Dolayısıyla kurban hususunda gösterilecek edep ve hassâsiyet, Cenâb-ı Hakkʼa duyduğumuz takvâ hissinin bir göstergesidir. Cenâb-ı Hak da zâten kurbanın etine veya kanına değil, bu ibadet vesîlesiyle Hakkʼa arz edeceğimiz, duâ, kulluk ve takvâmıza değer vermektedir. Yani kurbandan maksat da, takvâ imtihanını kazanabilmektir, Hakk’a itaat ve teslîmiyetimizi tescilletebilmektir.

KEÇİNİN GÖLGESİNİ KURBAN ETME!

Nitekim âyet-i kerîmede kurbanlar hakkında: “Onların ne etleri ne de kanları Allâh’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır...” (el-Hac, 37) buyrulmaktadır.

Mevlânâ Hazretleri de bu hakîkate gâfil kalınmaması için:

“Keçinin gölgesini kurban etme!” îkâzında bulunur. Yani, kurbanın hakîkatine er de, onu kasaplık günleri veya et bayramı zannetme, buyurur. Zira Cenâb-ı Hak kurbanlar vesîlesiyle bizim kulluktaki samimiyetimizi test ediyor. Kendisine olan muhabbet, itaat, teslîmiyet, fedakârlık ve sadâkat hâlimizi imtihan ediyor.

keci_kurban

HZ. İBRAHİM'İN HATIRASI

Hazret-i İbrahimʼin (a.s.) aziz bir hâtırası olan kurban ibadeti, her şeyden önce gönülleri Allah için fedakârlık duygusunun tefekküründe derinleştirmelidir. Hakîkaten İbrahim u çok çetin imtihanlardan geçirildi. Allâh’ın lûtfuyla bütün bu imtihanları kazanarak Hakk’a “Halîl: dost” oldu. Fakirlikten korkmaksızın bütün malını infâk etti, putperest bir kavme karşı verdiği tevhid mücâdelesinde hiçbir tereddüt göstermeksizin Nemrud’un ateşine atıldı. Böylece gerektiğinde canını da Rabbine teslîm edebileceğini ispat etti. İnsanoğlu için en ağır imtihanlardan biri olan evlât hususunda da Hakk’a itaat ve teslîmiyet âbidesi oldu.

Hakîkaten, neslin devâmına medâr olan evlâtlar, insanın fıtratında meknuz olan ebedîlik arzusunun dünya şartlarındaki bir nevî tatmin vâsıtasıdır. Bunun için insanoğlu, evlâdına çok düşkündür. Evlât, anne-babanın devam eden parçasıdır.

İşte Hz. İbrahim'i, oğlu Hz. İsmâil’i Allah için kurban etmesi emredilerek, imtihanların en ağırına tâbî tutuldu. Hem kendisinin, hem de oğlu İsmâil’in kâ‘bına varılmaz rızâ ve teslîmiyetlerinin bu dünyadaki mükâfâtı olarak, Cenâb-ı Hak onlara melekleriyle bir kurbanlık koç gönderdi. Onların bu candan fedakârlık hâtıraları, kıyâmete kadar devam edecek olan bütün îman nesline bir ibadet olarak hediye edildi.

KURBANDAN ASIL MAKSAT

Bu itibarla kurbandan asıl maksat, gerektiğinde Hak yolunda canından bile fedakârlık göstereceğine dâir, kulun Rabbine söz vermesidir.

Hac ibadeti de Hazret-i İbrahim u ve oğlu İsmâil uʼın Allâhʼa olan sadâkat, itaat ve teslîmiyetlerinin birer ibadet rüknü hâline getirilerek kıyâmete kadar bütün müʼminlere müstesnâ bir tâlim ve telkin vesîlesi kılınmıştır.

Haccın her rüknü hikmetlerle doludur. Meselâ şeytan taşlamak… Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmailʼin, kendilerini Allahʼın emrine itaatten vazgeçirmeye çalışan şeytanı taşlamalarının hâtırası olan bu hâdise, sırf hacca mahsus kalmamalıdır. Her ânı ilâhî imtihanlarla dolu olan ömrümüzün hiçbir safhasında, şeytan taşlama hasletini yitirmemeliyiz.

"Taşlanıp kovulmuş olan şeytandan Allâhʼa sığınırım." demeyi, hiçbir işimizde ihmâl etmemeliyiz.

İbrahim'in ve oğlu İsmailʼin Allah için sergiledikleri fedakârlıkların Kurʼân-ı Kerîmʼde haber verilmiş olması, bizim bundan gereken ders ve hikmetleri alabilmemiz içindir.

KURBANDA FİİLİ ŞÜKÜR

Öte yandan kurban bayramı, binbir sürur ve ıztırap tecellîleriyle dolu bu imtihan âleminde, Rabbimizʼin biz kullarına lûtfettiği sevinç günleridir. Bu sevinç günlerine erişen müʼminin vazifesi;

Kendisine bahşedilen nîmetler için Rabbine şükredip, bu nîmetlerden mahrum olan din kardeşlerine yardım elini uzatmak sûretiyle “fiilî şükür”de de bulunmaktır. Kimsesizlerin, sahipsizlerin yanı başında olarak, Cenâb-ı Hakk’ın vermiş olduğu imkânları paylaşarak onların gönüllerine de bayram sevincini tattırmaktır. Dünyanın dört bir yanında asrımız insanlığının zulüm ve vicdansızlığı sebebiyle mağdur olan milyonlarca din kardeşini gönül dergâhına almaktır.

İsmail Atâ Hazretleriʼnin şu ifâdeleri, kâmil bir müʼminin gönül hassâsiyetini ne güzel hulâsa eder: “Güneşte gölge, soğukta kaftan, açlıkta ekmek ol...”

KURBANDA KAÇIRILMAYACAK FAZİLETLER

Bu yönüyle de Kurban bayramı bize en çok infak fazîletini hatırlatan bir bayramdır. Bu infakta da iki türlü istifâde söz konusudur:

Birincisi; fakir, garip ve yoksul kardeşlerimize ziyafet verilmesi, ikincisi de din kardeşliğinin kuvvetlendirilmesidir.

Din kardeşliği, her zaman üzerimize farzdır. Unutmayalım ki hiçbir gölgenin bulunmayacağı kıyâmet günü Arş-ı Âlâ’nın gölgesi altında muhâfaza edilecek olan yedi sınıftan biri de, bilhassa zor zamanlarda Allah için birbirini severek kardeş olanlardır (Bk. Buhârî, Rikāk, 24).

Cenâb-ı Hak, yeryüzünde zulme, çilelere, açlık ve yokluğa mâruz kalan milyonlarca din kardeşimizin bulunduğu şu günlerde, İslâm kardeşliği imtihanlarından yüz akıyla çıkabilmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin... Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hüdayi Bülteni, Sayı: 4, 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.