Kuran'ın Yazıya Geçirilmesi

Kur’ân-ı Kerîm’in korunup en sağlam bir şekilde günümüze kadar gelmesinde “ezber” kadar “yazı”nın da büyük bir rolü olmuştur. Kuran'ın yazıya geçirilmesi ile ilgili ayetler...

Kur’ân-ı Kerîm, okuma ve yazmanın çok az olduğu ümmî bir topluma inmeye başladı. Bu sebeple ilk inen âyetlerde hemen okumanın, yazmanın, kalemin, kitabın ve satırların ehemmiyetine dikkat çekildi. Ümmî bir toplumu ilim ve irfan sahibi medenî bir toplum hâline getirmek için okumanın, araştırmanın ve kalemle yazmanın şart olduğuna vurgu yapıldı. İlk inen âyetlerde şöyle buyruldu:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alâktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır. Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir.” (el-Alak 96/1-5)

 İkinci vahiyde ise şöyle buyruldu:

“Nûn. Kaleme ve kalem ehlinin satır satır yazdıklarına yemin olsun!” (el-Kalem 68/1)

Kur’ân-ı Kerîm’in başta gelen isimlerinden birinin “kitap” olması ve sık sık tekrarlanması da, zımnen onun yazılması gerektiğini hatırlatıyordu.

Bu âyetlerin mânâsını en iyi anlayan kişi hiç şüphesiz Allah Rasûlü (s.a.v) idi. Bu sebeple O, kalb-i şerîflerine inen âyetleri bir taraftan hemen insanlara tebliğ ederken, bir taraftan da hiç ara vermeden yazdırıyorlardı. Efendimiz’in pek çok vahiy kâtibi vardı. Rivâyetlere bakıldığında bunların sayısının altmış beşe (65) kadar çıktığı görülür. Âyetler indikçe Sevgili Peygamberimiz, kâtiplerden müsait olanları çağırır ve onlara vahyi yazdırırdı. Onlar da, inen âyetleri zamanın yazı malzemeleri üzerine yazarlardı. Bu malzemeler hurma ağacının yaprakları, kabukları, kürek ve kaburga kemikleri, işlenmemiş deri, ince deri (rakk), çanak çömlek, parşömen, tahtadan yapılmış levhalar ve bezler idi. Yazma işlemi bittikten sonra Rasûlullah (s.a.v), vahiy kâtiplerine yazdıklarını okutur ve hataları varsa düzeltirdi.[1] Bu hususta meşhur vahiy kâtibi ve hâfız sahâbi Zeyd b. Sâbit (r.a) şöyle der:

“Rasûlullah (s.a.v) bana vahyi yazdırıyor ve bitirince de yazdığım vahyi okutuyorlardı. Eğer herhangi bir yanlış veya noksan bulurlarsa bunu hemen tashih ediyorlardı. Ben de ancak ondan sonra kalkıp söz konusu vahyi insanlara bildiriyordum.”[2]

Kısım kısım inen âyet ve sûrelerin Kur’ân’ın neresine yerleştirileceği Cenâb-ı Hak tarafından bildiriliyor, Cebrâil (a.s) bunları Allah Rasûlü’ne tarif ediyor, Efendimiz (s.a.v) de kâtiplerine yazdırıyorlardı.[3] Sağlam bir şekilde yazılmış olan bu sahife Allah Rasûlü’ne teslim edilip hâne-i saadete konuyordu. Ashâb-ı kiramdan isteyenler, sonra kendileri için şahsî nüshalar istinsah edebiliyorlardı. Rasûlullah (s.a.v) de inen âyetleri önce erkek sonra da kadın sahâbîlere tebliğ ediyorlardı. Müslümanlar da gelen vahyi ezberliyor, bir kısmı da yazarak yanında muhafaza ediyordu.[4] Hatta çok sayıda sahabînin yanında Kur’ân, yazı malzemelerine kaydedilmiş halde bulunuyordu. Çünkü ilk günden beri sahabilerin gelen vahiyleri yazdıkları veya bilenlere yazdırdıkları malumdur.[5] Ancak Allah Rasûlü’nün son ânına kadar vahiy devam ettiği ve bazı âyet ve hükümlerin neshedilmesi muhtemel olduğundan Kur’ân sûrelerinin yazıldığı sayfalar, iki kapak arasına toplanıp kitap haline getirilmemişti.[6]

Ashâb-ı kiramın bir kısmı hadis-i şerifleri de yazıyordu. Allah Rasûlü (s.a.v) birbirine karışmaması ve Kur’ân’a olan ilginin azalmaması gibi sebeplerle ilk zamanlar sahabe-i kiramın kendisinden Kur’ân’dan başka bir şey yazmasını yasakladıkları rivayet edilir.[7] Ancak bunun geçici bir süre için olduğu anlaşılmaktadır.

Nâzil olan bütün âyet ve sûreler, Allah Rasûlü’nün hayatında bu şekilde yazıyla kaydedildi. Allah Rasûlü’nün ve ashâb-ı kiramın bu ihtimamına bakarak, ihmal edilip yazılmayan veya kaybolan bir âyetin olduğunu düşünmek mümkün değildir. Cenâb-ı Hakk’ın kıyâmete kadar kalmasını takdir buyurduğu ve neshetmediği bütün âyetler ve sûreler, Allah’tan geldiği şekilde sağlam olarak kayıt altına alınmıştır. Bu hakikate işaret eden birkaç delili burada zikredelim:

- Abese sûresinin 11-16. âyetlerinde, bir tefsire göre, Kur’ân’ın ilk senelerde mevcut çok sayıdaki yazılı metinlerinden ve nüshalarından bahsedilmektedir:

“Hayır! Şüphesiz bu âyetler birer öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır. O, mukaddes sayfalardadır; yüce makamlara kaldırılmış, tertemiz sayfalarda. Seçkin ve erdemli elçilerin ellerinde.” (Abese 80/11-16)

- Şu âyet-i kerimeler, bir tefsire göre Kur’ân’ın yazılı olduğunu ve ona dokunmak için abdestli olmak gerektiğini haber verir:

“Şüphesiz o, çok değerli, pek şerefli bir Kur’ân’dır. Korunmuş bir kitapta bulunur. Tertemiz olanlardan başkası ona dokunamaz.” (el-Vâkıa 56/77-79)

- “Allah tarafından, tertemiz sayfalar okuyan bir rasûl…”[8] âyeti de Kur’ân’ın yazıldığını açıkça göstermektedir.

- Hz. Ömer (r.a), biʻsetin ilk yıllarında kız kardeşi ve eniştesinin evlerinde okudukları ve Tâhâ sûresinin baş tarafındaki âyetlerin yazılı bulunduğu sayfayı görmüş ve onu okuyarak iman nimetine erişmiştir.[9]

- Râfi b. Mâlik (r.a) Akabe Bey’atı’na katıldığında, Rasûlullah (s.a.v) o zamana kadar vahyedilmiş tüm âyet ve sûrelerden oluşan bir Kur’ân metnini ona teslim etmişlerdir. Râfi, Medine’ye döndüğünde kendi mahallesinde inşâ ettirdiği ve İslâm âleminde ilk câmi diye bilinen mescidde toplanan müslümanlara bu âyet ve sûreleri tilâvet ederdi. Yûsuf Sûresi’ni de Medîne’ye ilk defâ Râfi (r.a) getirmiştir.[10]

Dipnotlar:

[1] Bkz. Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân 4; Tirmizî, Menâkıb 74/3954.

[2] Heysemî, Mecma’u’z-zevâid, 1: 152; 8: 257.

[3] Buhârî, Tefsîr 2/45; Ebû Dâvûd, Salât 120-121/786; Tirmizi, Tefsir 9/3086.

[4] Bkz. M. M. el-A’zami, Kur’ân Tarihi, s. 106-107; Muhammed Hamîdullah, Kur’ân-ı Kerîm Tarihi, trc. Salih Tuğ (İstanbul: İfav Yayınları, 2000), s. 42.

[5] Bkz. Abese 80/13; el-Beyyine 98/2; Buhârî, Ezân, 54, Fedâilü’l-Kur’ân, 6; Beyhakî, Şuab, 4: 8/2108; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 9: 12-13; Aʻzamî, Kur’ân Tarihi, s. 105-116.

[6] Ebû Abdillah Bedrüddin Muhammed b. Abdillah ez-Zerkeşî (v. 794), el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Ebü’l-Fadl İbrahim (Dâru İhyâi’l-Kütüb, 1376/1957), 1: 235; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 9: 12; Aʻzamî, Kur’ân Tarihi, s. 117.

[7] Ahmed, 3: 12, 21, 39, 56; Müslim, Zühd, 72.

[8] el-Beyyine 98/2.

[9] İbn Hişâm, Sîret, 1: 368-371.

[10] İbn Kesîr, el-Bidâye, 3: 152; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, 2: 157.

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KUR’ÂN-I KERÎM ALLAH KELÂMIDIR

Kur’ân-ı Kerîm Allah Kelâmıdır

KURAN'I KERİM'İN ÖZELLİKLERİ MADDELER HALİNDE

Kuran'ı Kerim'in Özellikleri Maddeler Halinde

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.