Kalb-i Selim'e Ulaşanların Vasıfları

Allâh’ın bir kulunu küçük görmek ve gönlünü incitmek, onu yaratan Rabbimizi gazaplandırır. Bu sebeple Hak dostları, gönül karşısında titrek bir mum gibi hassas davranmışlardır. Onun Allâh ile alâkasını göz önünde bulundurarak muâmele etmişlerdir. Hele bir de bu, Allah katında sevgili bir kulun gönlü ise…

Hazret-i Mevlânâ bu hususları güzel üslûbuyla şöyle ifâde eder: 

“İnsanı inciten kişinin, Allâh’ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki bu küpün suyu, Hak ırmağının suyu ile birleşmiştir.”

“Bilgisizliğimiz, körlüğümüz yüzünden, Hakk’ın velîlerini hor görmek ve onları incitmek istiyoruz.”

“İbtilâ, belâya uğrayış bir hastalıktır, belâya uğrayan kişiye acırlar, ama ahmaklık öyle bir hastalıktır ki, başkalarını da yaralar ve incitir.”

“Ahmaklar, insan yapısı mescide saygı gösterirler de, gönül sâhiplerinin gönüllerini kırmaya çalışırlar.” 

“Bu gönül evinin içinde kimin bulunduğunu biliyorsanız, bu gönül sâhibinin kapısı önünde ettiğiniz terbiyesizlik nedendir?”

“Oysa bir Allah adamının, yâni bir peygamberin veya velînin gönlü incinmeyince, Allah hiçbir kavmi rezil ve rüsvâ etmemiştir.”

“Sen hiddete kapılıp, gönüller kırmış, onlara ateş düşürmüş isen, o ateş senin için cehennem ateşinin mayası olur.”

“Senin öfke ateşin bu dünyada bile seni yakar, yâni zillete düşürür. Ondan doğan cehennem ateşi ise bu zilletin neticesi olarak seni âhirette de ebedî olarak yakar.”

BİR KEZ GÖNÜL YIKTIN İSE…

Yûnus Emre Hazretleri’nin, böyle bir şerefe mazhar olan gönlü incitmemek gerektiği husûsundaki ifâdeleri pek keskin ve ibretlidir:

Bir kez gönül yıktın ise, 

Bu kıldığın namaz değil! 

Yetmiş iki millet dahî, 

Elin yüzün yumaz değil!..

Bir başka şiirinde de şöyle der:

Ak sakallı pîr hoca,

Bilemez hâli nice,

Emek yimesün hacca,

Bir gönül yıkar ise…

Gönül Çalab’ın tahtı,

Çalab gönüle baktı,

İki cihân bedbahtı,

Kim gönül yıkar ise…

Kimseyi incitmemek her ne kadar zor da olsa, nisbeten insanın elindedir. Lâkin bir de kimseden incinmemek vardır ki, o daha zordur. Zîrâ irâde ile kalbe hâkim olmak pek müşkildir. Dolayısıyla incitmemek yolun başlangıcı ise, incinmemek de sonudur. İkisi arasında katedilmesi gereken uzun mesâfeler vardır. Bu yollarda ilerleyebilmek, büyük bir gayret ve mücâhede ister.

İnsan, kimseyi incitmemekten başlayıp kimseden incinmeme fazîletine doğru uzanan yolda mesâfe katedebilmek için seyr u sülûküne hassâsiyet göstermelidir. Nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi, en ciddî meselesi olmalıdır.

KALB-İ SELİM’E ULAŞANLARIN VASIFLARI

Mücâhedeyi şevk ve azimle îfâ edenler için kalp, Allah Teâlâ’nın istediği kıvâma yâni “selîm” hâle gelir. Böylece kul da ihsan ve murâkabe hâline ulaşır. Bu merhalede ise şu üç hâl müşâhede edilir:

  1. Kimseyi incitmemek: Bu, ittikâ ehlinin hâlidir. Kalp, nefsin şerrinden korunur ve güzel ahlâk teşekkül eder.
  2. Kimseden incinmemek: Bu da, muhabbet ehlinin hâlidir. Fânîlerin medih ve yermeleri bir ehemmiyet ifâde etmez. Tıpkı güneş ışığı karşısında aydınlatma ve karartmaların bir önemi olmadığı gibi.

Şâir bu hâli şöyle ifâde eder:

Cihân bağında ey âşık budur maksûd-i ins ü cin;

Ne kimse senden incinsin ne sen bir kimseden incin!

  1. Dünyâ menfaatiyle âhiret karşı karşıya gelince, âhireti tercih ederek rızâ-yı ilâhîyi hedeflemek.

Zîrâ insan hiç kimseye eziyet etmeyince Allah Teâlâ’nın huzûruna verâ ve takvâ ile, kimseden incinmeyince vefâ ile, yaptığından mükâfat beklemeyince de ihlâs ile gelir.

Hâsılı kimseyi incitmeden ve kimseden incinmeden büyük bir îman lezzeti içinde huzurlu bir ibâdet ve hizmet ömrü sürebilmek, kâinât kitâbının sayfalarını okuyabilmek ve varlıkların hâl lisânından anlayabilmek, İslâm’ın zirvesini teşkil eden ihsan ve murâkabe hâline ulaşmanın bir meyvesidir. Bir kul, devamlı “Allâh” derken ve ölüm gerçeğinin farkında iken ibâdet ve davranışlarına îtinâ gösterir, herhangi bir gönlü incitmemenin hassâsiyeti içinde yaşar. Yâni hiç kimseye ne diliyle ne de davranışlarıyla bir diken batıramaz... Bununla birlikte insanların eziyet ve sıkıntılarına da sabırla katlanır, kimseden incinmemeye çalışır. Allâh’ın rızâsına ulaştıran yolun bu olduğunu bilir.

Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.