İslamın Fedakarlık Ufkunu Nasıl Yaşayabiliriz?

İnsanların daha ziyâde egosunu tatmin muhtevâsında ve “ben” merkezli bir hayat yaşadığı günümüzde, İslâm’ın bizlere telkîn ettiği fedâkârlık ufku nedir ve bu ufku hayatımıza nasıl aksettirmeliyiz?

Fedâkârlık, kâmil mü’minlerin şiârıdır. Kulu Rabbine yaklaştıran en müstesnâ insanlık cevheridir. Sevginin en hassas ölçüsüdür. Diğer bir ifâdeyle, sevginin kantarı fedâkârlıktır.

Nitekim, hakkında Peygamber Efendimiz’in:

O, Allâh’a ve Allâh’ın Rasûlü’ne hicret ederek çıkıp gelmiştir! O, evvâh’lardandır, yani Allâh’a çokça yalvaran ve Allah aşkıyla yanıp tutuşan biridir!” buyurarak iltifatta bulunduğu ve Tebük’te şehîden Rabbine kavuşmuş olan Abdullah el-Müzenî -radıyallâhu anh-’ın hayatı, bi mü’minde fedâkârlık ufkunun nasıl olması gerektiğine dâir, çok ibretli bir misaldir.

TÜM MAL VARLIĞINI KAYBETTİ AMA DOĞRU YOLDAN AYRILMADI

Abdullah el-Müzenî -radıyallâhu anh-’ın babası öldüğünde ona hiç mal bırakmamış, zengin bir müşrik olan amcası, onu yanına alarak büyütmüş ve varlık sahibi yapmıştı. Lâkin müslüman olduğunu ona bildirdiğinde amcasının yaptığı ilk iş, bütün mal varlığını, üzerindeki elbiselerine varıncaya kadar Abdullâh’ın elinden geri almak olmuştu. Abdullah ise, kendisine yapılan bütün eziyet ve hakâretleri görmezden gelerek, yüreğindeki engin Peygamber muhabbetiyle bir gece yarısı, birini belinden aşağısına, birini de belinden yukarısına sardığı iki eski çul parçasıyla Medîne yollarına düşmüştü.

Uzun bir yolculuğun ardından Medîne’ye ulaştığında ise eliayağı parçalanmış, açlık ve susuzluktan tâkati kesilmiş, perişan bir hâlde idi.

Rahmet Peygamberi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sabah namazı sonrası o mübârek sahâbîyi şefkat ve muhabbetle bağrına bastı. İsminin Abdüluzza olduğunu öğrenince de:

–Sen, Abdullah Zü’l-Bicâdeyn’sin! (Çifte çul/kilim sahibi Abdullah’sın.) Bana yakın yerde bulun! Sık sık yanıma gel!” buyurdu.

Abdullah -radıyallâhu anh- artık Suffe’de kalıyor ve Kur’ân-ı Kerîm öğreniyordu. Bir müddet sonra Kur’ân-ı Kerîm’den birçok sûreyi okuyup ezberledi.

ALLAH YOLUNDA FEDAKARLIĞIN HEDİYESİ ŞEHİTLİK MAKAMI OLDU

Gönlündeki engin îman muhabbetiyle Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in etrâfında adetâ pervâne kesilen bu mübârek sahâbî, Tebük Seferi’ne çıkılırken kendisine şehâdet nasîb olması için Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den ısrarla duâ talep etti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

Ey Allâh’ım! Onun kanını kâfirlere haram kıl!” diyerek duâ buyurunca Abdullah -radıyallâhu anh-:

–Yâ Rasûlâllah! Ben öyle istememiştim!” dedi. Bunun üzerine

Rahmet Peygamberi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

–Sen Allah yolunda harbe çıkar da hummâya tutularak ölürsen, şehîdsin! Hayvanın seni düşürüp boynunu kırarsa, sen yine şehîdsin! Gam çekme! Bunlardan hangisi olsa, şehîdlik için sana yeter!” buyur du.

Gerçekten onun şehâdeti, mûcizevî bir şekilde Allah Rasûlü’nün buyurduğu sûrette tahakkuk etti; hummâya tutulup Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Bu mübârek sahâbînin defin hizmetleriyle Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bizzat alâkadar oldu ve onun hakkında:

Yâ Rab! Ben ondan râzıyım, hep râzı olageldim, Sen de râzı ol…” niyâzında bulundu.

Bu manzaraya şâhid olan ve Efendimiz’in bu sahâbîsi için buyurduğu duâyı işiten Abdullah bin Mes’ûd -radıyallâhu anh- da:

Ne olurdu bu kabrin sâhibi ben olaydım! Keşke oraya bu iltifât-ı Peygamberî ile gömülen ben olsaydım!” diyerek ona gıpta etti. (Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 183; Vâkıdî, III, 1013-1014; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 227)

İşte Allah yolunda gösterilen muhteşem bir fedâkârlık ve bu fedâkârlığa karşı sergilenen nebevî iltifat, muhabbet ve vefâ…

GERÇEK SEVGİ UĞRUNA YAPILAN FEDAKARLIK DERECESİNDE ÖLÇÜLÜR

Hiç şüphesiz her mü’min, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Abdullah Zü’l- Bicâdeyn’e gösterdiği muhabbet ve alâkaya gıptayla bakar. Bu iltifâta lâyık olmanın yolu ise, Allah yolunda ihlâs ve samîmiyetle bâzı fedâkârlıklarda bulunabilmektir.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, Allâh’ın rızâsına nâil olabilmemiz için ihlâs ve samîmiyetle fedâkârlıkta bulunmamız emredilmektedir.

Gerçek bir sevginin büyüklüğü de, gerektiğinde sevilen uğrunda yapılan fedâkârlık ve girilen risk ile ölçülür.

Çok seven biri, îcâbında canını verir de bir fedâkârlık yaptığı hissini bile taşımaz. Sanki borcunu ödüyormuş gibi tabiî bir hâlde bulunur.

MÜ'MİN FEDAKAR OLMALIDIR

Şu hâlde, İslâm’ın bizlere telkîn ettiği fedâkârlık ufkuna sahip bir mü’min; Cömert, merhametli, mütevâzı, hizmet ehli ve ruhlara ebedî hayat aşısı yapan bir gönül doktorudur. Yine o, îsar sahibidir, yani kendisi de muhtaç olduğu hâlde, mü’min kardeşlerini kendisine tercih ederek elindeki imkânları onlara devretme fazîletini gösterebilen kimsedir.

Yine fedâkâr bir mü’min, Allah yolundaki her hizmeti muhabbet ve şefkatle îfâ eden bir ümit ve îman menbaıdır. O, ruhlara huzur bahşeden her gayretin en ön safında yer alır. Yine o, sözleri, davranışları ve örnek ahlâkı ile dâimâ Allâh’ın rızâsını talep hâlindedir. O, dertlinin, muzdaribin yanında, kimsesizlerin ve ümitsizlerin başucundadır.

Velhâsıl bütün güzel sıfatlar, fedâkâr bir mü’minde cem olmuş hâldedir.

Bize örnek nesil olarak takdim edilen ashâb-ı kirâm da, yaşlısı ve genciyle Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini kalplerine yerleştirmiş ve bu uğurda büyük fedâkârlık numûneleri sergilemiş fazîlet yıldızlarıdır. Bizler de onların fedâkârâne hayatlarından hisseler almalı ve ömrümüzü o fedâkârlık örnekleriyle tezyin etmeye çalışmalıyız. Çünkü onlar; yeri geldiğinde mallarını, yeri geldiğinde de canlarını hiçe saymakta bir an bile tereddüt göstermemişlerdir.

Meselâ Bedir Harbi’nde Hazret-i Ebû Bekir, oğlu ile; Ebû Ubeyde bin Cerrah, babası ile; Hazret-i Hamza, kardeşi ile kılıç kılıca gelmiştir.  Zira Allah muhabbeti, bütün fânî muhabbetleri bertaraf edecek derecede gönüllerine nakşolmuştur. Bu aşk ve heyecan iklîminde de, hiçbir dünyevî kayıp, onların îman muhabbetini sarsamamıştır.

Yine Uhud günü, Ensâr’dan Sümeyrâ Hâtun’a iki oğlu, babası, kocası ve kardeşinin şehîd olduğu haberi verildiği zaman, o mübârek hanım, bunlara hiç aldırış etmemiş, dâimâ Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ne hâlde olduğunu merak etmiş ve ancak gönlü, Efendimiz’i gördüğünde huzûra ermiştir.

BÜTÜN MALINI ALLAH RIZASI İÇİN PEYGAMBERİMİZE TAKDİM ETTİ

İşte o fazîlet kervanından, fedâkârlığın hayatımıza nasıl aksettirilmesi gerektiğini gösteren zirve bir misal daha:

Zorlu Tebük seferinin hazırlıklarının yapıldığı esnâda Medîne’de büyük bir kıtlık hüküm sürüyordu. Hâl böyleyken, Peygamberimiz’den bir an bile ayrı kalmaya dayanamayan ve Efendimiz’in; “Eğer Rabbimden başka, insanlardan bir dost edinmiş olsaydım, muhakkak ki Ebû Bekir’i dost edinirdim...” (Buhârî, Salât, 80; İbn-i Sa’d, II, 227) beyânının muhâtabı olan Hazret-i Sıddîk -radıyallâhu anh- bütün malını getirip Efendimiz’e hürmetle takdîm etti.

Bu fedâkârlık karşısında Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

–Ebû Bekir’in malından istifâde ettiğim kadar başka hiç kimsenin malından faydalanmadım...” buyurdu. Bu nebevî iltifat karşısında Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- gözyaşlarına hâkim olamadı. Âlemler Sultânı’na hitâben, O’na olan engin muhabbetinin gerektirdiği fedâkârlığı şu sözleriyle ifâde etti:

–Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz yâ Rasûlâllah?!” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 11) Bunun üzerine Allah Rasûlü r:

–Çoluk çocuğuna ne bıraktın yâ Ebâ Bekir?” diye suâl edince de büyük bir îman vecdiyle:

–Allah ve Rasûlü’nü (bıraktım yâ Rasûlâllah)!..” cevâbını verdi. (Tirmizî, Menâkıb, 16/3675)

İşte fedâkârlık… İşte aşk ve muhabbet…

ALLAH RASULÜ UĞRUNDA NE KADAR FEDAKARLIK YAPABİLİYORUZ?

Ashâb-ı kirâm, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in etrâfında hizmet için âdeta pervâne kesilmiş, Allah yolunda bütün imkânlarıyla gösterdikleri fedâkârlıklarını; “Anam, babam, canım Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” sözleriyle perçinlemişlerdir.

Bütün bu misaller ışığında bizler de, Allah ve Rasûlü uğrunda ne kadar fedâkârlık yapabildiğimizi derin derin muhâsebe etmek durumundayız. Çünkü İslâm nîmeti bizlere, bugüne kadar yapılan pek çok fedâkârlık sâyesinde gelmiştir. Bize düşen de, Cenâb-ı Hakk’ın bize ihsân ettiği istîdat ve imkânları son haddine kadar O’nun rızâsı yolunda aşk ve şevkle kullanabilmektir.

Rabbimiz; rızâsına muvâfık, fedâkârâne bir hizmet ömrü yaşayıp huzûruna yüz akıyla çıkabilmeyi cümlemize nasîb eylesin...

Âmîn…

KAYNAK: Osman Nûri TOPBAŞ, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, 2011, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.