İslam’da Şarkı, Türkü ve Çalgı Sesinin Hükmü Nedir?

Müziğin dindeki yeri nedir? İslam’da şarkı, türkü söylemenin ve çalgı sesinin hükmü nedir?

İslâm fıkhında, şarkı söylemek ve insanı duygulandıran veya insana hüzün veren bazı sözleri belirli bir makama uygun biçimde okumak anlamını ifade etmek üzere “tegannî” terimi kullanılır. Bazı sözleri makamlı söylemede esas olan tabiattaki tabiî seslerdir. İnsanın da yaratılıştan bu seslere meyli vardır. İnsanoğlu fıtratı gereği güzel sesten hoşlanır, sevinç, keder, sıkıntı ve şaşkınlık sırasında ona yönelir. Nitekim, küçük çocuk annesinin güzel sesle söylediği ninni ile sükûnet bulur ve uykuya dalar. Hayvanların kendi cinsleriyle iletişimi teganniye benzer seslerle olur. Bir çok kuşun sesi gerçek musiki gibidir.

Evrensel bir din olan İslâm’ın musikiye ve tegannili sözlere mutlak olarak karşı çıkması söz konusu olamazdı. Bu yüzden İslâm musiki ve tegannî için bir takım sınırlar belirlemiş, meşrû olanla olmayanın arasını ayırmıştır.

Biz yukarıda Hz. Peygamber’in ve ashab-ı kiramın meşru sözlerle ve makamlı biçimde söylenen bazı şarkı ve mersiyelere karşı tutumlarına ait çeşitli örnekler vermiştik.

Kitap ve sünnette nefsi azdıran ve beraberinde haramı getiren şarkı ve çalgı âletleri ile ilgili kınayıcı ifadeler yer alır. Bu delillere kısaca yer vereceğiz.

Allahü Teâlâ şeytana hitap ederek şöyle buyurur:

“Onlardan gücünün yettiği kimseleri sesinle baştan çıkar. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yaygarayı bas! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol; onlara vaatlerde bulun!” Oysa şeytan onlara aldatmadan başka vaatte bulunmaz!”[1] Bu âyetteki “ses (savt)”ten maksat Abdullah İbn Abbas ve Mücâhid’e göre; şarkı, çalgı ve oyundur.[2]

Yukarıdaki ayette sözü edilen şeytanın atlıları ve yayaları; onun buyruğundan dışarı çıkmayan insan ve cinlerdir. Onun bir kimsenin işlerine ortak olması; haramdan kazanç sağlatması, haram yerlere harcatması, zina ürünü çocuk doğmasına sebep olması, putlara taptırması, çocuklarını dinî eğitimden mahrum bıraktırması gibi yollarla olur. Şeytanın asılsız söz ve vaadi ise; ataların sapık din anlayışının doğru olduğu yolunda telkinde bulunması, bitip tükenmez bir hırs aşılamak suretiyle tevbeyi unutturması gibi yollarla olur.[3]

Şarkı ve eğlenceye dalma ile bağlantılı görülen başka âyetler de şunlardır:

“Siz bu söze (Kur’ân) şaşıyor musunuz? Gülüyor ve ağlamıyorsunuz. Şarkıcılık ve gaflet içinde oyalanıyorsunuz.”[4]

Âyetteki “sâmidûn” ifadesinin kökü olan “semed” Himyer lehçesinde “şarkı” anlamına gelir. Nitekim Mekke’de Kureyş müşrikleri Kur’ân-ı Kerîm’in okunduğunu duyunca, işitilmesin diye şarkı söyler ve oynar­lardı.[5]

Şarkıya ve çalgı âletlerine düşkünlüğü kötüleyen çeşitli hadisler nakledilmiştir. Ancak bu hadislerin insanı fuhuş, içki ve zinaya düşürebilen nitelikteki şarkı, türkü ve eğlenceleri kasdetmesi yanında, bir bölümünün de zayıf hadisler olduğunu görmekteyiz.

Hz. Ali’nin naklettiği bir hadiste; Ümmet işleyince başlarına belanın çökeceği bildirilen on hasletten bir tanesi de “şarkıcı kadınların ve çalgı âletlerinin türemesidir.”

Ebû Umâme (r.a.)’ten şöyle dediği nakledilmiştir: “Hz. Peygamber, şarkıcı kadının alacağı parayı yasakladı ve bu konu ile ilgili olarak yukarıda zikrettiğimiz şu âyetin indiğini bildirdi: “İnsanlardan kimi vardır ki, bilgisizce (insanları) Allâh’ın yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için eğlence sözleri satın alır.”[6]

Ebû Davud’un Nâfi’den rivayet ettiğine göre Abdullah b. Ömer bir çalgı sesi işitmişti. Parmaklarını kulaklarına tıkadı ve oradan uzaklaştı. Bana da “Ey Nâfi, bir ses işitiyor musun?” dedi. Ben “Hayır” deyince parmaklarını kulaklarından çekerek “Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte idim. Bu ses gibi bir ses işitti ve benim yaptığım gibi yaptı” dedi.[7] Yine İbn Ömer’in naklettiği bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Şüphe yok ki, Allah şarabı, kumarı, darbukayı, tanbur ve ud’u yasaklamıştır. Her sarhoşluk veren şey de haramdır.” [8]

Dipnotlar:

[1] İsrâ, 17/64. [2] Kurtubî, age, I, 288. [3] bk. Beyzâvî, İsrâ, 17/64. ayet tefsiri. [4] Necm, 53/59-61. [5] Kurtubî, age, XVII, 123. [6] Lokman, 31/6. Bu hadis; Tirmizi, İbn Hanbel ve İbn Mâce rivayet etmiş yalnız Tirmizî «garib hadis» demiştir. Askalânî, Fethu’l-Bârî, XIII, 335. [7] Ebû Dâvûd, Edeb 52. Ebû Dâvûd buna «münker hadis» demiştir. [8] Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, VII, 260, Hadisin senedindeki Velîd b. Abde durumu meçhul olan bir ravidir.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM’DA NİKAH VE DÜĞÜN MERASİMİ

İslam’da Nikah ve Düğün Merasimi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.