İslam Toplumu Nasıl Yükselir?

Müslümanların tekrar nasıl terakkî edebilecek? Müslümanlar nasıl yükselir? Müslümanların yükselişi nasıl olacak? Es‘ad Erbili Hazretleri, Müslümanların tekrar nasıl terakkî edebileceğini açıklıyor.

Es‘ad Erbili Hazretleri Müslümanların tekrar nasıl terakkî edebileceğini bir misal ile şöyle îzah ediyor:

“Tarih sayfalarını karıştıranlar açıkça görürler ki, Arap kavmi çok çeşitli aşiret ve kabîlelerden müteşekkil idi. Îman şerefiyle müşerref ve Kur’ân nûruyla münevver olmadan önce, aralarında buğz, düşmanlık ve kin yaygın, câhiliye döneminin kanlı yağma ve savaşları devam etmekteydi. Bütün bunlara ilâveten fakr u zaruret ve ihtiyaç içinde kıvranmakta ve ciğerleri kan ağlamaktaydı. Ne zaman ki Kâinâtın Efendisi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- karanlık ufukları nübüvvetin parlak nûruyla aydınlattı, işte o zaman onların zulüm ve cehâletlerini berrak mârifet suyu ile arındırdı. Bu derece yıpranmış ve dağınık bir toplum, âyet-i kerîmeleri rehber, hadîs-i şerîfleri düstûr edinince, kin ve düşmanlıkları sevgi ve bağlılığa, bedevîlikleri medenîliğe, fakr u zaruretleri refah ve huzura dönüştü.

Bu şekilde adâletin temelini tesis ederek medeniyet nurlarını bütün âleme yaydılar. Öyle ki azamet ve kudreti herkes tarafından bilinen İran ve Rum devletlerini bütün kudret ve şevketlerine rağmen kısa bir müddet içinde yerle bir ettiler. Fetihlerinin sınırları çok kısa bir zamanda Asya uçlarına ve Avrupa’nın güneyine kadar uzandı. Doğu ve Batı âlemini kendi emirlerine boyun eğdirip, adâlet ve ihsan sofralarının hayrânı eylediler. Böylelikle Cenâb-ı Hakk’ın mübârek ismini yücelttiler. Beşerî saâdeti ve toplum huzurunu en aşağı seviyeden en yüksek kemâl derecesine çıkardılar.

Çoğunluğu ticaret, bir kısmı sanat, bir bölümü ziraat, bir grubu da kâtiplik ve doktorluk mesleğine intisâb ederek her biri bir sanat dalında insanlığa büyük hizmet ve yardımda bulundular. Kardeşlik binâsını sağlamlaştırıp medeniyetin esâsını tesis eylediler. Sadâkat ve adâletleri sebebiyle öyle terakkî ettiler ki bütün toplumları geçerek hakîkî saâdet ve selâmete nâil oldular. Cenâb-ı Hak gayretlerini meşkûr (makbûl), ecirlerini de kat kat eylesin! Âmîn!

Şimdi ise akıl almaz bir hızla gelen düşüş ve gerileme neticesinde gönüllerde kan denizinin dalgalandığı bir zamandır. Pazarları iflâsa sürüklenmiştir. Ne yazık! O şimşek gibi sür’atli terakkî hızı nereye ve nasıl gitti de yerine bu yıldırım hızındaki düşüş geldi. Yazık, pek yazık ki, o müthiş yükselişe ne oldu ve bu düşüşün sonu ne olacak?! İnceleme ve araştırmalar gösteriyor ki, bu iki zirve noktanın arasında çok büyük farklar var. Bu sınırsız hüsrânı araştıranların ayaklarının topal, mütehassıslarının sahalarının da oldukça dar olduğunu görüyorum.

Cenâb-ı Hak, “...Siz Allâh’ın dînine yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyuruyor.

ÜMMETİN YÜKSELMESİ NEYE BAĞLI?

Tekrâren arz ediyorum ki; eğer İslâm milletinin yükselmesi ve Muhammed ümmetinin yücelmesi isteniyorsa bu husus ancak Alîm ve Allâm olan Allâh’ın emir ve yasaklarına boyun eğip, şânı yüce Rasûl’ün Sünnet-i Seniyye’sine sımsıkı sarılmakla müyesser olacaktır.

Tertemiz İslâm şerîatini farklı iklimlerde hâkim kılan, münevver tarîkati de akıl ve düşüncelerinin muhâfızı yapan bir topluluk, hacıların «Lebbeyk» diyerek Kâbe’ye kavuştukları gibi hedeflerine ulaşırlar. Tertemiz duygularıyla Beytü’l-Harâm’da en büyük saâdete erenler gibi sonsuz saâdete nâil olurlar. Böylece birleşme ve yardımlaşmayı emreden âyetlerden nasiplerini almış olurlar. «Devlet ittifaktan, devletsizlik ve anarşi de nifaktan doğar!» sözü de bunu tasdik etmektedir…

Şimdi Kâdir-i Mutlak olan Cenâb-ı Hak’tan ve büyük-küçük her şeyi ilâhî tedbîri ile yöneten Müdebbir-i Zülcelâl’den niyâz ederim ki, bu fakirin arzularını, dindar dostlarımın nazarlarına ve basîret sahibi kardeşlerimin ibret kulaklarına ulaştırıp da feyz ve bereketini ihsan buyursun! Müslümanlar arasında ittifak ve dayanışma tesis edilsin! Dostlar arasında birlik ve beraberlik temeli sağlamca atılsın! Böylece mü’minler arasında tesiri ve sağlamlığı uzun müddet devam edecek olan yakınlık ve yardımlaşma artsın!”[1]

[1] M. Es‘ad Efendi, Mektûbât, s. 176-178, no: 142.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.