İnsanları Küçümseyenlerin Vay Haline!

İnsanları küçük görmek; sözle olabileceği gibi, çeşitli hâl ve hareketlerle, kaş-göz işaretleriyle de olabilir. Cenâb-ı Hak bunu da şu ifadeyle yasaklamıştır: “İnsanları arkasından çekiştirip (gıybetini yapıp) kaş-göz işaretiyle alay eden herkesin vay hâline!” (el-Hümeze, 1)

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur: “Halka, avâm nazarıyla bakan, yani onları hor ve hakir gören kişi, onlardan nefret eder. Hâlık’ın nazarıyla bakan ise onlara merhamet eder.” [1] 

Meşhur tâbiriyle; “Yaratanʼdan ötürü yaratılanı sevmek” veya “Hâlıkʼın şefkat nazarıyla mahlûkâta bakış” hassâsiyeti, kâmil müʼminlerin vazgeçilmez bir şiârıdır. Zira îmânın ilk meyvesi merhamettir.

Cenâb-ı Hak da Peygamber Efendimizʼin yanında bulunan müʼminlerin vasıflarını beyân ederken; “…Onlar birbirlerine karşı son derece merhametlidirler…”[2] buyurmaktadır. Dolayısıyla müʼminlere karşı kibirlenmek ve onları hor görmek; gönüldeki merhamet noksanlığının ve vicdânın dumûra uğramış olduğunun en bâriz göstergesidir.

BÜYÜKLÜK TASLAMAK İNSANIN ACZİYETİNİ ISKALAMASIDIR

İbâdullâhʼı istihkār, yani Allâhʼın kullarına küçümseme ve tahkir nazarıyla bakmak, en başta kişinin kendi haddini bilmezliğinin bir ifadesidir. Zira insan kendini bilirse, yani var olmak ve hayatını idâme ettirmek için bile dâimâ Rabbinin lûtfuna muhtaç olduğunu lâyıkıyla idrâk edebilirse, acziyetten âdeta ıslak bir kağıda döner. Ne Rabbine, ne de Oʼnun kudret ve sanatının muhteşem eserleri olan mahlûkâta, büyüklük taslamaya mecâli kalmaz.

Hazret-i Ali -radıyallahu anh-ʼın ifadesiyle:

“Övünmek Âdemoğlunun neyine ki?! Evveli nutfe, sonu ise cîfedir! Kendi rızkını dahî yaratamadığı gibi, kendini helâkten de kurtaramaz.”

Cenâb-ı Hakkʼın ilâhî kudret ve azameti karşısında acziyet ve hiçliğinin farkında olan bir müʼmin; aslâ gurur, kibir ve ucuba meyledemez.

Temiz bir bardakta bulunan saf ve berrak bir suya, bir damla necâset düştüğünde, nasıl ki o su, bütün sâfiyet ve kıymetini kaybederse; Allâhʼın kullarını küçük görerek dolaylı yoldan büyüklenmek de, kulun Hak katındaki değerini yok eder.

Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere: “Her kim izzet ve şeref istiyorsa, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allâhʼındır…” (Fâtır, 10)

Dolayısıyla kul; tevâzû, hiçlik ve acziyetinin idrâki içinde, sâlih amellerle Rabbine ne kadar yaklaşabilirse, Hak katında o nisbette izzet kazanır. Mütevâzı kullarını Cenâb-ı Hak yüceltir.

Âyet-i kerîmede buyrulur: “…Allah katında en değerli olanınız, en çok takvâ sahibi olanınızdır…” (el-Hucurât, 13)

ALLAH KULLARINDA TAKVAYA BAKIYOR

Yani Allah katında yegâne üstünlük “takvâ” iledir. Takvâ ise Allâhʼın rızâ ve muhabbetinden mahrum kalma korku ve endişesi içinde, haram ve şüphelilerden titizlikle sakınıp bütün gücüyle sâlih amellere, ibadet ve tâate, Allah yolundaki hizmetlere gayret göstermektir. Yine takvâ; nefsânî arzuları bertaraf etmek, rûhânî istîdatları inkişâf ettirmek ve ilâhî müşâhedenin altında olduğumuzu, kalpte dâimî bir şuur ve idrak hâline getirebilmektir.

Kalplerdeki takvâ duygusunun kimde daha yüksek olduğunu, dolayısıyla kimin daha hayırlı olduğunu ise ancak Allah Teâlâ bilir. Bunun içindir ki Rabbimiz, âyet-i kerîmede şu îkazda bulunur:

“Ey îmân edenler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdır…” (el-Hucurât, 11)

Hazret-i Âişe -radıyallahu anha- diyor ki:

“(Bir defasında Peygamber Efendimizʼe hitâben:)

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Safiyye’nin kısa boylu oluşu Sana yeter.» diyerek Safiyyeʼyi küçümsemiştim. Bunun üzerine Rasûlullah --sallallahu aleyhi ve sellem-:

«–Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi, onun suyunu bozardı.» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4875; Tirmizî, Kıyâmet, 51)

İNSANLARI KÜÇÜK GÖRENLERİN VAY HALİNE!

İnsanları küçük görmek; sözle olabileceği gibi, çeşitli hâl ve hareketlerle, kaş-göz işaretleriyle de olabilir. Cenâb-ı Hak bunu da şu ifadeyle yasaklamıştır:

“İnsanları arkasından çekiştirip (gıybetini yapıp) kaş-göz işaretiyle alay eden herkesin vay hâline!” (el-Hümeze, 1)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ bana: «Birbirinize karşı öylesine alçakgönüllü olun ki, hiç kimse diğerine karşı haddi aşıp zulmetmesin. Yine hiç kimse, bir başkasına karşı böbürlenip üstünlük taslamasın!» diye vahyetti.” (Müslim, Cennet, 64; Ebû Dâvûd, Edeb, 40)]

[1] Sehlegî, en-Nûr, s. 109.

[2] Bkz. el-Fetih, 29.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bâyezîd-i Bistâmî, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.