İnsanın En Büyük Cehaleti

Allah’ın cemalini nasıl müşâhede edebiliriz? En nasipsiz kişi kimdir? İnsanın en büyük cehaleti nedir? Korkmamız gereken şey ne olmalıdır? Hz. Mevlana’dan farkında olmadığımız hazinemizin muhteşem tarifi...

Allah’ın Cemâl-i Ebedîsini müşâhede edebilmek için ilk yapmamız gereken şey; kendi güzelliğimizi görmektir. Kendi güzelliğimizi görebilmek için kendimizi bilmemiz lazımdır. Kim olduğumuzu bilmek kendi tabiatımızda zaten var olan ilahî güzelliği görmemizi sağlayacaktır. Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem en etkili tavsiyeyi vermiştir: “Kendini (nefsini) bilen Rabbini bilir” ve “Kendinle başla.”

“O, SİZİNLE BERABERDİR” MÜJDESİ

Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in lûtfettiği hikmet, manevî mükemmeliyete varma yolunda insanlık için esas mesajdır. Manevî yoldaki yolcu için her şeyden önce kendini bilmek gelir. Kişinin kendi güzelliğini müşahede etmesi kendi özünü bilmesine denktir. Hz. Mevlânâ’nın kelâm-ı mübarekleri ile; “O, sizinle beraberdir’ müjdesi O'ndan gelir. Bu müjdeyle gönülden kıvılcımlar saçılır. Kendini bilmediğin için, rahat değilsin sen. Kendini bir tanısan, başka kapı çalmazsın sen.”

Allah Celle Celâluhû’yu ancak ilahî güzelliği kendi içimizde bulabilirsek gerçekten sevebiliriz. Kendimizi bilmek Zü’l- Celâl ve’l İkrâm olan Rabbimizin Cemâl’ini bilmemizi ve görmemizi mümkün kılacaktır. Kendimize bilmek bizi aşka getirir ve aşk da Erham-ür-Râhîmîn olan Rabbimize ulaştırır. İçe dönmek ve kendimizle dürüstçe yüzleşmek en önemli amacımızdır. Kişinin kendisiyle barışık olması, iç huzura, dengeye, selâmete, güvene ve özgürlüğe ulaşmasıdır.

EN NASİPSİZ İNSAN

En nasipsiz kişi, karanlığı tercih edendir. En büyük felaket, âlemlere sığmayan Allah Teâlâ’nın sığdığı kalbi yıkmaktır. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Allah kimin kalbini İslâm’a açmışsa o Rabbinden bir nur üzeredir. Yazık o kimselere ki Allah’ın zikrine karşı kalpleri katılaşmıştır. Onlar apaçık bir sapkınlık içindedirler.” (Zümer, 22) En büyük bilgi insanın kendi nefsini bilmesidir, kendini bilmek ruhumuzun nuruna varana kadar varlığımızın katmanlarına nüfuz etmek demektir. O zaman bütün kapılar açılır, perdeler kalkar ve O’nun nuruna O’nun nuruyla bakarız.

EN BÜYÜK CEHALET

İnsanın en büyük cehaleti kendisini görememesi ve kendini görmek istememesidir. Mevlana Hazretleri şu muhteşem öğüdü verir: “Ah keşke kendi güzelliğini görebilseydin! Sen güneşten de büyüksün! Bu kir pas hapishanesinde neden kurudun ve büzüldün? Neden kalbin pınarlarından akan zarafet ve nezaketle tazelenmeyesin? Neden bir gül gibi gülmeyesin? Neden açılıp kokunu etrafa vermeyesin?”

Kendini bilmek istemeyen düşünmekten korkar. Böylece şeytanın vesvesesine talip olup onun kuklası olur. Düşünmekten korkan, kendiyle yüzleşmek istemez. Gerçeği görmek istemez. Hesaba çekilmek, nefis terbiyesi almak istemez. Sorumluluk taşımak istemez. Cihad etmek, hizmet etmek istemez. Hakikati görmek istemeyen, hakikatten kaçar, karanlığı tercih eder ve bundan dolayı nurdan korkar. Sonuçta şirke düşer, bencillik ve cehalete duçar olur.

Hakikati görmek istemeyenler aslında hiçlikten korkarlar. Hz. Mevlânâ: “Tüm dünya yanlış yola sapmış. Zira yokluktan korkuyorlar, hâlbuki onların sığınağı odur.” Gençliği bilmediğimiz için yaşlanmaktan korkarız. Hayâtın değerini bilmediğimiz için ölümden korkarız. Nimet ve lütufları bilmediğimiz için kaybetmekten korkarız. Korkmalıyız; fakat korkumuz Allah yolundan sapmaktan, O’nun rızasını ve memnuniyetini kaybetmekten, rahmetinden ve bağışlamasından mahrum kalmaktan, O’na olan yakınlığı kaybetmekten olmalıdır.

KORKMAMIZ GEREKEN ŞEY

Korkmamız gereken şey, ehl-i dalaletin ve küfrün zihinlerimizi bulandırmaya ve bizi doğruluk yolu olan sırat-ı müstakimden saptırmaya çalışanlardan olmalıdır. Kulaklarımıza hiç durmaksızın vesvese vererek, kalbimizi, bilincimizi tahrip etmeye uğraşarak çalışmaya devam eden şeytanın gizli işlerinden korkmalıyız.

Kuran-ı Azimüşşan: “Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.” buyurmaktadır. (Bakara, 67) Körlük, şuursuzluk, iç darlığı, bilinçsizlik insanı Allah’tan ayıran en başlıca problemlerdir. İnsanın cehaleti en büyük perdedir. Cahil, hakikati bozuk bir şekilde görür. Gölge varlıkları ve vehimleri gerçek zanneder. İçimizdeki hazineyi görmezden gelmek manevî körlüğe denktir. Ebedî güzelliği görmekten mahrum olmak insanın unutkanlığı ve cehaletine denktir.

FARKINDA OLMADIĞIMIZ HAZİNEMİZ

Hz. Mevlânâ farkında olmadığımız hazinemizi muhteşem bir şekilde tarif buyuruyor: “Ekmek dolu bir sepet kafanın üstünde dururken kapı kapı dolaşıp kırıntı arıyorsun, kendi kafana bak da bu baş dönmesinden kurtul. Git de kendi kalbinin kapısını çal! Ne diye kapı kapı dolaşıyorsun? Dizlerine kadar akıntının içindesin de ne kendinden ne de sudan haberin var, ondan bundan su istiyorsun! Ah! Olsa da kendini bir anlığına bilebilsen! Kendi yüzündeki güzellikten bir nişan bir anlığına görebilsen! O zaman hayvanlar gibi su ve çamurda karar kılmaz, hemen sürûr evine, güzel ruhların yanına giderdin.”

Gaflet ve cehalet ağır bir hastalıktır; duyarsızlık, şuursuzluk, sorumsuzluk, terbiyesizlik, edepsizlik yaratır. Gaflette düşmek; düşmanlıktır, zulümdür, sahtekârlıktır, haksızlıktır, hainliktir, münafıklıktır, şirktir, bencilliktir, tapıcılıktır, adaletsizliktir, küfürdür, küstahlıktır, sevgisizliktir, savaştır. Gaflet öyle bir hastalıktır ki, tevhid nurunu tamamen söndürür ve kalbimizdeki Muhabbet-i Muhammedî'yi siler. Kelime-i şehâdet getirip, Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem'in yoluna düşmemek şiddetli bir gaflettir.

Gafletten kurtulmak soylu zât Muhammed Mustafa Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in yolu olan sırat-ı müstakimin yüce farkındalığına uyanmak demektir. Gafletten kurtulmak ilâhî bilincin nuruna uyanmak ve aşkın şuuruna erişmek demektir. Gafletten kurtulmak; içtenliktir, ilimdir, sünnettir, ihramdır, aşktır, diriliktir, mirâçtır, mukaddes olana hürmettir, ihlâstır, cesaretir, fedâkarlıktır, takvadır, muhabbettir, güzelliktir, nurdur, dostluktur.

Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bu hususta; “Ey mihraba yönelmiş münacat ehli! Varacağınız yer uzak, biraz olsun acele edin. Ey gaflete dalmış olan harabat ehli! Yüzlerce kafile geçti, gitti; siz hâlâ uykudasınız” buyuruyor. Allah bizi modern toplumların duyarsızlıklarına gömülmekten korusun. Cehalet ve vurdumduymazlık duyarsızlığa yol açar, duyarsızlık gafleti doğurur ve bu böylece sonsuza kadar gider. Böylece kendimizi ahlâkî çöküşümüzün harabelerinin ortasına atmış oluruz.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Sayı: 448

İslam ve İhsan

AHİR ZAMANDA İLİM AZALIR CEHALET ARTAR

Ahir Zamanda İlim Azalır Cehalet Artar

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.