İnsan Ne Yaparsa Şükretmiş Olur?

Fânîliği hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalı, her an ölüm ve ötesine hazır olmaya gayret etmeliyiz. Unutmayalım ki; Nûh -aleyhisselâm- kadar uzun ömürlü olsak, Süleyman -aleyhisselâm- kadar varlıklı olsak, Yûsuf -aleyhisselâm- kadar cemâl sahibi olsak, şâyet fânîliğin idrâki içinde değilsek; ziyandayız demektir.

Âyet-i kerîmede buyrulur: “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allâhʼın âyetlerini okuyan, (inkârdan ve kötülüklerden) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müʼminlere büyük bir lûtufta bulunmuştur…” (Âl-i İmrân, 164)

Hakîkaten, Cenâb-ı Hakkʼın insanlıkta tecellî etmiş bir hilkat bedîası, yaratılış mûcizesi ve bir sanat hârikası olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bizim en büyük gönül servetimiz. Bütün dünya nîmetleri bizim olsa, fakat Allah Rasûlü’nü tanımamış olsaydık, bunun ne kıymeti olurdu?! Zira bu dünyadaki ömrümüz de, dünya da fânîliğe mahkûm… Fakat Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i tanıyıp O’na cân u gönülden tâbî olmanın getireceği huzur ve saâdet ise, sonsuz…

Allah dostları, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin en yakınları oldular. Onlar, dünyada kendisinden asırlarca uzakta olsalar bile hayatlarını dâimâ Allah Rasûlüʼyle beraber yaşadılar. Her hâllerini Allah Rasûlüʼnün hâliyle mîzân ettiler. Oʼnun gibi bakıp Oʼnun gibi duymanın, Oʼnun gibi düşünüp, Oʼnun gibi hissetmenin gayreti içinde bir ömür yaşadılar. Oʼnunla beraberliğin bahşettiği yüksek firâset, basîret ve mânevî uyanıklık içinde ömürlerini Hakkʼa adadılar. Rabbimiz bizlere de uyanmayı nasîb eylesin!..

HERKES ÜZERİNDEKİ NİMETLERİN ARTMASINI İSTİYOR

Ne garip bir tecellîdir ki, herkes dâimâ Cenâb-ı Hakk’ın kendisi hakkındaki nîmetini artırmasını ister durur. Lâkin şükürden geri kalır. Hâlbuki Rabbimiz âyet-i kerîmede:

“…Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nîmetimi artırırım…” (İbrahim, 7) buyurmaktadır.

Bu hikmete binâen Mevlânâ Hazretleri de şöyle der:

“Sen aklını başına al da, şükür nîmeti ile gerçek nîmeti avla!”

İnsanın bu dünyada ne kadar çok şükredeceği husus vardır. Meselâ;

Gözü görüyorsa şükretmelidir! Kulağı duyuyorsa şükretmelidir! Elleri tutuyorsa şükretmelidir! Sıhhati yerinde ise şükretmelidir! Dili dönüyorsa şükretmelidir!

Peki, ne yapmalıdır ki, şükredebilmiş olsun?

Kul, kendisine ihsân edilen bütün nîmetleri Hak yolunda kullanabildiğinde gerçek mânâda şükretmiş olur. Şâyet şükründen geri kalırsa, kıyâmet günü bütün yaptıklarını ilâhî ekranda bir bir seyretmek durumunda kalacaktır. Âyet-i kerîmelerin de ifâdesiyle;

“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” (el-İsrâ, 14)

“Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edecektir.” (Fussilet, 20)

Mü’min, bu hakikatleri düşünerek, nâil olduğu nimetlerin şükrüne ilâveten bir de karşılaştığı sıkıntı, uğradığı dert ve belâlar karşısında hamd, şükür ve rızâ hâlini korumalıdır. Zira beterin beteri vardır. Belâ ve musibetler de Hakʼtan gelen kulluk imtihanlarıdır.

Velhâsıl insaf ve iz’an sahibi her insan, kendisine bir bardak su ikrâm edene bile teşekkürü bir vicdan borcu addeder. Fırsat düştüğünde o şahsın iyiliğine muâdil bir iyilikle karşılık verir. Hâl böyleyken insanoğlunun, bütün nîmetlerin asıl ikrâm edeni olan Rabbine karşı alık ve abus kalması; ne hazin bir davranıştır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genç Dergisi, 116. Sayı, Mayıs 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.