İnkâr ve İman Eden Kadınlar

İnkâr ve iman eden kadınlar kimlerdir?Abdullah Sert Hocaefendi, Ruhul Beyan Tefsiri'nden Tahrim suresinin 10. ve 11. ayetlerinin tefsirini okuyor.

İMAN VE İNKÂR EDEN KADINLAR

Allah, inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lût'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi.

Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.

İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi. (Tahrim suresi, 10-11-12)

İnkâr Eden 2 Kadın

Allah, inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lût'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi. (Tahrim suresi, 10)

Tefsir:

Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misâl verdi.” Âyetin deyimiyle “darbu’l-misâl”, bu gibi durumlarda tuhaf bir hâlin, onun sâyesinde aynı tuhaflık husûsunda kendisine benzeyen bir başka hale benzerliğinin bilinmesi için örnek olarak gösterilmesidir. Buna göre Allah Teâlâ kâfirlerin şu andaki ve ilerideki durumları için bir misâl göstermiştir.

Buna göre Allah Teâlâ Nûh’un karısı ile Lût’un karısının durumlarını misâl olarak göstermiştir. Böylece o kâfirlerin durumu da ortaya çıkmış ve açıklık kazanmış olmaktadır. Nûh’un karısının adı Vâile ya da Vâlia idi. Lût’un karısının adı ise Vâhile idi.

“Bu ikisi kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hâinlik ettiler.” Bu cümle adı geçen bu iki kadını iyiliğe ve duâya çağıran iki sâlih insanın durumunu beyân etmektedir. Bu iki kadının o iki sâlih insanın “altlarında olmaları” o iki insanın nikâh ve evlilik ilişkisi dolayısıyla tasarruf ve hükümleri altında olmaları demektir.

“Sâlihîn” kelimesi abdeyn; yâni iki kul kelimesinin sıfatıdır. Buna göre âyetin mânâsı o iki kadın iki Peygamberin nikâhı altında ve iki büyük Rasûlün ismeti; yâni koruması altında dünyâ ve âhiret iyiliklerini elde edebilme fırsatı ile dünyâ ve âhiret saâdetini yakalayabilme imkânına sâhibdiler, demektir. Burada Nûh ve Lût (a.s.) kasdedilerek iki kul kelimesinin ifâde edilmesi, onların tâzîm ifâde eden zamîre izâfe edilerek ve sâlih olma niteliğiyle nitelendirilerek tâzîm edilmeleri içindir. Yoksa “tahte abdeyni min ibâdinâ sâlihayni” denecek yerde kısaca “tahtehumâ” demekle yetinilebilirdi. Fakat âyetteki ifâdelerin kullanılması aynı zamanda kulluğun ve sâlih insan olmanın şerefini de beyân etmektedir.

“Onlara hâinlik ettiler” Adı geçen iki kadının kocalarına hıyânet ettiklerinin ifâde edilmesinin sebebi peygamberle birlikte olmaları durumuna hiç uymayan o büyük cinâyeti işlemiş olmalarından olayıdır.

Hıyânet emânetin zıddıdır. Burada sözü geçen iki kadının hıyânet ettiklerinin ifâde edilmesi daha önceden bilinen hareketlerinden ve emânete aykırı davranmalarından dolayıdır. Bu açıklamalara göre âyetin mânâsı bu iki kadın inkâra saparak, münâfıklık yaparak, kocalarının deli olduğunu ifâde ederek ve kocalarına gelen misâfire zulmederek sataşmaları için o sapık kimselere o misâfirlerin geldiklerini haber verererek hıyânet etmelerinden dolayıdır. Dolayısıyla bu kadınların kocalarına hıyânetleri zinâ ederek değil, günah işleyerek olmuştur. Çünkü hiçbir peygamberin karısı zinâ etmiş değildir. İnsanın karısının zinâ etmiş olması ağır ve nâmûsuna düşkün olan kimseler için inkârdan çok daha izzet-i nefsi yaralayıcı bir durumdur. Her ne kadar kâfirlik bir cürüm olarak zinâdan daha beter ve kıyâmet günü kulun cezalanması açısından inkâr zinâdan daha kötü ise de ar ve nâmûsuna düşkün olan kimseler açısından izzet-i nefsi yaralama noktasında kâfirlikten daha beterdir. Bu âyet-i kerîme durumları Peygamber Efendimiz’e (s.a.) inkârla ve isyânla hıyânet eden kâfirlerin durumuna benzeyen bu iki kadının hallerini anlat[1]maktadır. Oysa bu kadınların kocaları olan peygamberler tam bir îmân ve itâat üzere idiler.

“Kocaları” yâni bu iki peygamber “Allah’tan gelen hiç bir şeyi” Allah’ın azâbını “onlardan savamadı.” Yâni bu iki peygamber, adı geçen bu iki kadından evlilikleri hukuku dolayısıyla Allah’tan gelen hiç bir azabı savamadılar. Nûh’un (a.s.) karısı tufanda boğuldu, Lût’un (a.s.) karısının başına taş yağdı.

“Onlara” öldükleri esnâda ya da kıyâmet günü “haydi ateşe girenlerle beraber” Cehenneme giren diğer kâfirlerle birlikte “siz de girin denildi.” Burada denildi kelimesinin mâzî/di-li geçmiş zaman kipiyle ifâde edilmesinin sebebi kendilerine yapılacak olan bu hitâbın kesinliğinden dolayıdır. Bu hitâbı onlara azâb etmekle yükümlü olan melekler diyeceklerdir.

Bu cehenneme giren kâfirlerle kendilerinin dostları arasında hiç bir ilişki olmayacaktır. Âyet metninde “dâhilîn” şeklinde cehenneme girenlerin çoğul ve erkek kipiyle ifâde edilmesinin sebebi bu iki kadının cehenneme yalnız girmeyeceklerinden dolayıdır. Sonra dilbilgisi kuralına göre müenneslerle müzekkerler bir arada bulunduklarında erkeklere âid kipe ağırlık verilir ve erkek siğasıyla ifâde olunur.

Bu âyet-i kerîme günah işleyip de başkasının sâlih olmasından yararlanacağını uman kimsenin bu ümidini boşa çıkarmaktadır. Bu ümidi besleyen kişi o sâlih olan kimsenin gittiği yola ve gidiş tarzına uygun hareket etmiyorsa, aralarında neseb veya evlilik bağı gibi kaynaştırıcı bir bağ olsa bile yine de o kimsenin sâlihliğinden yararlanamaz.

İman Eden 1 Kadın

Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti. (Tahrim suresi, 11)

Tefsir:

“Allah, inananlara da Firavun’un karısını misâl gösterdi.” Yâni Allah inananlara Firavun’un karısının durumunu inkâr bağının onlara zarar vermeyeceğini misâl olarak gösterdi. Çünkü Firavun’un karısı dünyâda Allah’ın düşmanlarının tasarrufunda iken cennette, cennet odalarının en yücelerindedir. Firavun’un karısından maksad Âsiye binti Müzâhim ismindeki hanımdır. Arapça’da “raculun âsî ve imraatun âsiye” denilir ki bu kelime esâ’dan türemiştir, bu da hüzün demektir.

Büyüklerden birisi der ki hüzün; yâni üzüntü ediblerin süsüdür. Hüzün aşını tatmayan kimse çeşitli ibâdetlerin lezzetini de tatmaz. Âsiye kelimesi “esâ”dan türemiş olabileceği gibi “esv”den türemişte olabilir. “Esv” tedâvî etmek demektir. Buna göre “âsî” demek doktor demek olur.

Şöyle denilmiştir: Bu âyet-i kerîme mü’minleri şiddet ve sıkıntı esnâsında sabra teşvik etmektedir ki sıkıntıya sabrederlerken -ileride geleceği üzere- Firavun’un eziyetlerine sabreden karısından daha zayıf olmasınlar.

“O Rabbim! Bana” Ey benim Yüce Allah’ım, meleklerin eliyle ya da kudret elinle “katında” rahmetine yakın olarak “cennette bir ev yap;” Bu âyet-i kerîmeyi kudret elinle diye tefsir etmemizin sebebi, rivâyete göre Allah’ın Adn cennetini herhangi bir vâsıta olmaksızın bizzat kendi eliyle yaratmış ve Tûbâ ağacını kendi eliyle dikmiş olmasıdır.

“Katında” yâni rahmetine yakın, buradaki zarf konuşan kişiden hal olarak gelmiştir. Çünkü Allah Teâlâ herhangi bir mekâna girmiş olmaktan münezzehtir. Ya da âyeti şöyle anlarız; bana mukarrabînin derecelerinin en yücesinde bir ev yap. Bu takdirde “‘ınde=katında” kelimesi fiilden hal, cennet kelimesi de beyt kelimesinden sıfat olur.

‘Aynü’l-me‘ânî’de “ındeke” kelimesi, benim herhangi bir hak edişim olmaksızın, tam tersine senden bir ikram olmak üzere kendi katında ev yap, demek olur. Rivâyet olunduğuna göre Firavun’un karısı bu duâyı yaptığında bütün hicâblar yâni perdeler kaldırılır ve o bembeyaz inciden yapılmış olan cennetteki evini görür ve böylece rûhu çekilip alınır.

Zarîf kişilerden birisine sorulur: Kur’ân-ı Kerîm’de “el-câr kable’ddâr” yâni evden önce komşu al şeklindeki atasözü nerededir? diye sorulur. O da der ki: “bana katında cennette bir ev yap” âyet-i kerîmesidir.

“Katında” ifâdesi komşuluğu “beyten fi’l-cenneti” kelimesi de evi ifâde etmektedir. “Beni” câhil “Firavun’dan ve onun” bâtıl “(kötü) işinden koru ve beni zâlimler topluluğundan kurtar! demişti.” Âyetin başındaki “iz” gizli bir misâl verme fiilinin zarfıdır. Buna göre âyetin mânâsı Allah mü’minlere  Firavun’un karısının halini misâl gösterdi. O şöyle demişti... takdirindedir.

Onun işinden maksad bâtıl işinden yâni onun pis nefsinden, kötü komşuluğundan, inkâr ve isyânından ibâret olan kötü amelinden beni kur[1]tar, denmiş olmaktadır. Zâlimler topluluğundan kurtar, cümlesinin mânâsı ise zulmünde kendisine tâbî olan kıptîlerden kurtar, takdîrindedir.

Rivâyet olunduğuna göre Hz. Mûsâ (a.s.) sihirbazlara galib geldiğin[1]de Firavun’un karısı îmân etti. Bazılarına göre bu kadın Hz. Mûsâ’nın halasıdır ve Mûsâ’ya (a.s.) îmân etmiştir. Firavun onun İslâm’a girdiğini anlayınca îmânından dönmesini istedi. Onu yakalatarak iki elini ve iki ayağını dört kazıkla yere çaktırdı. Kendisini bu kazıklara bağlayıp güneşe bırak[1]tırdı. Hak Teâlâ meleklere emretti, yanına geldiler ve kanatlarıyla ona gölge yaptılar. Bunun üzerine Allah bu kadına cennetteki evini gösterdi. Evini görünce içinde bulunduğu azâbı unuttu ve o güldü. Bu manzarayı görenler bu kadın aklını yitirmiş azâb içinde olduğu halde gülüyor, dediler. Bu rivâyet gösteriyor ki Firavun’un karısı azâb çektiği halde mâsıyete meyletmemiştir. İşte sâliha olan kadınlar böyle olmalıdır.

Keşşâf’ta şu ifâdeler yer almaktadır: Bu âyet-i kerîme Allah’a sığınmanın ona başvurmanın sıkıntılardan ve çilelerden kurtuluş dilemenin sâlihlerin yolu, rasûllerle nebîlerin sünneti olduğuna delîl teşkil etmektedir.

Kaynak: Ruhul Beyan Tefsiri

İslam ve İhsan

İNKÂR VE TASDİK BAKIMINDAN İNSANLAR

İnkâr ve Tasdik Bakımından İnsanlar

İSLAM'I İNKAR EDENLER

İslam'ı İnkar Edenler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.