“İman Ettik” Demekle Ayeti

Cenâb-ı Hak, “Ancak Müslümanlar olarak can verin.” buyuruyor. Bu ayette kul için neye dikkat çekiliyor?

Cenâb-ı Hak, hayatımızın hazin bir âkıbetle neticelenmemesi için, bütün hâl ve davranışlarımızın ne şekilde olması gerektiğine dâir, pek çok îkazlarda bulunmuştur. Bunların belki de en mühimlerinden biri şöyledir:

“Ey îmân edenler! Allâh’a karşı, O’nun azamet-i ilâhiyyesine yaraşır şekilde takvâ sahibi olun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102)

Bizler meccânen, yani bir bedel ödemeden yokluktan varlığa çıkarıldık. Varlıklar içinde insan, insanlar içinde müslüman olmakla şereflendik. Cenâb-ı Hak bizleri, mârifet ve muhabbetine nâil olabileceğimiz müstesnâ husûsiyetlerle donattı. Ahsen-i takvîm üzere halketti. Bizlere Kitap ve Nebî göndererek büyük lûtuflarda bulundu. Varlığının, birliğinin, sonsuz kudret ve azametinin şahidi olan kâinat kitabıyla da, gören gözlere ilâhî sır ve hikmet tecellîlerini sergiledi. Bütün bunlar, şükründen âciz olduğumuz muazzam nîmet ve mazhariyetler...

Yine Cenâb-ı Hak bize ebedî saâdeti, yani Cennetʼi hazırladı. Cennet’in ise bir bedeli var. Yani dünyaya bir bedel ödemeden gelmiş olsak da, âhirete bazı bedelleri ödeyerek gitmek mecburiyetindeyiz. Zira âhirete Müslüman olarak gidebileceğimizin bir garantisi yok.

“İMAN ETTİK” DEMEKLE AYETİ

Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «Îmân ettik.» demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?” (el-Ankebût, 2) îkâzında bulunuyor.

Demek ki hayatımız boyunca, ne pahasına olursa olsun îmandan tâviz vermeyip can emanetini sahibine râzı olacağı şekilde teslim edebilme imtihanlarından geçiyoruz.

ANCAK MÜSLÜMANLAR OLARAK CAN VERİN

Cenâb-ı Hak, “Ancak Müslümanlar olarak can verin.” buyurmakla âdeta; “Sakın ha, îmânınızı kurtarmadan ölmeyin!” îkâzında bulunuyor. Kul için cihandaki en büyük tehlikenin bu olduğuna dikkat çekiyor. Can vermenin de bir sefere mahsus olduğunu, îmandan mahrum olarak verilen son nefesin; telâfisi imkânsız, ebedî bir felâket olduğunu bildiriyor.

Yine Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de îmanlarını kurtarmak için canlarını, mallarını, her şeylerini fedâ eden, Firavun’un sihirbazları ve Ashâb-ı Uhdûd gibi îman kahramanlarını misal veriyor. Buna mukâbil, sâlihâne bir hayat sürerken son anda ayakları kayarak ebedî hüsrâna dûçâr olan Bel’am bin Bâûrâ ve Kârun gibi bedbahtların âkıbetini haber veriyor.

Dolayısıyla son nefesi îman selâmetiyle verebilmek için endişelenmek, hakîkî bir îmânın îcâbı ve göstergesidir. Çünkü -peygamberler ve onların müjdeledikleri dışında- âhirette kurtulanlardan olacağına dâir hiç kimsenin bir garantisi yoktur. Nitekim dünyada iken Cennet’le müjdelenmiş sahâbîler bile, hâllerini muhafaza edememe korkusuyla, dâimâ son nefes ve âhiret endişesi içinde yaşamışlardır.

Şu hâdise, bu hakîkati ne güzel îzah eder:

Ashâb-ı kirâmdan Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh-ʼa iki kişi gelip selâm vererek:

“–Sen Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sahâbîsi misin?” diye sormuşlardı. O da:

“–Bilmiyorum!” cevâbını verdi. Gelenler;

“–Acaba yanlış birine mi geldik?” diye tereddüt ettiler.

PEYGAMBERİMİZİN ASIL SAHABİSİ

Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in;

“Selman bizdendir, Ehl-i Beytʼtendir.”[1] iltifatına mazhar olmuş bulunan o mübârek sahâbî, bütün fazîletlerine rağmen gayret-i dîniyyesini hiçbir zaman yeterli görmeyip “havf ve recâ” yani “korku ve ümit” duyguları arasında titreyen bir gönülle, sözlerini şöyle tamamladı:

“–Evet, ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i gördüm, O’nun meclisinde bulundum. Ancak Allah Resûlü’nün asıl sahâbîsi, O’nunla birlikte Cennet’e girebilen kişidir.” (Heysemî, VIII, 40-41; Zehebî, Siyer, I, 549)

İşte kıyâmete kadar gelecek bütün ümmete örnek nesil olarak takdim edilen ashâb-ı kiramdan, güzîde bir sahâbînin gönül hassâsiyeti…

O hâlde hiçbir zaman unutmamalıyız ki bizler de son nefese kadar, kaygan bir zemin üzerinde yürümekteyiz. Nasıl ki bir mayın tarlasından geçmek zorunda kalan biri, o mayınlara basmamak için her adımına dikkat etmeye mecbursa, mü’min de fânî hayat yolculuğunda Allâh’ın yasakladığı hâl ve davranışlardan takvâ hassâsiyetiyle sakınmalı ki, istikâmetini muhâfaza edebilsin.

Yine Rabbimiz, ayaklarımızın kaymaması, sırât-ı müstakîm üzere sâbit-kadem olabilmemiz için, bize en doğru yolu gösteriyor:

“Ey îmân edenler! Eğer siz Allâh’a (Allâh’ın dînine) yardım ederseniz (dîni yaşar ve yaşatırsanız) O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyuruyor.

Demek ki İslâmʼı hayatımızın hiçbir safhasında ikinci plâna atmamalıyız. Evimizde, iş yerimizde, sokakta, çarşıda, okulda Rabbimiz’i aslâ unutmamalı, O’nun emirlerine her hâlükârda riâyet etmeliyiz. Hayatta en büyük gayretimiz, Müslüman olarak can verebilmek olmalı.

KİM CEHENNEMDEN KURTULUP CENNETE GİRMEK İSTİYORSA

Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Bir kimse Cehennem’den kurtulup Cennet’e girmeyi istiyorsa, Allâh’a ve âhiret gününe îmân etmiş olarak ölmelidir.” (Müslim, İmâre, 46; Nesâî, Bey’at, 25; İbn-i Mâce, Fiten, 9)

İşte bütün mesele, şu fânî hayatı, bu ilâhî ve nebevî hakîkatlerin muhtevâsında yaşayabilmektir.

Dipnot:

[1] Hâkim, III, 691/6541; Heysemî, VI, 130; İbn-i Hişâm, III, 241; İbn-i Sa‘d, IV, 83.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

AHİRET YOLCULUĞU

Ahiret Yolculuğu

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.