İbâdetlerini Yapanlar Neden Ürpersinler?

“İbâdetlerini yapanlar neden ürpersinler? Ürperdiklerine göre, birtakım günahlar işlemiş ve amellerinin iptal edilmesinden endişe duymuş olmalılar…” bu hatalı düşünceyi Peygamber Efendimiz (s.a.v) naısl düzeltiyor?

“Rablerine dönecekleri için; yapmakta oldukları işleri kalpleri ürpererek yapanlar var ya, işte hayır işlerine koşan ve hattâ bunun için yarışanlar onlardır.” (el-Mü’minûn, 60-61)

Bu âyetler nâzil olduğunda Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz, Allah Rasûlü’ne sordu:

“–Âyette zikredilenler; zinâ, hırsızlık ve içki gibi haramları işleyenler midir?”

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:

“–Hayır ey Sıddîk’ın kızı! Âyette anlatılmak istenenler; namaz kıldığı, oruç tuttuğu ve sadaka verdiği hâlde, bu ibâdetlerinin kabul olup olmadığının endişesiyle korkanlardır.” (Tirmizî, Tefsîr, 23/3175; İbn-i Mâce, Zühd, 20)

Hazret-i Âişe’nin suâline sebebiyet veren anlayış şudur:

“İbâdetlerini yapanlar neden ürpersinler? Ürperdiklerine göre, birtakım günahlar işlemiş ve amellerinin iptal edilmesinden endişe duymuş olmalılar…”

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise, bu hatalı düşünceyi tashih etti. Çünkü:

AMELLER DE KABULE MUHTAÇ…

Kur’ân-ı Kerim’de Yûnus -aleyhisselâm-’ın kıssası bu bakımdan ibretlidir.

Yûnus -aleyhisselâm-, Ninova şehrine peygamber olarak gönderilmişti. Bu şehrin halkını hak ve hakikate davet etti. Onlar ise kendisini yalanladılar. Hazret-i Yûnus; son olarak onlara, Allâh’ın azâbının üç gün sonra geleceğini bildirerek, vazife mahallini terk etti. Lâkin oradan ayrılması husûsunda ilâhî vahyi beklememişti. Bu ayrılış, onun için bir zelle oldu.

Bindiği gemi fırtınaya yakalanıp batmak üzere iken, gemidekiler;

“–Bu gemide, efendisinden kaçan bir köle var! Bir suçlu var! Onu tespit edip gemiden atmadıkça kurtulamayız!” dediler. Sonunda kur’a çekerek o kişiyi tespit etme yoluna gittiler. Kur’a Yûnus -aleyhisselâm-’a çıktı ve onu denize attılar. Yûnus -aleyhisselâm-’ı büyük bir balık yuttu. Hazret-i Yûnus, balığın karnındaki karanlıklar içinde Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ etti:

“…Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i tenzîh ederim. Gerçekten ben, zâlimlerden oldum!..” (el-Enbiyâ, 87)

Cenâb-ı Hak, onun bu tesbihatta bulunması hakkında şöyle buyurur:

“Eğer Allâh’ı tesbîh edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.” (es-Saffât, 143-144)

Kalem Sûresi’nde ise şu âyet-i kerîme nâzil olmuştur:

“Şayet Rabbinden ona (Yûnus’a) bir nimet (af nimeti) yetişmemiş olsaydı o; mutlaka, kınanacak bir hâlde ıssız bir diyara atılacaktı.” (el-Kalem, 49)

İki âyet, iki ayrı safhayı anlatmaktadır:

  • Hazret-i Yûnus’un tesbîh edip istiğfâr etmesi…
  • Cenâb-ı Hakk’ın bu tevbeyi kabul etme nimeti…

Yani bir ameli işlemek kâfî değil. Onun kabulü için de titreyen bir kalp ile ilticâ etmek zarûrî…

AYRICA

Demek ki;

Peygamberler dahî Allâh’a dâimâ tevbe ve ilticâ hâlindedir.

Mahşer meydanından haber veren hadîs-i şerifte; peygamberlerin, kendilerine şefaat için müracaat edenleri, endişe ve acziyet içerisinde Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e yönlendireceklerini okumaktayız. (Bkz. Ahmed, I, 4)

İsmet sıfatına sahip peygamberlerin şu duâlarında, onların da havf ve recâ arasında bulunduklarını görüyoruz:

Canı, malı ve evlâdıyla imtihandan geçerek, «Halîlullah» makamına vâsıl olan Hazret-i İbrahim; ulaştığı derecede açılan perdeler karşısında, haşyete büründü. Halîl olduğuna güvenmedi ve şöyle niyâz etti:

“İnsanların diriltileceği gün beni mahcup etme!” (eş-Şuarâ, 87)

Hazret-i Yûsuf şöyle niyâz etti:

“Rabbim!.. Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlihler arasına ilhâk eyle!..” (Yûsuf, 101)

Geçmiş ve gelecek zelleleri dahî bağışlanan Peygamberlerin Zirvesi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e de, Kur’ân-ı Kerim’de birkaç yerde;

“Allah’tan bağışlanma dile!” (Bkz. en-Nisâ, 106; el-Mü’min, 55; Muhammed, 19; en-Nasr, 3)
emri gelmiştir.

Bu tâlimâtın, Rasûlullah Efendimiz’in, her dem bir önceki mârifetullah seviyesine istiğfâr etmesi mânâsında olduğu ifade edilmiştir.

Kezâ bu emirler, elbette Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şahsında, bizlere yani ümmetinedir. Bize hiçbir zaman amellerimize güvenip gevşemeye düşmemek gerektiğini ihtar eden hakikatlerdir.

Amellere güvenmek, Cenâb-ı Hakk’ın râzı olmayacağı bir ucb / kendini beğenme hâlini de ifade eder.

HİÇLİK İÇİNDEYİZ!

Bir tefekkür edelim:

Hangi âciz kul, Âlemlerin Rabbinin tam mânâsıyla hoşnut olacağı bir amel işleyebilir ki?

Sonsuz cennet ikrâmının karşısında bütün amellerimiz bir hiçtir.

Cehennem azâbının bir dokunuşundan kurtulmak mukabilinde bütün amellerimiz bir hiçtir.

Hattâ perverde olduğumuz dünya nimetlerinin şükrü bakımından bile amellerimiz bir hiçtir!

Zira nimetlerden hesaba çekileceğimiz bildirilmiştir. Peygamberimiz; ayakları şişinceye kadar kulluk etmesinin sebebi sorulduğunda;

“–Şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap vermiştir. (Buhârî, Tefsîru sûre [48], 2; Müslim, Münâfikîn, 81)

Dâimâ bu hiçlik içerisinde, Cenâb-ı Hakk’ın af ve inâyetine sığınmamız ve dâimâ elimizden gelen kulluğu gerçekleştirmemiz îcâb eder.

Bir gün Peygamber Efendimiz buyurdu:

“–Hiçbiriniz ameli sayesinde kurtuluşa eremez.”

(Ebedî kurtuluşun sadece amelle kazanılamayacağı hakikati, ashâb-ı kirâmı o kadar hayrete düşürdü ki, bu hususta Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bir istisnâ teşkil edip etmediğini merak ederek;)

“–Siz de mi kurtulamazsınız, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordular.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle cevap verdi:

“–(Evet) ben de kurtulamam. Şu kadar var ki Allah rahmet ve keremi ile beni bağışlamış olursa, o başka!” (Müslim, Münâfikîn, 76, 78)

MÜJDELİ HABERLER

Bazı müjdeli, bol ecir ve tam bağışlanma va‘deden şu kabîlden hadîs-i şerifleri de bu çerçevede telâkkî etmemiz lâzımdır:

“Kim fazîletine inanarak ve ecrini Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Savm, 6)

“Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (evine) döner.” (Buhârî, Hac, 4, Muhsar, 9, 10; Müslim, Hac, 438. Ayrıca bkz. Tirmizî, Hac, 2; Nesâî, Hac, 4; İbn-i Mâce, Menâsik, 3)

“Umre ibâdeti, daha sonraki bir umreye kadar işlenecek günahlara keffârettir. Mebrûr haccın karşılığı ise, ancak cennettir.” (Buhârî, Umre, 1; Müslim, Hac, 437. Ayrıca bkz. Tirmizî, Hac, 88; Nesâî, Menâsik, 3, 5, 77; İbn-i Mâce, Menâsik, 3)

Misaller çoğaltılabilir.

Bu müjdeler, bu amellerin fazîletini ifade eder. Bizler bu müjdelere sevinerek koşmalıyız. Onları edâ etmeye büyük bir iştiyak göstermeliyiz. Lâkin unutmamalıyız ki;

Bütün bu müjdeler, asla şu mânâda değildir:

“Allâh’ın rızâsını kazanmak için sadece bu ameli işlemek yeter!”

Hayır! Cenâb-ı Hakk’ın emri, hayatın her safhasında O’nun bütün tâlimatlarını yerine getirmemizdir. Bütün emirlerini îfâ edip, bütün yasaklarından hassâsiyet içinde uzak durmamızdır. Kur’ân-ı Kerim’de 258 yerde takvâ emredilmektedir. Dînimizin ibâdât, muâmelât ve ukûbât sahalarında nice uyulması gereken kaideleri vardır. Ferdî, içtimâî, ailevî ve mâlî vazifelerimiz vardır.

Bunlara ilâveten kul hakları apayrı bir bahistir. Bu müjdeler, kul haklarını affettirmez. Zira bu haklar, âhirette hak sahibine sorulacaktır.

Demek ki kulluk bir bütündür. Kulluk mevsimlik değil, ömürlüktür. Sadece Ramazanlara, Hicaz ziyaretlerine mahsus bir kulluğa güvenmek, büyük bir aldanıştır.

Âyet-i kerîmelerde buyurulur:

“Emrolunduğun gibi müstakîm ol, dosdoğru ol!” (Hûd, 112)

“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibâdet et!” (el-Hicr, 99)

Yani;

  • Bütün emirler yerine getirilecek. (İstikamet)
  • Bu vazife, son nefese kadar ömrün tamamına şâmil olacak. (Hüsn-i hâtime)

İstikametsiz, zikzaklı, iniş-çıkışlı bir kulluk hayatı, bir mü’mini bu müjdelere eriştirmez. Çünkü denilmiştir ki;

“Bir şey mutlak zikredilince kemâline masruftur.”

Şöyle ki;

Ancak kâmil bir Ramazân-ı şerif edâsı, geçmiş günahları bağışlatır…

Ancak kâmil bir hac, kişiyi annesinden doğduğu günkü gibi günahsız hâle getirir…

Ancak kâmil bir namaz, kötülükten alıkoyar…

Bizim amellerimizin bu müjdelere ne kadar mutâbık ve muvâfık olduğunu bilemiyoruz. Yine mahşer yerinde amel defterlerimizi alıncaya kadar bilemeyeceğiz.

İbâdetlerin ecir ve derecelerinin hisse hisse olduğunu şu hadîs-i şeriften de anlıyoruz:

“Bir kimse namaz kılar; fakat namazının yarısı, üçte biri, dörtte biri, beşte biri, altıda biri, yedide biri, sekizde biri, dokuzda biri, hattâ ancak onda biri kendisi için yazılır.” (Ahmed, IV, 321)

Kimi ameller ise tamamen iptal olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

YA İPTAL OLURSA!

Meselâ;

  • Riyâ, başa kakmak ve eziyet etmek, infakları iptal eder.
  • Rasûlullah Efendimiz’e hürmetsizlik, amelleri boşa çıkarır.
  • Haset, ateşin odunu yiyip tükettiği gibi amellerin sevâbını tüketir.

Velhâsıl kul, hiçbir zaman ameline güvenemez.

Nitekim âyet-i kerîmede buyurulur:

“Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder.” (Bkz. el-Mâide, 27)

Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Allah Teâlâ temizdir; sadece temiz olanları kabul eder…” (Müslim, Zekât, 65)

Dolayısıyla;

Kul, amelinin makbul olup olmadığından emin olamaz, dâimâ korku ve ümit arasında istikametini muhafaza etmeye gayret eder.

İşlenen amellere veya Allâh’ın geniş ve sonsuz rahmetine güvenerek; kullukta fireler vermek, birtakım gafletlere düşmek, şeytanın Allâh’ın rahmetiyle kandırması diye tarif edilir ve Kur’ân-ı
Kerim’de iki kere bu hususta îkaz gelmiştir:

“…O aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!” (Lokmân, 33; Fâtır, 5)

Hazret-i Ebûbekir’in şu îkazları bu bahiste korku ve ümit dengesini ne güzel tesis etmektedir:

“Görmedin mi ki;

Allah Teâlâ cennet ehlini yaptıkları sâlih amellerin en güzeliyle zikretti ve onların kötülüklerinden geçiverdi ki bunu gören kişi;

«–Benim amelim bunların ameline nasıl ulaşabilir ki!» desin.

Yine görmüyor musun, Allah Teâlâ, cehennem ehlini, işledikleri en kötü amellerle zikretti; yaptıkları iyilikleri ise reddetti ki bunu gören kişi;

«–Ben bunlardan daha hayırlıyım!» desin.

Allah hem rahmet âyetini hem azap âyetini birlikte zikretti ki, mü’min hem rağbet (ümit) etsin, hem korksun. Böylece Allah’tan hakkın dışında bir şey temennî etmesin ve kendi elleriyle kendini helâke atmasın.” (İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, 19/297)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2025 Ay: Mayıs, Sayı: 243

İslam ve İhsan

ALLAH KATINDA MAKBUL VE MUTEBER İBADET NASIL OLUR?

Allah Katında Makbul ve Muteber İbadet Nasıl Olur?

İBADETİN KABUL OLMA ŞARTLARI

İbadetin Kabul Olma Şartları

İBADETLERİN KABUL EDİLİŞ ALAMETLERİ

İbadetlerin Kabul Ediliş Alametleri

İBADETİN KABÛLÜNÜN DELİLİ

İbadetin Kabûlünün Delili

İBADETLERİN EN BÜYÜĞÜ

İbadetlerin En Büyüğü

İBADETLERİ VE HAYIRLI İŞLERİ SÜREKLİ YAPMAK İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

İbadetleri ve Hayırlı İşleri Sürekli Yapmak ile İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.