Hz. Zekeriyyâ, Hz. Yahyâ ve Hz. İsa'nın Kıssalarından İbret Veren Yönler

Hz. Zekeriyyâ, Hz. Yahyâ ve Hz. İsa'nın hayatlarından hayatımıza çıkarmamız gereken ders ve ibretler...

Zekeriyyâ (a.s), Hz. Süleyman’ın neslindendi. Yahyâ (a.s) onun oğlu,[1] İsa (a.s) da Hz. Yahyâ’nın teyzesinin torunu idi.[2]

Meryem sûresinde Allah’ın Hz. Zekeriyyâ’ya olan rahmetinden bahsedilir. O, gizli bir sesle Rabbine yalvarmış, “Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda, cevapsız bırakılarak hiç mahrum olmadım. Gerçek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarımın isyankâr olmalarından korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla ve onu rızâna ulaşmış bir kimse kıl!”[3] “Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın”[4] diye dua etmişti.

Allah’ın Hz. Meryem’e sebepsiz olarak mucizevî bir şekilde rızık verdiğini görmesi üzerine böyle bir istekte bulunduğu rivayet edilir.[5] Buna şu sebebi de ilave edebiliriz: Mabette ibadetle meşgul olan küçük yaştaki Hz. Meryem’in bakımı ve kefaleti için çekilen kura Hz. Zekeriyyâ’ya çıkmıştı. Devamlı onunla meşgul olurken onun nasıl güzel bir kulluk hayatı yaşadığını ve duygu zenginliğine sahip olduğunu görüyordu. Onun bu hâline özenerek Meryem (a.s) gibi “Allah’a teslim olmuş, temiz, iffetli” bir çocuğunun olmasını istemiş olabilir.

YAHYA'NIN (A.S.) MÜJDESİ

Allah Teâlâ, Hz. Zekeriyyâ’ya “Yahyâ” isminde bir oğlan çocuğu vereceğini müjdeledi ve onun isminin daha evvel kimseye verilmediğini bildirdi. Zekeriyyâ (a.s)’ın bu duası ile kendisine verilen müjde arasında 40 sene geçtiğini söyleyenler olmuştur.[6] Bu müjde karşısında sevinen Zekeriyyâ (a.s) büyük bir şaşkınlık içinde hanımının kısır, kendisinin de ihtiyarlığın son noktasına gelmiş olduğu hâlde nasıl çocuklarının olacağını sordu. Böyle bir şeyin gerçekleşeceğinde şüphesi yoktu ancak bunun keyfiyetini soruyordu. Allah Teâlâ, kendisini hiçbir şey değilken yarattığı gibi Hz. Yahyâ’yı yaratmasının da kolay olduğunu ifade etti. Bunun üzerine Zekeriyyâ (a.s) meleklerin bildirdiği bu müjde hususunda kalbinin mutmain olması için bir işaret istedi. Allah Teâlâ istediği işaretin, sapasağlam hâline rağmen üç gün insanlarla konuşamaması olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Zekeriyyâ (a.s) ibadethaneden kavminin yanına çıktı ve işaretle onlara sabah akşam Allah’ı tesbih etmelerini söyledi.[7]

Bunlara ilave olarak Âl-i İmrân sûresinde Hz. Zekeriyyâ’nın Rabbinin katından temiz ve mübarek bir zürriyyet istediği, mâbette kalkmış ibadet ederken meleklerin kendisine nida ederek Allah’ın kendisini, Hz. İsa’yı tasdik edecek, efendi, nefsine hâkim ve sâlihlerden bir peygamber olan Hz. Yahyâ ile müjdelediğini bildirdikleri haber verilmiştir. Hayretle bunun nasıl olacağını sorması üzerine de “Allah’ın dilediğini yapacağı” cevabı verilmiştir. Alâmet olarak üç gün konuşamayacağı bildirildikten sonra kendisine “Rabbini çokça zikret, sabah akşam tesbih et!” emri verilmiştir.[8]

Muhammed b. Kâʻb (ö. 108/726 [?]) der ki: “Allah birine zikri terkedebileceğine dair ruhsat verecek olsaydı, “Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir”[9] buyurduğu zaman Hz. Zekeriyyâ’ya ruhsat verirdi. Ancak ona bunun ardından “Ayrıca Rabbini çokça zikret, sabah akşam tesbih et!” buyurmuştur.[10] Zemahşerî’ye (ö. 538/1144) göre Hz. Zekeriyyâ’nın insanlarla konuşamayışı, Allah’ın bu büyük nimetine şükür için o müddet zarfında dilini Allah’ı zikre vermesi, başka şeylerle meşgul etmemesi içindir.[11] Muhtelif rivayetlere göre Zekeriyyâ (a.s) o zaman yetmiş veya yetmiş küsur yaşındaydı.[12] Kendisinin 92 veya 120, hanımının 98 yaşında olduğu da söylenmiştir.[13]

ALLAH'A (C.C.) KARŞI TAKVA SAHİBİ OLUN

Abdullah ibn Hakîm şöyle der: Ebû Bekir (r.a) bize bir hutbe îrad etti ve şöyle dedi:

“Size, Allah’a karşı takvâ sâhibi olmanızı tavsiye ederim. O’nu lâyık olduğu şekilde senâ edin! Korku ile ümid arasında olun, Allah’tan isterken ısrâr edin! Allah -azze ve celle- Zekeriya (a.s) ile âilesini överek şöyle buyuruyor:

«…Onlar, hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı; onlar, bize karşı derin bir huşû içindeydiler».[14]

Allah Teâlâ doğduğu gün Hz. Yahyâ’ya selâm etti. Aynı şekilde öleceği gün ve dirileceği gün de selâm edeceğini bildirdi.[15] Yani onu her türlü kötülük, günah, sıkıntı, azap ve korkudan emin kılacağını, selâmete çıkaracağını haber verdi.

Yahyâ (a.s) daha küçük yaşlarda iken Allah Teâlâ ona hikmet, kalp yumuşaklığı, ruh temizliği ve sâfiyeti vermişti. O, Allah’tan sakınan, takvâ sahibi, anne babasına iyi davranan bir kimse idi. Asla isyancı bir zorba olmadı.[16]

Hz. Yahyâ’nın son derece olgun bir çocukluk hayatı geçirdiği nakledilir. Sekiz yaşında Beytü’l-Makdis’in hizmetine girip on beş yaşına kadar orada gündüzleri hizmet ettiği, geceleri de gözyaşları içinde ibadette bulunduğu rivayet edilir.[17] İbnü’l-Esîr (ö. 630/1233) onun kadınları hiç arzu etmediğini ve çocuklarla oyun oynamadığını nakleder.[18] Çocuklar yanına gelip; “Haydi gidip biraz oynayalım” dediklerinde o; “Biz oyun için mi yaratıldık?” derdi.[19] İşte “Biz ona daha çocuk iken hikmet vermiştik”[20] âyetinin bu duruma işaret ettiği söylenir.[21] Yani o çocukluğundan beri Allah’a karşı güçlü bir itaat hayatı yaşamıştır.[22]

Yahyâ (a.s) büyüyüp gençleştiğinde Allah Teâlâ ona, “Ey Yahyâ kitaba sımsıkı sarıl!” buyurdu.[23] Kendisine peygamberlik verdi.

Muhtelif rivayetlerden Hz. Yahyâ’nın gençliğinde şatafattan uzak, sade bir hayat yaşadığı anlaşılır. Onun yemesi, içmesi ve giyinmesi son derece mütevazı idi.[24] İnsanlara da, fazla yiyecek ve giyeceklerini paylaşmalarını, kanaati, aç gözlülükten ve zorbalıktan uzak durmayı, güzel ahlâkı, adâleti tavsiye ederdi. Günahlardan uzak durmaya, tevbe ederek manevî temizliği elde etmeye ayrı bir ehemmiyet verirdi. Ahiret ve hesap günü için hazırlanmayı ısrarla vurgulardı.

Genç yaşta Tevrat’ı eline almış, İsrailoğullarına vaaz ve nasihat etmeye başlamıştı. Daha sonra da Hz. Musa’nın şeriatı ile amel etmek üzere İsrailoğullarına peygamber olarak gönderildi.[25]

Kâʻb el-Ahbâr (ö. 32/652), Hz. Yahyâ’nın yüzü ve sûreti güzel, yumuşak huylu bir genç olduğunu nakletmiştir.[26]

Yahyâ (a.s) günahlardan uzak duran tertemiz bir genç idi, bedenini Rabbine tâatte kullanır, devamlı amel-i sâlihler işlerdi.[27] Her türlü hayır ve iyilik hususunda artarak devam eden bir gelişim gösterirdi.[28] Rasûlullah (s.a.v) Hz. Yahyâ’nın çok hayırlı bir kişi olduğunu ifade ettikten sonra bunun sebebinin de Allah’ın onu Kur’ân’da güzel vasıflarla anlatması olduğunu söylemiş, ilgili âyetleri okumuş ve sonunda; “Hiçbir kötülük yapmadı, hatta böyle bir şeyi aklından bile geçirmedi” buyurmuşlardır.[29]

Yine Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Âdemoğullarından herkes mutlaka bir hata (günah) işlemiş veya buna istek duymuştur, ancak Yahyâ b. Zekeriyyâ bunun hâricindedir.”[30] Abdullah b. Amr (ö. 65/684-85): “Herkes mutlaka Allah’ın huzuruna günahla çıkar, ancak Yahyâ b. Zekeriyyâ bundan müstesnadır” demiş ve “Efendi, nefsine hâkim, iffetli”[31] âyetini okumuştur.[32]

ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS

Rivayetlere bakıldığında Hz. Yahyâ’nın 32 yaşında şehid edildiği anlaşılmaktadır.[33] Bazı kaynaklara göre, Kur’ân-ı Kerîm’de İsrâiloğulları’nın yeryüzünde çıkaracağı bildirilen[34] iki fesattan ikincisi onların Hz. Yahyâ’yı öldürmeleri ve Hz. Îsâ’yı da öldürmeye teşebbüs etmeleridir.[35]

Hz. Îsâ’nın annesi Hz. Meryem, Dâvûd (a.s)’ın neslindendir. Annesi, “Rabbim! Karnımdakini kayıtsız şartsız sana adadım, benden kabul buyur; kuşkusuz sensin her şeyi işiten, her şeyi bilen” diye onu Beyt-i Makdis hizmetine vakfetti.[36] Hz. Meryem doğunca onu Beyt-i Makdis’teki vazîfelilere teslîm etti. Meryem’i kimin himâyesine alacağına dâir kur‘a çektiler. Çekilen kur‘a Hz. Zekeriyyâ’ya çıktı. Zekeriyyâ (a.s) onu alıp hanımının yanına götürü. Hz. Meryem teyzesinin yanında büyüdü. Hz. Meryem büyüyünce Zekeriyyâ (a.s) Beytü’l-Makdis’te ona bir oda tahsis etti. Hz. Meryem orada gece-gündüz ibâdetle meşgul olurdu. Takvâsıyla örnek gösterilir olmuş, kendisinden kerâmetler zuhur etmeye başlamıştı. Kur’ân-ı Kerim’de onun “sıddîka” olduğu bildirilir. Bir gün melekler kendisine gelerek “Ey Meryem! Allah sana ken­disinden bir Kelime’yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Îsâ’dır. Mesîh’tir; dünyâda da, âhirette de îtibarlı ve Allah’ın kendi­sine yakın kıldıklarındandır” dediler. Hz. Meryem: “Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği hâlde nasıl çocuğum olur?” dedi. Allah Teâlâ: “İşte böyledir. Allah dilediğini yaratır! Bir işe hükmedince ona sâdece «Ol!» der; o da oluverir” buyurdu.[37]

Îsâ (a.s), Hz. Yahyâ’nın doğumundan altı ay sonra Kudüs’te dünyâyı şereflendirdi. İsrailoğulları Hz. Meryem’e iftirâ attılar. O da çocuğu gösterdi. Onlar, “Biz, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?” dediler. İsa (a.s):

“–Ben, Allah’ın kuluyum! O, bana Kitâb’ı verdi ve beni peygamber yaptı!” dedi.[38] Hz. Îsâ’nın daha beşikte iken böyle konuşması, büyük bir mucizeydi ve Hz. Meryem’i iftiralardan kurtarıyordu. Yahudiler bu duruma hayret ettiler ve bir müddet geri çekildiler. Onun ilk sözü “ben Allah’ın kuluyum” olmuştu ama bugün ona itaat ettiğini söyleyen gâfil insanlar büyük bir tezat içerisinde hâlâ onun ilâh olduğunu iddia edebiliyorlar.

Yahudiler bir müddet sonra “Babasız çocuk mu olurmuş” diye dedikodu etmeye başladılar. Zekeriyyâ (a.s) hakkında suizanda bulunarak onu şehit ettiler.

Hz. Îsâ’ya otuz yaşında peygamberlik geldi, kendisine yeni bir şeriat ve kitap verildi. Böylece Tevrat’ın hükmü ortadan kalkmış oldu. O güne kadar Tevrat ile hükmeden Hz. Yahyâ bundan sonra İncil ile hükmetmeye başladı. O günlerde İsrailoğullarının reisi, Hz. Musa’nın şeriatına göre kardeşinin kızıyla evlenmek istedi. Fakat Yahyâ (a.s) Hz. İsa’nın şeriatına göre artık bunun câiz olmadığını söyledi. Bunun üzerine o zâlim reis Hz. Yahyâ’yı otuz yaşlarında iken şehîd etti.

İsa (a.s) İsrâîloğulları’na gönderilen peygamberlerin sonuncusu oldu. Yahudileri irşad için çok gayret etti ancak kendisine pek az kişi iman etti. Hz. Zekeriyyâ ile Hz. Yahyâ’yı şehîd eden İsrailoğulları Hz. İsa’yı da şehid etmek isteyince Allah Teâlâ onu otuz üç yaşında iken semâya yükseltti.

Îsâ (a.s), kıyâmete yakın kıyametin büyük alâmetlerinden biri olarak semâdan yere inecektir. Bu hususta birçok hadîs-i şerif mevcuttur.[39] Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bilin ki, o kıyamete ait bir bilgidir. Sakın ondan şüphe etmeyin ve bana tâbi olun. Bu dosdoğru yoldur.” (ez-Zuhruf 43/61)

Dipnotlar:

[1] Meryem 19/6; Taberî, Câmiu’l-beyân, 18: 145.

[2] Buhârî, Enbiyâ, 43; Müslim, İman, 259.

[3] Meryem 19/4-6.

[4] el-Enbiyâ 21/89.

[5] Âl-i İmrân 3/37-38; Taberî, 6: 359-361.

[6] Muhammed Alî b. Muhammed Allân, Delîlü’l-fâlihîn li-turuki Riyâdı’s-sâlihîn, nşr. Halil Me’mûn Şeyhâ (Beyrut: Dâru’l-Maʻrife, 1425/2004), 7: 302.

[7] Meryem 19/7-11.

[8] Âl-i İmrân 3/38-41.

[9] Âl-i İmrân 3/41.

[10] Taberî, 6: 391.

[11] Zemahşerî, 1: 360.

[12] Mukâtil, 2: 621; Taberî, 18: 143, 150.

[13] İbnü’l-Esîr Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed el-Cezerî, el-Kâmil fi’t-târîh, thk. Ömer Abüsselâm Tedmürî (Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, 1417/1997), 1: 268.

[14] el-Enbiyâ 21/90; İbn Kesîr, 5: 370. Krş. Hâkim, el-Müstedrek, 2: 415/3447; Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn b. Alî el-Beyhakī, Şuabu’l-iman, thk. Abdülalî Abdülhamid Hâmid - Muhtâr Ahmed en-Nedvî (Riyâd: Mektebetü’r-Rüşd, 1423/2003), 13: 162/10110.

[15] Meryem 19/15.

[16] Meryem 19/12-14.

[17] Ebû Muhammed Abdullāh b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî, Uyûnu’l-ahbâr (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1418), 2: 317.

[18] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, 1: 267.

[19] Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, nşr. Muhammed Abdüsselam Şâhîn (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1420/1999), 65.

[20] Meryem 19/12.

[21] Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, 76.

[22] Meryem 19/12; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, 1: 268.

[23] Meryem 19/12.

[24] Ahmed b. Hanbel, ez-Zühd, 68, 76; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîh, 1: 268; Muhammed Ali es-Sâbûnî, en-Nübüvve ve’l-enbiyâ, Mekke, 1980, 312.

[25] Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed es-Saʻlebî, Arâisü’l-mecâlis (Mısır, 1370/1951), 379.

[26] Hâkim, el-Müstedrek, 2: 647/4150.

[27] Meryem 19/13; Taberî, 18: 159.

[28] İbn Atıyye, 4: 8.

[29] Heysemî, Mecmau’z-zevâid, 8: 209. Râvîlerinden Ali b. Zeyd b. Cüdʻân’ı cumhur zayıf görmüştür.

[30] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1: 292, 295, 301 (Senedinin zayıf olduğu bildirilmiştir). Krş. Hâkim, el-Müstedrek, 2: 647/4149 (Zehebî isnadının “ceyyid” olduğunu bildirmiştir).

[31] Âl-i İmrân 3/39.

[32] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 7: 128.

[33] Mustafa Âsım Köksal, Peygamberler Tarihi (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2004), 298.

[34] el-İsrâ 17/4.

[35] Mahmut Aydın, “Yahyâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2013), 43: 233-234.

[36] Âl-i İmrân 3/35.

[37] Âl-i İmrân 3/45-47.

[38] Meryem 19/29-30.

[39] Muhammed Enverşâh el-Keşmîrî (v. 1352/1933) konuyla ilgili 101 rivâyeti bir araya getirmek suretiyle et-Tasrîh bimâ tevâtere fî nüzûli’l-Mesîh (Haleb, 1385/1965) isimli eserini telif etmiştir. Bu rivayetlerin yetmiş beşi Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in sözüdür.

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınlıar

İslam ve İhsan

HZ. ZEKERİYA KİMDİR? HZ. ZEKERİYA HAYATI

Hz. Zekeriya Kimdir? Hz. Zekeriya Hayatı

HZ. ZEKERİYA, HZ. YAHYA VE HZ. İSA (A.S.) İLE İLGİLİ HADİSLER

Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa (a.s.) ile İlgili Hadisler

HZ. YAHYA (A.S.) KİMDİR?

Hz. Yahya (a.s.) Kimdir?

HZ. İSA'NIN (A.S.) HAYATI

Hz. İsa'nın (a.s.) Hayatı

KUR’AN’DA GEÇEN PEYGAMBERLERİN HAYATI

Kur’an’da Geçen Peygamberlerin Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.