Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Mucizeleri

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ne tür mucizeleri vardır? Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bazı mucizeleri...

Peygamber Efendimiz’in pek çok mucizesi vardır.[1] Bunların başında, daha önce kısaca temas ettiğimiz gibi, çağlara meydan okuyan Kur’ân-ı Kerîm ile Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in nezih hayatı ve ulvî ahlâkı gelir. Hakikaten Peygamber Efendimiz’in mübarek hayatı ve yüce ahlâkına kimse ciddî bir îtirazda bulunamamıştır. Bunlar incelendiğinde ne kadar büyük birer mucize oldukları kolayca anlaşılacaktır.

HZ. PEYGAMBER’İN BAZI MUCİZELERİ

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bunların hâricindeki sayısız mucizelerinden birkaçı şöyledir:

Ay’ın İkiye Bölünmesi

Mekke’de Kureyş’in kendisinden bir mucize istemesi üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Rabbine dua etmiş ve Ay ikiye bölünmüş, bu mucize her taraftan görülmüştü. Ay ikiye ayrıldığında bir parçası Ebû Kubeys Dağı tarafında, diğer parçası Kuaykıân Dağı tarafında müşâhede edildi. Müşrikler, Mekke dışındaki uzak yerlerden gelen kervanlara böyle bir hâdiseyi görüp görmediklerini sordular. Onlar da Ay’ın yarıldığını gördüklerini ifade ettiler.[2]

Nitekim meşhur Fransız astronom Lefrançois de Lalande, Ay’ın geçmiş hareketlerini ince­lerken bu mucizenin doğruluğunu kabûl etmek zorunda kalmıştır.[3]

Hurma Kütüğü

Peygamber Efendimiz’in Mescid’de kendisine yaslanıp hutbe okuduğu kuru bir hurma kütüğü vardı. Müslümanlar çoğalınca hutbe için bir minbere ihtiyaç duyuldu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- minbere çıktığında hurma kütüğü hasretle inlemeye başladı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- minberden inip kütüğü okşayınca inlemesi kesilerek sükûnet buldu. Peygamber Efendimiz:

“‒O, yanında yapılan zikrullahtan uzak kaldığı için ağladı!” buyurdu.[4]

Amcasının Altınları

Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in amcası Abbas, Bedir esirleri arasında Medine’ye getirilince Efendimiz ona:

“–Ey Abbas! Kendin, kardeşinin oğlu Akîl, Nevfel bin Hâris ve anlaşmalın Utbe bin Amr için fidye öde! Sen servet sahibi bir kimsesin” buyurdu. Abbas:

“–Yâ Rasûlallah! Ben müslümandım, Kureyş beni zorla yola çıkardı” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Senin müslümanlığını Allah bilir. Dediğin doğru ise Allah elbette ecrini verir. Lâkin senin durumun görünüşte bizim aleyhimize idi. Dolayısıyla fidyeni ödemen gerekir” buyurdu ve onun yanında bulunan 800 dirhem altına da harp ganimeti olarak el koydu. Abbas:

“–Yâ Rasûlallah! Hiç olmazsa bunu fidye yerine say!” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Hayır! O Allah’ın senden bize nasip ettiği ganimettir” buyurdu. Abbas:

“–Yâ Rasûlallah, demek geri kalan ömrümde beni dilenmeye mecbûr edeceksin!” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ey Abbas! Zevcen Ümmü Fadl’a verdiğin o altınlar ne olacak?” diye sorunca Abbas:

“–Hangi altınlar?” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Hani sen Mekke’den yola çıkacağın gün, yanınızda Allah’tan başka bir kimse bulunmadığı sırada zevcen Ümmü Fadl’a; «Bu seferimde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Eğer bir musibete uğrarsam şu kadarı senin, şu kadarı Ubeydullah’ın, şu kadarı Fadl’ın, şu kadarı Kusem’in ve şu kadarı da Abdullah’ındır!» dediğin altınlar!” buyurdu. Bu sözler üzerine hayretler içinde kalan Abbas:

“–Bunu sana kim haber verdi?” deyince Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allah haber verdi” buyurdu. Şaşkınlığı sükûnete dönen Abbas -radıyallâhu anh-:

“–Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki bunu ben ve Ümmü Fadl’dan başka hiç kimse bilmiyordu. Şüphesiz ki sen Allah’ın Rasûlü’sün” dedi. (Ahmed, I, 353; İbn-i Sa‘d, IV, 13-15)

Sevindiren Haber

Umeyr bin Vehb’in oğlu Vehb de Bedir’de müslümanlara esir düşmüştü. Umeyr, Kureyş müşriklerinin cin fikirlilerinden ve kahramanlarındandı. Mekke’de Peygamber Efendimiz’e ve ashâbına pek çok eziyetler etmişti. Birgün Umeyr, Hicr’de Safvân bin Ümeyye ile oturup Bedir’de öldürülenler ve uğradıkları musîbetler üzerine konuşurken Safvân bin Ümeyye:

“–Vallahi onlar bu hâle geldikten sonra hayatta kalmanın bir mânâsı yok!” dedi. Umeyr:

“–Vallahi doğru söyledin! Eğer borcum ve benden sonra açlıktan ölmelerinden korktuğum çoluk çocuğum olmasaydı, muhakkak gider Muhammed’i öldürürdüm. Hem benim için onların kabûl edeceği bir bahâne de var; «Esir olan oğlum için geldim» derim. Duyduğuma göre o çarşılara çıkıp dolaşırmış” dedi. Umeyr’in bu sözleri Safvân’ı sevindirdi:

“–Borcun bana aittir. Senin adına ben öderim! Çoluk çocuğuna da kendi çoluk çocuğumla birlikte, sağ oldukları müddetçe bakar, geçimlerini en güzel şekilde sağlarım!” dedi. Bunun üzerine Umeyr, kılıcını iyice biledi ve zehirletti. Safvân da bineğini ve yolluğunu hazırlattı. Umeyr, Medîne’ye gelip mescidin kapısında durdu, devesini bağladı ve kılıcını kuşandı. Hz. Ömer -radıyallâhu anh- onu görünce:

“–Bu Allah’ın düşmanı Umeyr’dir! Vallahi ancak şer için gelmiştir. Aramızı bozan, Bedir günü Kureyşliler için sayımızı tahmin eden o değil miydi?” dedikten sonra Allah Rasûlü’nün yanına girdi:

“–Yâ Rasûlallah! Şu Allah düşmanı Umeyr kılıcını kuşanmış gelmiş!” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Onu benim yanıma gönder!” buyurdu. Ömer -radıyallâhu anh- geri geldi. Onun boynundaki kılıcın kayışını sımsıkı tuttu. Ensâr’dan yanında bulunan kişilere de:

“–Peygamber Efendimiz’in yanına girip oturunuz ve kendisini bu habîsten koruyunuz! Çünkü o, güvenilir bir kimse değildir!” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ey Ömer, onu serbest bırak! Sen de ey Umeyr bana yaklaş!” buyurdu ve niçin geldiğini sordu. Umeyr:

“–Esir aldığınız oğlum için geldim. Onun hakkında ihsanda bulununuz!” dedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Öyle ise şu kılıcın boynunda işi ne?!” diye sordu. Umeyr:

“–Allah kılıçların belâsını versin! Onların bize ne faydası oldu ki?” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tekrar:

“–Bana doğru söyle, sen buraya niçin geldin?” diye sordu. Umeyr:

“–Ben, başka bir şey için değil, sadece elinizde esir olan oğlum için geldim” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Senin Hicr’de Safvân’a koştuğun şart ne idi?” diye sorunca, Umeyr korktu ve:

“–Ben ona ne şart koşmuşum ki?” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onların konuşmalarını kelimesi kelimesine nakledip:

“–Allah, yapacağın işle senin arana girdi, sana mânî oldu!” buyurdu. Bunun üzerine Umeyr:

“–Ben şehâdet ederim ki, sen muhakkak Allah’ın Rasûlü’sün! Yâ Rasûlallah! Biz semâdan gelen haber ve nâzil olan vahiy husûsunda seni yalanlardık. Bu işten ben ve Safvân’dan başka kimsenin haberi yoktu. Vallahi bu haberi sana ancak Allah vermiştir! Beni İslâm’a hidâyet eden ve buraya getiren Allah’a hamd olsun!” dedikten sonra şehâdet getirdi. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Kardeşinize dînini iyice anlatınız! Kendisine Kur’ân okuyup öğretiniz! Esîrini de serbest bırakınız!” buyurdu. Peygamber Efendimiz’in buyruğu derhâl yerine getirildi. Umeyr:

“–Yâ Rasûlallah! Ben, Allah’ın nûrunu söndürmeye çalışan ve müslümanlara şiddetle işkence yapan birisi idim. Müsâade ederseniz Mekke’ye gidip müşrikleri Allah’a, Rasûlü’ne ve İslâm’a dâvet edeyim! Umulur ki Allah onlara hidâyet nasîb eder” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona izin verdi.

Bu esnâda Safvân bin Ümeyye, olup bitenlerden habersiz, Mekkeli müşriklere:

“–Birkaç gün içinde gelecek olan haberle sevineceksiniz. O size Bedr’in acısını unutturacak!” diyor, gelen kâfilelerden haber sorup duruyordu. Nihayet bir süvârî ona Umeyr’in müslüman olduğunu bildirdi. Umeyr bin Vehb -radıyallâhu anh-, Mekke’ye gelince insanları İslâm’a dâvet etmeye koyuldu. Onun sâyesinde birçok insan müslüman oldu. Hz. Umeyr birgün Kâbe’nin yanında Safvân bin Ümeyye ile karşılaştı ve ona:

“–Sen büyüklerimizden birisin! Bizim taşlara taptığımızı ve onlar için kurbanlar kestiğimizi görmüyor musun? Bu mudur dîn? Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur! Muhammed de Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür!” dedi. Safvân ona bir kelime bile söyleyemedi, öylece sustu kaldı.[5]

Peygamberimizin Parmaklarından Su Akması

Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“…Birgün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte yürüyorduk. Nihayet geniş bir vâdiye indik. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kaza-yı hâcet yani tuvalet ihtiyacını gidermek için gitti. Ben de bir su kabı ile kendisini takip ettim. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bakındı, fakat arkasına gizlenebileceği bir şey bulamadı. Vâdinin kenarında iki ağaç gözüne ilişti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlardan birinin yanına giderek dallarından birini tuttu ve:

«–Allah’ın izniyle bana boyun eğ!» buyurdu. Ağaç, burnu gemli deve gibi Efendimiz’e râm olup eğildi. Öteki ağaca da gidip dallarından birinden tutarak:

«–Allah’ın izniyle bana râm ol!» buyurdu. O da ötekisi gibi eğildi. İkisinin ortasına varınca aralarını birleştirdi ve:

«–Allah’ın izniyle benim üzerime kapanın!» dedi. Hemen üzerine kapandılar. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- benim yakınında olduğumu hissederse daha ileriye gider diye korkarak hızla koşup oradan uzaklaştım. Bir yere oturup kendi kendime düşünmeye başladım. Gözüm hafifçe yana kayınca birden Peygamber Efendimiz’in geldiğini gördüm. O iki ağaç da birbirinden ayrılmış ve her biri gövdesinin üzerine doğrulmuştu. Peygamber Efendimiz’in bir an durakladığını gördüm. Başıyla sağa ve sola işaret etti. Sonra bana doğru yürüdü, yanıma gelince:

«–Ey Câbir! Durduğum yeri gördün mü?» diye sordu.

«–Evet, yâ Rasûlallah!» dedim.

«–Öyleyse şu iki ağaca git de, her birinden birer dal kes ve getir. Durakladığım yere geldiğinde, bir dalı sağ tarafına diğerini de sol tarafına dik!» buyurdu. Hemen arzusunu yerine getirip yanına vardım ve:

«–Söylediklerinizi yerine getirdim ey Allah’ın Rasûlü, ancak bunu niçin yaptık?» diye sordum. Rasûlallah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Azap gören iki kabrin yanından geçtim de, bu dallar yaş olarak kaldığı müddetçe şefaatim sayesinde azaplarının hafifletilmesini arzu ettim» buyurdu. Sonra kâfilenin konakladığı yere geldik. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Câbir, abdest suyu var mı, insanlara bir sesleniver!» buyurdu… Ensâr’dan bir zâtın tulumunun ağzında kalmış bir damladan başka su yoktu. O azıcık suyu boşaltacak olsam, tulumun kuru tarafında kaybolup gider, yere bir damla düşmezdi. Peygamber Efendimiz tulumu eline aldı ve ne olduğunu anlayamadığım bir şeyler okudu. Bir taraftan da iki eliyle onu sıkıyordu. Sonra tulumu bana verdi ve:

«–Ey Câbir! Büyük bir çanak var mı, bir sesleniver!» buyurdu… Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- elini çanağın içine sokup parmaklarını açtı. Sonra elini çanağın dibine koyup:

«–Ey Câbir! Tulumu al da elimin üstüne dök ve “Bismillah” de buyurdu. Ben hemen suyu elinin üzerine döktüm ve «Bismillah» dedim. Peygamber Efendimiz’in parmakları arasından su kaynıyordu. Su çanağın içinde dönüyordu, nihayet ağzına kadar doldu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Câbir! Suya ihtiyacı olanlara seslen!» buyurdu. İnsanlar gelip kana kana su içtiler:

«–Suya ihtiyacı olan kimse kaldı mı?» diye seslendim, kimse çıkmadı. Artık Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- elini kaldırdı, çanak ağzına kadar dopdolu duruyordu. Bir müddet sonra insanlar açlıktan şikâyet ettiler. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–İnşaallah, Allah sizi doyuracak!» buyurdu. Derken Sîfü’l-Bahr’a (deniz sahiline) geldik. Deniz dalgalandı ve sahile bir hayvan attı. Biz bu hayvanın yanına ateş yaktık, etinden pişirdik, kızartma yaptık ve doyuncaya kadar yedik, ancak yarısını bitirebildik…” (Müslim, Zühd, 74)

Duanın Bereketi

Peygamber Efendimiz bir kişiye dua ettiğinde bunun tesiri onun üzerinde ömür boyu müşâhede edilirdi. Hz. Ebû Hüreyre’ye işittiği hiçbir bilgiyi unutmaması; Hz. Enes bin Mâlik’e ömrünün, malının, evlatlarının bereketli olması; Hz. Beşîr bin Akrabe’ye berekete nâil olması; Hz. Ebu’l-Yeser’e ömrünün uzun olup ümmet-i Muhammed’in kendisinden istifade etmesi için yaptığı dualar… bunlardan birkaçıdır. Şu iki hâdiseyi buna örnek olarak vermekle iktifâ edelim:

Abdullah bin Hişâm -radıyallâhu anh- Peygamber Efendimiz’e (altı yaşındayken) yetişmiş idi. Annesi Zeyneb bint-i Humeyd onu (Mekke fethinde) Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e götürüp:

“–Yâ Rasûlallah! Oğlumdan müslüman olduğuna dâir bey’at al!” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–O daha küçük!” buyurdu ve başını sıvazlayarak Abdullah’a dua etti.

Abdullah bin Hişâm -radıyallâhu anh- ileriki yaşlarında çarşıya çıkar, gıda maddeleri satın alırdı. İbn-i Ömer ile İbn-i Zübeyr onu çarşıda görünce hemen yanına varıp:

“–Bizi de bu mala ortak et! Zira Peygamber Efendimiz senin için bereket duasında bulundu” derlerdi. Abdullah da on­ları ortak ederdi. Bazı zaman olurdu ki, tam bir deve yükü kâr elde eder ve onu evine gönderirdi. (Buhârî, Şirket, 13)

Cuayd bin Abdurrahmân şöyle anlatır:

“Ben Sâib bin Yezîd’i doksan dört yaşında iken gördüm, gâyet sağlam ve dengeli bir bünyeye sahipti. Bana şöyle dedi:

«−Pekiyi biliyorum ki, şu ya­şımda kulağımın, gözümün çok sağlam olması, ancak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in duası bereketi iledir. Çocukluğumda teyzem beni Rasûlullah’ın huzûruna götürdü ve:

“−Yâ Rasûlallah, kızkardeşimin oğlu rahatsızdır, onun için Al­lah’a dua ediverseniz!” dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- başımı sıvazladı ve her hususta bereket görmem için dua etti…».” (Bkz. Buhârî, Menâkıb, 21-22)

İlahi İkram

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:

“Biz Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile beraber bir seferde idik. Derken bir ara askerlerin azığı tükendi. Bineklerinden bazısını kesmek istediler. Hz. Ömer -radıyallâhu anh-:

«−Ey Allah’ın Rasûlü! Ben cemaatin geri kalan yiyeceklerini toplasam da siz onlar üzerine, bereketlenmeleri için dua ediverseniz daha iyi olmaz mı?» dedi. Efendimiz de öyle yaptı. Buğdayı olan buğdayını, hurması olan hurmasını, hurma çekirdeği olan da çekirdeğini getirdi.”

Orada bulunanlar, Ebû Hüreyre Hazretleri’ne büyük bir hayretle:

“−Çekirdekle ne yapıyorlardı?” diye sordular. O mübârek sahâbî:

“−İnsanlar yiyecek bir şey bulamadıkları için onu emiyor, üzerine de su içiyorlardı” dedi ve hâdisenin devamını şöyle anlattı:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dua buyurdu. Yiyecekler öylesine bereketlendi ki herkes kaplarını doldurdu. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu ilâhî ikram karşısında:

«Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve ben O’nun Rasûlü’yüm. Bu iki hususta şüpheye düşmeden Allah’a kavuşan kimse Cennet’e gidecektir» buyurdu.”[6] (Müslim, İman, 44)

Dipnotlar:

[1] Bkz. Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, Beyrut 1985; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, Halep 1970-1972; Suyûtî, Olağanüstü Yönleriyle Peygamberimiz: el-Hasaisü’l-Kübra, İstanbul 2003. [2] Kamer, 1-3; Buhârî, Menâkıb 27, Menâkıbu’l-Ensâr 38, Tefsîr 54/1; Müslim, Münâfıkîn, 43, 47, 48; Tirmizî, Tefsîr, 54/3286; Ahmed, I, 377, 413. [3] Zekâî Konrapa, Peygamberimiz, İstanbul 1987, s. 110. [4] Bkz. Buhârî, Menâkıb, 25, Cuma, 26; Tirmizî, Cum’a 10, Menâkıb 6; Nesâî, Cum’a, 17; İbn-i Mâce, İkâme, 199; Dârimî, Mukaddime 6, Salât 202; Ahmed, I, 249, 267, 300, 315, 363. Gösterilen bu kaynaklarda daha pek çok mucize zikredilmektedir. [5] Bkz. İbn-i Hişâm, II, 306-309; Vâkıdî, I, 125-128; İbn-i Sa‘d, IV, 199-201; Heysemî, VIII, 284-286. [6] Peygamber Efendimiz’in hayatı, ahlâkı ve mucizeleri husûsunda şu kaynaklardan geniş bilgi alınabilir: http://www.islamiyayinlar.net/content/view/36/8/ http://www.islamicpublishings.net/images/book/ingilizce/Rahmetesintileri_ing.pdf http://hazretimuhammedmedinedevri.darulerkam.altinoluk.com/ Ibn Ishaq (150/767), The life of Muhammed, Karaçi: Oxford University, 1967; Mevlana Şibli en-Numani, Siretü’n-Nebi=The life of the Prophet, Lahor: Kazı Publications, 1979; Afzalurrahman, Encyclopaedia of Seerah: Muhammed, London: The Muslim Schools Trust, 1982; Abdulahad Dawud, Mohammad in the Bible, Devha [Doha]: A Publications of Presidency, 1980; Martin Lings, Muhammad: his life based on the earliest sources, London: The Islamic Texts Society, 1983; A. H. Vidyarthi, Mohammad in world scriptures, New Delhi: Deep-Deep Publications, 1988.

Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN MUCİZELERİ

Peygamber Efendimiz’in Mucizeleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.