Hz. Osman’ın (r.a.) Hayat Düsturları

Hz. Osman (r.a.) nasıl biriydi? Hz. Osman’ın (r.a.) Peygamberimizle (s.a.s.) olan arkadaşlık ilişkisi nasıldı? Hz. Osman’a (r.a.) neden “Zinnureyn” denilmiştir? Dört halifenin üçüncüsü; Hz. Osman’ın (r.a.) hayat düsturları.

Dört büyük halîfenin üçüncüsü olan Hz. Osman (r.a.), Peygamber Efendimiz’e canıyla-malıyla hizmet etme ve O’na damat olma bahtiyarlığına ermiş güzîde sahâbîlerden biridir. Gerek Efendimiz (a.s.) zamanında, gerek Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer döneminde, gerekse de kendi halîfeliğinde çok büyük hizmetler îfâ etmiştir.

Zİ’N-NÛREYN

Peygamber Efendimiz’in muhtereme kerîmesi Hz. Rukıyye ile izdivaç şerefine mazhar olan

Hz. Osman, mübârek zevcesinin vefâtından sonra hüzne garkolmuştu. Efendimiz (a.s.) ona niçin bu kadar mahzun olduğunu sorunca

Hz. Osman, teessürünün asıl sebebini şöyle ifâde etti:

“–Yâ Resûlullâh! Benim başıma gelen, kimsenin başına gelmedi. Kızınız Rukıyye vefât edince Siz’inle aramdaki hısımlık ve akrabâlık bağı kesilmiş oldu!”

Yakınlarının, yeniden dünyâ evine girmesi tekliflerine rağmen Hz. Osman âdeta; “–Ben Allah Rasûlü’nden sonra kimi «kayınpeder» olarak görebilirim ki? O’nun kızıyla izdivaçtan sonra kimi nikâhlayayım ki?” diye düşünüyor ve o mübârek âile ile bağının kesilmesinden derin bir ıztırap duyuyordu.

Hz. Osman’ın bu hâlini müşâhede eden Efendimiz (a.s.), onun müstesnâ muhabbet ve bağlılığından ziyâdesiyle memnun oldu. Ardından da küçük kızı Ümmü Gülsüm’ü ona nikâhladı. Bir müddet sonra Ümmü Gülsüm vâlidemizin de vefât etmesi üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“Şâyet üçüncü bir kızım daha olsa muhakkak onu da sana verirdim.”1 buyurarak Hz. Osman’a olan husûsî muhabbetini izhâr etti.

HZ. OSMAN (R.A.) NASIL BİRİYDİ?

Zîrâ âlim, ârif, nâzik, cömert, rakîk kalbli, yumuşak huylu, hayâ sâhibi, gönül ehli, mütevâzı ve sevilen bir insan olan Hz. Osman (r.a.), Allâh Rasûlü’nün ifâdesiyle; “ashâb içinde huyu en çok kendisine benzeyen sahâbî” idi.2 Yine ashâb içinde Hz. Osman’dan daha güzel söz söyleyen görülmemişti. Yalnız o da gâyet az ve öz konuşurdu.

Hz. Osman, hayâ duygusu bakımından da örnek bir şahsiyetti. Melekler bile ondan hayâ ederdi.3 Nitekim birgün Efendimiz (a.s.), Âişe vâlidemizle otururken Hz. Ebûbekir müsâade isteyip içeri girdi. Ardından Hz. Ömer, onun ardından da Sa’d ibn-i Mâlik girdi. Hz. Osman da içeri girmek için izin isteyince Peygamber Efendimiz hemen toparlandı, oturuşunu düzeltti ve Hz. Âişe’ye; “–Sen geri çekil!” buyurdu. Hz. Osman içeri girdi, bir müddet konuştuktan sonra izin isteyip ayrıldı. Hz. Âişe:

“–Babam ve diğer sahâbîler içeri girdikleri zaman oturuşunuzu değiştirmemiş ve bana «geri çekil» dememiştiniz. (Osman gelince niçin farklı davrandınız?)” diye sorunca Resûlullâh (s.a.v.):

“–Meleklerin bile kendisinden hayâ ettiği bir kimseden ben nasıl hayâ etmeyeyim? Allâh’a yemin ederim ki melekler, Allah ve Rasûlü’nden hayâ ettikleri gibi, Osman’dan da hayâ ederler. Eğer sen yanımdayken o içeri girmiş olsaydı, çıkıncaya kadar ne konuşur ne de başını kaldırırdı.” buyurdu.4

Hayâ ve edep âbidesi olan Hz. Osman; “Gözü haramdan korumak ne güzel şehvet perdesidir.” buyurur ve bu hususta da insanları irşâda çalışırdı:

Enes (r.a.), kendi rivâyetine göre; bir gün Hz. Osman’a giderken yolda bir kadın görür. Kadının güzelliği aklına takılır. Bu düşünce ile

Hz. Osman’ın yanına girer. Onu gören Hz. Osman:

“–Ey Enes! Gözlerinde zinâ izleri olduğu hâlde buraya giriyorsun.” der.

Bu söz karşısında neye uğradığını şaşıran Enes (r.a.), hem hayret hem de mahcûbiyet içinde:

“–Allâh’ın Rasûlü’nden sonra da mı vahiy geliyor?” diye sorar. Hz. Osman (r.a.) ise:

“–Hayır, bu bir basîret ve doğru bir firâsettir.” buyurur.5

Bu azîz sahâbîdeki güzel ahlâkın Hak katındaki kıymetini şu hadîs-i şerîf ne güzel ifâde etmektedir:

Bir gün Hz. Ali (r.a.), Peygamber Efendimiz’e abdest alması için su getirir:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kıyâmet günü hesaba çağrılacak ilk kişi kimdir?” diye sorar. Efendimiz (a.s.):

“–Benim. Ben Allâh’ın huzûrunda dilediğim kadar dururum. Sonra oradan bütün günahlarım bağışlanmış olarak çıkarım.” buyurur. Hz. Ali:

“–Sonra kim?” diye sorunca, Peygamber Efendimiz:

“–Sonra Ebûbekir, (o da) Allâh’ın huzûrunda dilediği kadar duracak ve oradan bütün günahları bağışlanmış olarak çıkacak.” buyurur. Hz. Ali:

“–Sonra kim?” diye sorunca, Peygamber Efendimiz:

“–Sonra Ömer bin Hattâb, (o da) Allâh’ın huzûrunda duracak ve oradan bütün günahları bağışlanmış olarak çıkacak.” buyurur. Hz. Ali yine:

“–Sonra kim?” diye sorunca, bu defa Peygamber Efendimiz:

“–Sonra sen.” buyurur. Hz. Ali:

“–Osman bin Affan nerededir?” der. Efendimiz (a.s.):

“–Osman, (son derece yüksek bir) hayâ sahibidir. Rabbimden onu hesap için durdurmamasını diledim. Rabbim de dileğimi kabul etti.” karşılığını verir. (Muhammed er-Râfiî el-Kazvinî, et-Tedvîn fî Ahbâri Kazvin, 1/114)

ALLAH RESÛLÜ’NÜN KABUL EDİLMEDİĞİ BİR YERDE BEN DE YOKUM!

Hz. Osman (r.a.), Peygamber Efendimiz’i canından çok sever, O’nun bir işâretini dahî emir telâkkî eder, bu uğurda hiçbir fedâkârlıktan çekinmezdi. Nitekim Hudeybiye’de, Peygamber Efendimiz’in elçisi olarak Mekke’ye gitmişti. Müşriklere; niyetlerinin umre yapıp dönmek olduğunu anlattı. Müşrikler ise izin vermediler ve Hz. Osman’a, şâyet istiyorsa yalnızca kendisinin Kâbe’yi tavâf edebileceğini söylediler. Osman (r.a.) ise, Allah Rasûlü’ne olan sadâkatini bir kez daha tescilleyen, şu muhteşem cevâbı verdi:

“–Hz. Peygamber Kâbe’yi tavâf etmedikçe ben de edemem! Ben Beytullâh’ı ancak O’nun arkasında ziyâret ederim. Allah Rasûlü’nün kabul edilmediği bir yerde ben de yokum!..” (Ahmed, IV, 324)

Hudeybiye’de bekleyen müslümanlara Hz. Osman’ın şehid edildiği şâyiası ulaşınca da, Efendimiz (a.s.) gerekirse müşriklerle harbetmek üzere ashâbından bey’at aldı. Sonra, bir elini diğer elinin üzerine koyup:

“Allâh’ım, bu bey’at da Osman içindir. Şüphesiz o, Sen’in ve Rasûlü’nün hizmetindedir.”6 buyurarak ona olan îtimad ve muhabbetini dile getirdi. Derken müşrikler, anlaşma yapmak üzere elçi gönderdiler. Ardından da Hz. Osman sağ-sâlim döndü.

SEHÂVET GÜNEŞİ

İşte böyle yüce bir sadâkat timsâli olan Osman (r.a.), cömertlikte de zirve bir şahsiyetti. Öyle ki; “Zenginliğin saltanatı, şükürdür. Şükür ise bol bol infâk etmektir.” buyurur ve bu hususta da bizzat örnek olurdu. Nitekim yüzlerce köleyi Allah rızâsı için âzâd etmiş ve ettirmişti.7

Yine zor bir sefer olan Tebük Gazvesi’nde Hz. Osman, tek başına 300 deveyi tam techîzatlı bir şekilde hazırlayarak orduya hibe etti. Buna ilaveten bin dinar bağışladı. Hz. Peygamber (s.a.v.) onun hakkında:

“Osman’a (bu fedâkârâne infâkı sebebiyle) bundan sonra yapacağı hiçbir şey zarar vermez!”8 müjde ve iltifatında bulundu.

Yine Osman (r.a.), Medîne’ye hicret edince müslümanların su sıkıntısı çektiğini görmüştü. Medîne’deki bütün kuyuların suyu acıydı. Sadece bir Yahudiye âit olan Rûme Kuyusu’nunki tatlı idi. Yahudi, bu kuyunun suyunu satarak geçiniyordu. Efendimiz (a.s.):

“–Rûme Kuyusu’nu, cennette ondan daha hayırlısını kazanmak üzere kim satın almak ve kendi kovasını müslümanların kovalarıyla eşit kılmak ister?” buyurdu. Yani kuyuyu satın alan, diğer müslümanlarla eşit haklarda ondan istifâde edecekti.

Hz. Osman, derhal bu kuyuyu satın almak istedi. Lâkin Yahudi kabul etmedi. Sonunda bir gün Yahudi, bir gün de Müslümanlar kullanmak üzere yarı hissesini satın almaya muvaffak oldu. Daha sonra da tamamını satın aldı. Peygamber Efendimiz, Hz. Osman’a:

“–İnsanların ondan su içmeleri için (kuyuyu) vakfeder misin?” diye sorunca, o da bu arzuya gönülden icâbet ederek kuyuyu vakfetti. Böylece Hz. Osman’ın bu himmetiyle Medîneli Müslümanlar su sıkıntısından kurtuldular.

Rivâyete göre Osman (r.a.), büyük bir fazîlet daha sergileyerek, kendisinin satın alıp vakfettiği bu kuyudan su alabilmek için herkes gibi sıraya girip beklerdi. Yine rivâyete göre Hz. Osman’ın bu eşsiz fedâkârlığı üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

“Ey huzûra kavuşmuş nefis! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! (Sâlih) kullarımın arasına katıl ve cennetime gir.” (el-Fecr, 27-30)

İslâm hızla yayılıp Medîne’ye gelenler çoğalınca Mescid-i Nebevî dar gelmeye başlamış, halkın bir kısmı mescidin etrafında çadırlar kurmuştu. Efendimiz (a.s.):

“–Mescidimizi bir zirâ’ olsun genişleten, cennete girer.” buyurdu. Hz. Osman (r.a.):

“–Yâ Rasûlallah! Malım-mülküm Sana fedâ olsun. Mescidi genişletme işini üzerime alıyorum.” dedi. Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Allâh’ın mescitlerini ancak Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler îmâr eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (et-Tevbe, 18)9

Hz. Ali (r.a.) Hz. Fâtıma ile evleneceği zaman, kendi zırhını satılması için pazara göndermişti. Zırhın parasını düğün masrafları için kullanacaktı. Hz. Osman (r.a.) pazarda Hz. Ali’nin zırhını tanıdı. Hemen tellâlı çağırarak:

“–Bu zırhın sahibi, buna ne kadar istiyor?” diye sordu. Dört yüz dirhem olduğunu öğrenince zırhı alıp parasını verdi. Sonra bu zırhı, yanına dört yüz dirhem daha ilâve ederek Hz. Ali’ye gönderdi:

“–Bu zırh, senden başkasına lâyık değildir. Bu dört yüz dirhemi de düğüne harca ve bizi mâzur gör.” buyurdu.10

O sehâvet güneşinin yüce ahlâkını yansıtan şu hâdise de çok ibretlidir:

Hz. Ebûbekir’in halîfeliği döneminde bir ara Medîne’de kıtlık başgöstermişti. O sırada Hz. Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı geldi. Kervanı görenler, buğday satın almak için koştular. Hattâ bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ettiler. Hz. Osman ise:

“–Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.” dedi. Ashâb-ı kirâm, mahzun bir şekilde ayrılıp halîfe Hz. Ebûbekir’in yanına vardılar ve durumu kendisine şikâyet ettiler. Hz. Ebûbekir, bu hâdisedeki nükteyi sezerek:

“–Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz!.. O, Rasûlullâh’ın damadı ve Me’vâ Cenneti’nde arkadaşıdır. Herhâlde siz onun sözünü yanlış anladınız.” dedi ve beraberce Hz. Osman’a gittiler. Hz. Ebûbekir:

“–Yâ Osman! Ashâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüştür.” deyince Hz. Osman:

“–Evet, ey Rasûlullâh’ın halîfesi! Bunlar bire yedi veriyor, hâlbuki onlardan daha hayırlı olan, bire yedi yüz veriyor. Biz buğdayı bire yedi yüz vererek alana verdik.” buyurdu.

Sonra da yüz deve yükü buğdayı Allah rızâsı için Medîne fukarâsına dağıttı. Yüz deveyi de kurban etti. Buna çok sevinen Ebûbekir (r.a.), Hz. Osman’ı alnından öptü ve:

“–Ashâbın, senin sözündeki inceliği kavrayamadıklarını önceden sezmiştim.” buyurdu.11

KUR’ÂN ÂŞIĞI

Hz. Osman’ın bu yüce ahlâkının temelinde, hiç şüphesiz ki Allâh’ın Rasûlü’nden ve O’nun getirdiği Kur’ân-ı Kerîm’den aldığı feyiz bulunmaktaydı. Hakîkaten Hz. Osman tam bir Kur’ân âşığıydı.

“Bana dünyadan üç şey sevdirildi: Açları doyurmak, çıplakları giydirmek ve Kur’ân okumak.” buyuran Hz. Osman, Hz. Ebûbekir zamanında cem edilen Kur’ân’ın, kendi halîfeliği döneminde ehil sahâbîlerden müteşekkil bir heyet tarafından sûre tertibine göre tanzim edilip çoğaltılması hizmetini büyük bir titizlikle îfâ etti. Hicrî 30 senesinde önemli merkezlere bu Mushaf’lardan gönderdi. Böylece

Kur’ân-ı Kerîm hakkında çıkabilecek ihtilafların önünü kesmiş oldu.

Hz. Osman (r.a.), her sabah kalktığında Mushaf-ı Şerîf’i hürmetle öpmeyi âdet hâline getirmişti.

“Üzerimden, Allâh’ın kitabını açıp okumadığım bir gün ya da bir gecenin geçmesini istemiyorum.” (Kenz, I, 225) buyuran Hz. Osman, çok okumaktan dolayı iki Mushaf eskitmişti. Abdurrahman bin Osman et-Teymî diyor ki:

“Bir gece Hz. Osman, makâmında bir rekatta Kur’ân’ı hatmederek namazını ikmâl etmişti.”12

ZÜHD VE TEVÂZÛ

İşte o mübârek sahâbîleri mâneviyat semâsının yıldızları yapan müstesnâ hayat düsturları böyleydi. Ellerindeki maddî imkânların genişliğine rağmen, Allah Rasûlü’ne benzeme gayretiyle gayet mütevâzı ve riyâzat hâlinde bir hayat yaşıyorlardı.

Hz. Osman (r.a.) ucuz ve kaba kumaştan îmâl edilen gayet sade ve temiz elbiseler giyer, mescitte öğle uykusunu toprak üzerinde uyur, kalktığında vücûdunda çakıl taşlarının izleri görülürdü. İnsanlara en kıymetli ve lezzetli yemekleri yedirdiği hâlde, kendisi evinde sirke ve zeytinyağı ile iktifâ ederdi. Gündüzlerini oruçla, gecelerini de namazla ihyâ eden Hz. Osman, hizmetçilerinin istirahat vakti olduğu gerekçesiyle geceleri abdest suyunu kendisi hazırlar, onlara rahatsızlık vermekten sakınırdı.

Kul hakkı husûsunda da çok titiz olan Hz. Osman’ın bu hassâsiyetini yansıtan bir hâdiseyi Ebu’l-Fürat şöyle anlatır:

Hz. Osman, kölesine:

“–Vaktiyle ben senin kulağını kıvırmıştım. Haydi sen de kısâsını yap.” dedi.

Köle onun kulağını tuttu. Hz. Osman, köleye şöyle diyordu:

“–Sıkı çek yavrum, kısas bu dünyadadır, âhirette kısas yoktur!”13

MAZLUM ŞEHİT

İşte böylesine mütevâzı ve hakşinas biri olan

Hz. Osman’ın halîfeliği, fetihler bakımından da çok bereketli geçmişti. Kıbrıs, Trablus, Taberistan, Ermenistan fethedilmiş, deniz ticareti başlamış, Rodos ve Malta adalarına ve İstanbul’a seferler düzenlenmişti. Bizans’ın en büyük donanması Akdeniz’de imha edilmişti. Bu ve benzeri gelişmeler neticesinde halk ve devlet hazînesi zenginleşmişti.

Zenginliğin artmasıyla birlikte kimilerinin gönlünde dünya ihtirâsı peydâ olmuştu. Abdullâh bin Sebe gibi yahûdi kökenli münâfıkların tutuşturduğu fitne ateşi İslâm âlemini sarmış, Hz. Osman, muhtelif diyarlardan toplanıp gelen âsîler tarafından Medîne’deki hânesinde kuşatılmıştı. Öyle ki, öz malıyla satın alıp müslümanların istifâdesine sunduğu içme suyundan bile mahrum edilmekteydi. Mü’minlerin halîfesi, içinde bulunduğu zor durumu ve tebaasındaki âsîler karşısında yaşadığı çâresizliği şöyle dile getiriyor ve kendisinden sonra da çıkacak olan fitnelere kerâmeten işâret ediyordu:

“Ben, yaşadığı müddetçe babasının sözünü dinlemeyen; öldüğü zaman da ona dert olan yaramaz çocukların babası gibiyim!”

Hz. Osman, isyancıları zor kullanarak bertaraf etmeyi teklif eden sahâbîlere, kendisi yüzünden kan dökülmesini istemediği için izin vermiyordu. Onlara:

“Benim için kan döküldükten sonra ölmektense kan dökülmeden önce (mazlum olarak) ölmeyi tercih ederim.” diyordu.

Nitekim o sefih âsîlere birçok defa nasîhat etmeye çalıştıysa da dinletemedi. Ve oruçlu olduğu bir gün, evinde Kur’ân okurken isyancılar tarafından mazlûmen şehit edildi. O vakit yaşı sekseni geçmiş olan azîz şehîdin mübârek kanı, okumakta olduğu Mushaf’taki:

“…Onlara karşı Allah sana kâfîdir. O her şeyi işiten ve bilendir.” (el-Bakara, 137) âyet-i kerîmesi üzerine damladı.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Allâh’a yemin ederim ki, elbette Osman, ümmetimden hepsi de cehennemlik olan yetmiş bin kişiye şefaat edecek ve onları cennete sokacak.” (Deylemî, Firdevs, 4/360)

İşte böylesine kadri yüce bir sahâbî olan Hz. Osman (r.a.)’ın ilim, hikmet ve mârifet nurlarıyla dolu gönül iklîminden hisse almak ümîdiyle onun şu özlü ve hikmetli sözlerine gönül verelim:

HZ. OSMAN’DAN HİKMETLİ SÖZLER

“En akıllı insan; nefsini hesaba çeken, onu iyi idâre eden, ölümden sonrası için amel işleyen ve kabir karanlığı için Allâh’ın nûrundan istifâde edendir.”

“Kul, gözleri gördüğü hâlde Allâh’ın kendisini âmâ olarak diriltmesinden korksun! Hikmetten anlayana mânâlı bir söz kâfîdir. Mânen sağır olanlar, zaten hakkı duyamazlar…”

Salihlerin Beş Alameti

“Beş şey müttakîlerin (sâlihlerin) alâmetidir:

  1. Dînî gayret içinde olanlarla beraber olmak.
  2. Nefsini ıslâh edip diline hâkim olmak.
  3. (Allah sevgisini unutturan) dünyalıklardan nefsine hoş gelen bir şeye eriştiğinde onun zarar-ziyanını ayırd edebilmek, dinden kendisine az bir şey bile nasip olduğunda onu da ganîmet bilmek.
  4. Haram karışır endişesiyle midesini helâlden (de olsa) doldurmamak (ve riyâzat içinde yaşayabilmek).
  5. Bütün insanların kurtulduğunu, yalnız kendisinin mahvolduğunu düşünmek.”

Gerçek Müminin Altı Korkusu

“Gerçek mü’min altı çeşit korku içindedir:

  1. Îmânını kaybetme korkusu.

Zîrâ âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Rabbimiz! Bizleri hidâyete erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme!..” (Âl-i İmrân, 8)

“Ey îmân edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102)

  1. Kıyâmet günü kendisini rüsvâ edecek şeylerin melekler tarafından yazılması korkusu.

Zîrâ âyet-i kerîmede buyrulur:

“İşte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır.” (ez-Zilzâl, 4-5)

  1. Amelinin şeytan (aleyhi’l-lâ’ne) tarafından boşa çıkartılması korkusu.

Zîrâ âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesnâ.” (el-Hicr, 39-40)

  1. Ölüm meleği Azrâil’e gaflet içindeyken ve ansızın yakalanma korkusu.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibâdet et!” (el-Hicr, 99)

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur.” (Müslim, Cennet, 83; Münâvî, V, 663)

Nitekim Hz. Osman (r.a.) Kur’ân ile yaşadı, Kur’ân’ı infâk etti ve Kur’ân okurken şehîd edilerek rahmet-i Rahmân’a kavuştu.

  1. Dünya ile mağrur olup, âhiretten gâfil kalma korkusu.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“…Bu dünya hayatı, aldatma metâından başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân, 185)

  1. Çoluk-çocuğuyla fazlaca meşgûliyete dalıp Allâh Teâlâ’nın zikriyle yeterince meşgul olamama korkusu.”

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah katındadır.” (el-Enfâl, 28)

“Muhakkak ki dünya fânî, âhiret ise bâkîdir. Fânî olan sizi şımartıp azdırmasın, bâkî olandan alıkoymasın. Siz, bâkîyi fânî olana tercih ediniz. Dünya sonludur, dönüş Allâh’adır. Allah’tan korkunuz.” (İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Mevsû‘a, I, 77)

“Ecel gelip çatmadan yapabileceğiniz iyiliği hemen yapınız.”

Cenâb-ı Hak bu hikmet dolu nasîhatlerin muktezâsıyla amel edebilmeyi ve o güzîde sahâbînin şefaatine erebilmeyi nasîb eylesin. Onun sevgisini gönüllerimize nakşederek âhirette dostluk ve komşuluğuna mazhar eylesin. Âmîn!..

Dipnotlar:

1) Bkz. Hz. Osman Zinnûreyn, Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, s. 12. 2) Bkz. age. s. 13. 3) Ahmed, I, 71; VI, 155. 4) Bkz. age. s. 143-144. 5) Kuşeyrî, Risâle, Beyrut 1990, s. 238. 6) Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 7. 7) Bkz. age. s. 163. 8) Tirmizî, Menâkıb, 18/3700; Ahmed, V, 63. 9) Bkz. age. sf. 145. 10) Bkz. age. sf. 139. 11) Bkz. age. sf. 140. 12) Bkz. age. sf. 144. 13) Bkz. age. sf. 141.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hulefâ-i Râşidîn’den Hayat Düsturları 3, Altınoluk Dergisi, 2007 – Nisan, Sayı: 254

İslam ve İhsan

HZ. OSMAN’IN (R.A.) HAYATI

Hz. Osman’ın (r.a.) Hayatı

HZ. OSMAN’A (R.A.) NİÇİN ZİNNUREYN DENİLMİŞTİR?

Hz. Osman’a (r.a.) Niçin Zinnureyn Denilmiştir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.