
Her Şey Hiçlikten Sonra Başlar
Tasavvufta “hiçlik” neyi ifade eder? Benliği terk edip Hakk’a dost olmanın yolu hangi gönül kıvâmından geçer? Kalpteki kibir perdesi kalkmadan mârifetullah mümkün müdür?
Bu gönül kıvâmıyla yaşanan bir ibadet hayâtı, kulu Hakk’a dostluk iklîmine yüceltir. Zira kalbin pencereleri, hiçlikte mesâfe alınmadan açılmaz.
Bu yüzden hiçliğin zıddı ve düşmanı olan “benliği” mümkün olduğunca bertarâf edebilmek, tasavvufun en mühim meselelerinden biridir. Nitekim bu hususla ilgili îkaz ve mesajlar taşıyan hüsn-i hat levhalarının dergâh duvarlarını süslemesi, asırlardan beri süregelen güzel bir an’anedir.
TASAVVUFTA “HİÇLİK” NEYİ İFADE EDER?
Bu îkaz levhalarından birinde de “hîç” ifâdesi yer alır ki; ilâhî sırlardan nasîb alabilmenin, evvelâ nefsâniyetin bertarâf edilmesine bağlı olduğunu telkin eder. Yani benlikten sıyrılıp hiçliğe varılmadan mânevî tekâmülden söz edilemez.
Her insanın iç âlemi, fücur ve takvâ temâyülleri arasında bir seyir takip eder. Nefsânî hayat, her hâdisede dâimâ “benlik”; rûhânî hayat ise “hiçlik”, yani her nîmetin Allâh’ın lûtfu olduğu telkinini verir.
İçimizdeki kavga da, benlik ile hiçliğin kavgasıdır. Nefsânî arzuları ve fücûru bertarâf edebilirsek “ben”i, yani kibir, gurur ve enâniyeti “hiç”e döndürürüz. Mânevî olgunlaşma yolunda her şey de “hiç”i “ben”e gâlip getirdikten sonra başlar. “Nefsini bilen, Rabbini de bilir.” sırrı bu noktadan sonra idrâk edilir, yani “mârifetullah / Rabbi kalben tanıyabilmek” nasîb olur.
Hiçlik hâline ulaşarak mârifetullah’tan nasîb almış bir mü’min, bu fânî cihandaki ilâhî sır ve hikmetleri gönül âleminde okumaya başlar. O bahtiyar kul hakkında, ârifler sultânı Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin Hak katından mânen işittiği:
“Ben insanın sırrıyım…”[1] hikmeti tecellî eder.
Bunun içindir ki Hak dostları ömürleri boyunca -tâbiri câizse- benliğe iptal damgası vurabilmenin gayreti içinde olmuşlar ve:
“Bir kişide benlikten bir harf kalırsa, o Allah dostu olamaz.” buyurmuşlardır.
Zira Hakk’ın dergâh-ı izzetine yol bulabilmek için evvelâ benlik perdesini aradan kaldırmak gerekir. Bunun içindir ki ârif gönüller; “Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaratan.” demişlerdir.
Hak dostu Mevlânâ Hazretleri, benliğini hiçliğe dönüştürüp Hak’ta fânî olabildiği içindir ki, cüzzamlıların bulunduğu havuza girmiş ve mânevî bir tasarrufla o muzdarip gönülleri ihyâ etmiştir.
Bahâuddîn Nakşibend Hazretleri, benlik engelini aşabilmek için hayvanlara bile hizmet etmiş, yoldan geçen mahlûkâta yol vermiş, “Beni de onu da yaratan Cenâb-ı Hak’tır…” hissiyâtıyla, nefsini onlarla denk görmüştür.
Bursa kadısı Hüdâyî Hazretleri, gönlündeki varlık ve benlik duvarını yıkabilmek için, hocasının emriyle Bursa çarşısında sırmalı kaftanıyla ciğer satmış, dergâhın abdesthâne temizliği vazifesini sadâkatle icrâ etmiştir. Böylece benliğini sıfırladıktan sonra, mânâ iklîminde mesâfe almaya başlamıştır.
İşte Hakk’ın kudret ve azametini lâyıkıyla idrâk edebilenlerde, ne varlık dâvâsına, ne de benlik iddiâsına mecâl kalır. Bilâkis acziyet ve hiçlik duygusuyla âdeta eriyen bir muma dönerler. Hakk’ın huzûrunda acziyet iksîrini tadarak hiçlik zirvesine ulaşmış olan böyle yüksek istîdatlar, Hakk’ın dostu olurlar.
Dipnot:
[1] Bkz. Fusûsu’l-Hikem Terc. ve Şerhi, I, 48.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 2, Erkam Yayınları
YORUMLAR