Helaller ve Haramlar

Helal ve haram ne demektir? Haramın çeşitleri var mıdır? Helaller ve haramlar nedir? Helaller ve haramlarla ilgili verilen temel ölçütler nelerdir?

Helal, “Dinen, yapılması ve yiyilip içilmesi yasak olmayan şey” demektir.

Haram, “Dinen, yapılması ve yiyilip içilmesi kesin olarak yasaklanmış olan şey”e denir.

Buna göre bir şey helal ise haram değildir, haram ise helal olamaz.

Allah Teala’nın yarattığı her şeyde asıl olan helal ve mubah olmaktır. Haram olduğu bildirilenlerden başka hiçbir şey haram değildir.

Haram olan şeyler sayılı ve sınırlı olup bunun dışında kalanlar helaldir.

HELALLER VE HARAMLAR

Allah Teala, iyi, temiz ve insan sağlığına yararlı olan şeyleri helal, kötü, pis ve zararlı olan şeyleri de haram kılmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Kendileri için nelerin helal kılındığını sana soruyorlar, de ki bütün iyi ve temiz şeyler size helal kılınmıştır.” (5/Mâide, 4.)

Allah’ın helal kıldıklarını helal, haram olarak bildirdiklerini de haram kabul etmek gerekir.

Allah’ın helal kıldığı şeylere haram, haram olarak bildirdiklerini helal kabul etmek dinden çıkmaya sebeptir.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Ey Müminler, Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın. Aşırı gitmeyin. Allah, aşırı gidenleri sevmez.” (5/Mâide, 87.)

“Dillerinizin yalan olarak nitelediği şeyler hakkında ‘Bu helaldir, bu da haramdır’ demeyin. Çünkü (böyle söylediğinizde) Allah’a karşı yalan uyduruyorsunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” (16/Nahl, 116.)

Haramın Çeşitleri

Aslı haram olan şeye “Haram liaynihi” denir. Domuz eti ve şarap gibi.

Aslı itibariyle helal olup niteliği itibariyle haram olan şeye de “Haram ligayrihi” denir. Çalıntı mal gibi.

Mesela: Çalınan bir koyun veya ekmek, aslında helaldir. Ancak başkasına ait oldukları ve sahibinin izni olmadan alındıkları için haram olmuşlardır.

  1. Helal ve Haram Kılan Allah’tır

Bir şeyi helal yapan da haram kılan da Allah’tır. O, hiç kimseye haram kılma yetkisi vermemiştir. Konunun önemine binaen İslam âlimleri haram olduğuna dair hakkında kesin delil olmayan hiçbir şeye haram dememiş, “hoş değil, çirkindir” gibi sözleri tercih etmişlerdir. Çünkü Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı (yarattığı) süsü ve güzel rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar dünya hayatında inananlarındır. Kıyamet gününde ise yalnız Müminlerindir. İşte bilenler için ayetleri böyle açıklıyoruz.” (7/A’râf, 32.)

“De ki: Allah’ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helal, bir kısmını da haram kıldığınızı görmüyor musunuz? De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz.” (10/Yûnus, 59.)

  1. Zaruretler Haramları Mubah Kılar

İslam dini kolaylık dinidir. Bir kimse elinde olmayan sebeplerle haram olan bir şeyi yemek ya da bir işi yapmak zorunda kalırsa, onu helal saymamak şartıyla zorunlu olan ihtiyacını giderecek kadar haram olan şeyden yararlanabilir, bunda günah yoktur.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Allah, size ancak meyteyi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan, çokça esirgeyendir.” (2/Bakara, 173.)

Zorunlu durumların dışında haram olan şeylerden sakınılması gerekir.

Yiyecek ve İçeceklerde Helaller ve Haramlar

Yiyeceklerde Haram Olanlar

  1. Meyte: Kendiliğinden ölmüş hayvan.

Boğulmuş, taş, sopa ve benzeri bir şeyle vurularak öldürülmüş, yukardan yuvarlanarak veya bir başka hayvan tarafından boynuzlanarak ölmüş hayvanlar ile canavarların yiyip artırdığı hayvanlar da ölmüş hayvan hükmünde olup, yenmez. Ancak bunlar ölmeden önce kesilecek olursa yenir.

  1. Kan: Usûlüne göre kesilen hayvanın vücudundaki kanın büyük bir kısmı dışarıya akar. İşte bu akan kan, yenmez. Ancak dalak ve ciğer gibi organlarda kalan kan ise akmış sayılmadığından bunlarla birlikte yenir.
  2. Domuz Eti: Yukarda ifade ettiğimiz gibi Allah, pis ve zararlı şeyleri haram kılmıştır. Domuz da bunlardan birisidir.

Domuz, pis olan gıdaları çok sevdiği için vücudunda fazla miktarda mikrop bulunur. Bu mikropların başında trişin ve tenya gelir. Bunlar insan sağlığı için çok tehlikelidir. Esasen modern tıp da domuz etinin her iklimde, özellikle sıcak bölgelerde insan sağlığı için çok zararlı olduğunu tespit etmiştir.

Domuz etinin haram kılınması, bu ve benzeri bugüne kadar bildiğimiz sebeplerden ibaret değildir. Belki zamanla bileceğimiz birtakım sebepler daha vardır. Hatta bilemeyeceğimiz sebepler de olabilir. Ama kesin olarak bildiğimiz ve inandığımız bir şey vardır ki o da, Cenab-ı Hakk’ın haram kıldığı şeyin bizim için zararlı olduğudur.

  1. Allah’tan Başkası Adına Kesilen Hayvan

Her canlıyı yaratan Allah olduğu gibi öldüren de O’dur. Hayvanları da insanların yararlanmaları için yaratmıştır. İnsan, etinden ve derisinden yararlanmak üzere hayvanı keserken yaratıcısından izin alması gerekir. Yaratıcısının adını anarak kesmek, O’ndan izin almak demektir. Ancak unutarak besmele çekmemiş olursa bu zarar vermez. Fakat hayvanı keserken Allah’tan başkasının adını anacak olursa işte bu hayvan yenmez.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş, canavarların yediği hayvanlar —ölmeden yetişip kestikleriniz hariç—, dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır...” (5/Mâide, 3.)

Yukarda yazılı olanların dışında yenmesi helal ve haram olan kara, deniz hayvanları ile kuşlar “Hayvan Kesimi” bölümünde sayılmıştır. Oraya bakılabilir.

İçeceklerde Haram Olanlar

a) İçki

İçildiği zaman azı veya çoğu sarhoşluk veren içecektir.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) fal ve (şans) okları birer şeytan işi pisliktir, bunlardan uzak durunuz ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?” (5/Mâide, 90-91.)

Her ne kadar ayette, yasaklanan şarap (hamr) ise de Peygamberimiz (s.a.v.),

“Sarhoşluk veren her şey şaraptır ve her şarap haramdır.” (Müslim, “Eşribe”, 7.) buyurmuş ve sarhoşluk veren her içkinin şarap gibi haram olduğunu bildirmiştir.

Yine Peygamberimiz (s.a.v.),

“Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır.” (Tirmizî, “Eşribe”, 3, Ebû Dâvûd, “Eşribe”.) buyurarak, sarhoşluk veren şeyin azı ile çoğu arasında haram olması bakımından bir fark olmadığını açıklamıştır.

İçki haramdır. Çünkü içkinin pek çok zararları vardır.

İçki, insanlar arasına düşmanlık ve kin sokar. Kur’an-ı Kerim’de içki ile kumarın zararlarından söz edilirken, “Şeytan içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.” buyrulur.

İçki insanın aklını başından alır. İnsan sağlığını da olumsuz şekilde etkiler. Mide ve akciğer gibi iç organlarda yaptığı tahribat ile vücudun çalışma düzenini bozar.

Büyük ölçüde can ve mal kaybına sebep olan ve pek çok kimsenin sakat kalması sonucunu doğuran trafik kazalarının bir kısmı alkollü araç kullanmaktan meydana gelir.

İçki, sinir sistemini de bozarak cinayetlere varan kavgalara yol açar.

İçki, aile hayatını da felce uğratır. Kişinin aile ve çocuklarını ihmal etmesine ve bu yüzden boşanmalara kadar varan aile huzursuzluklarına sebep olur.

Bunun içindir ki Peygamberimiz (s.a.v.),

“İçkiden sakının. Çünkü o, bütün pisliklerin anasıdır.” buyurmuştur. (Câmi’u’l-usûl fî ahâdîsi’r-resul, V, 103.)

İçki ile Tedavi

İslam âlimleri içkiyi ilaç olarak da kullanmanın haram olduğunu söylemişlerdir.

Târık b. Süveyd el-Cûfî, Peygamberimize (s.a.v.) şarabın hükmünü sormuş, o da onu şaraptan menetmişti. Bunun üzerine Târık,

—Ama ben onu sadece ilaç için yapıyorum, deyince, Peygamberimiz,

—O ilaç değil, derttir, (Müslim, “Eşribe”, 3.) buyurmuştur.

Ancak gerek içki, gerekse diğer haram olan şeylerin hastalığı tedavi edeceği kesin olarak bilinir ve başka ilaç da bulunmazsa, o takdirde haram olan bir şeyle tedavi caiz olur.

Kolonya Kullanmak

Sarhoşluk veren içkilerin haram olduğu yukarda açıklanmıştı.

İçilmesi haram olan içkilerden şarabın azı da çoğu da kesin olarak haram olduğu gibi aynı zamanda da necistir, vücuda, elbiseye veya namaz kılınan yere bulaşması hâlinde temizlenmeden kılınan namaz sahih olmaz. Çünkü Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şarabı “rics = pis” olarak nitelemektedir. (5/Mâide, 90.) Şaraptan başka sarhoşluk veren içkilerin içilmesi haram ise de, şarap gibi dinen necis oldukları ihtilaflıdır.

İmam-ı A’zam, şarap ve üzümden yapılanların dışındaki içkilerden bir dirhemden fazlasının elbiseye bulaşması hâlinde bunun namaza mani olmayacağını söylemiştir. (Serahsî, Mebsût, “Kitâbu’l-eşribe”, XXIV, 14.)

Sonuç olarak: İspirto ve kolonyanın içilmeleri haramdır. Ancak kullanılmaları ve alınıp satılmaları caiz görülmektedir.

b) Uyuşturucu Maddeler

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Kur’an-ı Kerim’de haram olan bütün içkiler sayılmamış, kötü, pis ve insan sağlığına zararlı olan her şey haram kılınmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) de bu konuda bir illetten söz etmiş, bu illet kendisinde bulunan içkilerin haram olduğunu bildirmiştir. Bu, “sarhoş etme ve uyuşturma” illetidir. Bunu taşıyan her şey haramdır. Esrar, afyon, eroin, kokain ve morfin gibi maddelerde de bu illet bulunduğu için bunlar da haramdır. Hatta bunlar alkollü içkilerin etkisini fazlasıyla taşımakta, zararları da etki ölçüsünde daha çok olmaktadır.

Uyuşturucu maddelerin kullanılması haram olduğu gibi alınıp satılmaları da caiz değildir. (Dürrü’l-muhtâr, V, 452, Fetâvâ, İbn-i Nuceym, s. 102.)

Yapılan tespitlere göre, bunların en önemli ve ortak özelliklerinden birisi çok az miktarda alınmaları hâlinde bile kısa zamanda alışkanlık yapmalarıdır.

Mesela, bir defa eroin kullanan ve kendisinde iptila meydana gelen kimsenin bundan kurtulması çok zordur. Az miktarda alanlarda bağımlılık yapan esrar ise onu kullananda kısa zamanda saldırganlık hâllerinin ortaya çıkmasına sebep olmakta, kişiyi deliliğe, hatta ölümle sonuçlanan kötü bir akıbete sürüklemektedir.

Bu maddeleri kullanan şahısta aynı tesiri göstermesi için miktarın devamlı artırılması icap eder. Bu ise o maddeye karşı devamlı bir talebin artmasına sebep olur ve böylece kişinin uyuşturucuya olan ihtiyacı sürekli artar. Parası yetmezse evdeki eşyaları satmaktan, para bulamayınca çalmaktan ve suç işlemekten bile çekinmez.

Uyuşturucunun kötü bir sonucu da, ailevi ve sosyal ilişkilerin tamamen bozulmasıdır. Böylece kişi, ailesine ve çocuklarına karşı sorumluluğunu kaybeder. Aile fertleri onun için artık bir değer ifade etmez, tek aradığı şey, bağımlısı olduğu uyuşturucuyu bulabilmektir. Onun için artık istikbal diye bir şey kalmamıştır. Uyuşturucu kullananlar, aldıkları maddenin ekstra bir dozu ile ölüme mahkûm olurlar.

İnsanı ruhen ve bedenen çöküntüye ve korkunç bir ölüme götüren uyuşturucu tehlikesi karşısında son derece dikkatli olmak zorundayız.

Hiç kimse ben alkolik olacağım diye içki içmeye, eroinman veya uyuşturucu müptelası olacağım düşüncesiyle uyuşturucu maddeleri kullanmaya başlamaz. Bu gibi zararlı şeylere bazı hevesler, acaba nasıl bir şeydir diye biraz merak veya aldanma sonucu olarak başlar. Sonunda da alkolik veya uyuşturucu bağımlısı olur ve dönüşü olmayan çok tehlikeli bir yola girmiş bulunur.

Uyuşturucu kullanmak bir insanın bile bile kendisini tehlikeye atması demektir.

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de,

“Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (2/Bakara, 195.) buyurarak bizleri uyarmaktadır.

“Uyuşturucu acaba nasıl bir şeydir?” veya “Bir defa kullanmakla bir şey olmaz” düşüncesiyle uyuşturucu kullanmaya başlayanların bir daha ondan kurtulması fevkalade zordur. Çünkü uyuşturucu kullanmak, zehri tecrübe etmek gibi çok tehlikeli bir iştir. “Zehir acaba öldürür mü?” diye bunu denemeye kalkışmanın acı sonucu ise herkesçe bilinen bir gerçektir.

Bu sebeple insan vücudunu tahrip ederek onu maddi ve manevi çöküntüye sürükleyen ve insanlık için ciddi bir tehlike olan uyuşturucu maddelerin zararlarını en iyi şekilde anlatarak insanları bu felaketten kurtarmaya çalışmalıyız.

Kazançta Haram Olanlar

  1. Kumar

Ortaya para konularak oynanan şans oyunu demektir.

Oyunun oynandığı alet ve metot önemli değildir. Oyun, taraflardan birine veya birkaçına kâr sağlıyor ya da zarar veriyorsa, bu oyun kumardır ve yasaktır. Bu yolla kazanılan para da haramdır.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir, bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” (5/Mâide, 90.) Peygamberimiz (s.a.v.), arkadaşlarına, “gel kumar oynayalım” diyen kimsenin, bu sözüne keffaret olmak üzere sadaka vermesini tavsiye etmiştir. (Buhârî, “Suretü’n-Necm”, 2.)

Kumarın haram kılınmasının sebepleri üzerinde düşünürken aşağıdaki hususlar akla gelebilir:

  • Çeşitli meşru kazanç yolları vardır. Bu yollardan birisiyle geçimin sağlanması yönüne gidilmeli, bunu şansa ve tesadüfe bırakmamalıdır.
  • Kumar, kişinin çalışmasına, ailesi ve toplumu, hatta insanlık için yararlı hizmetler yapmasına ve Allah’a karşı olan ibadet görevlerini yerine getirmesine engel olur.
  • Kumarın zararları oynayanda kalmaz, aile bireylerini ve toplumu da etkiler ve işsiz güçsüz kimselerin çoğalmasına ve böylece birtakım sosyal bunalımlara sebep olur.

Kumar yüzünden işlenen cinayetler ve cana kıymaların küçümsenmeyecek boyutlarda olduğu ve bu yüzden nice mutlu aile yuvalarının söndüğü bir gerçektir.

Daha pek çok zararları olan kumar, haramdır ve bu yolla elde edilen kazanç da meşru olmayan bir kazançtır.

Yarışmalarda Alınan Ödüller Helaldir

Vücudun gelişip kuvvetlenmesi ve savaş yeteneğinin geliştirilmesi maksadıyla yapılan koşu, silah atışı, at koşuları ve güreş müsabakaları caizdir.

Peygamberimiz (s.a.v.), binicilik ve atıcılığı teşvik etmiş ve at yarışları yaptırmıştır. (Buhârî, “Cihâd”, 56, Müslim, “İmâre”, 25.)

“Çocuklarınıza yüzücülük ve atıcılık, kadınlara da ip eğirmeyi öğretiniz.” mealindeki hadis-i şerifte erkek ve kız çocuklarının zamanın şartlarına göre eğitilmelerinin gereğine işaret etmektedir. (Keşfü’l-hafâ, II, 68.)

Peygamberimizin (s.a.v.) eşi Hz. Âişe (ra.) diyor ki:

“Bir sefer esnasında peygamber ile yarıştım ve onu geçtim. Bir müddet sonra bir daha yarıştık —fakat kilo aldığım için— Resulullah beni geçti ve “Bu o yarışmanın karşılığıdır.” (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 68.) buyurdu.

Hz. Ömer de Şam halkına yazdığı mektupta,

“Çocuklarınıza yüzmeyi, atıcılık ve biniciliği öğretiniz.” (Feyzu’l-kadîr şerhu câmi’i’s-sağîr, IV, 327.) diye tavsiye etmiştir.

Yarışmalarda başarı gösteren yarışmacılara bir üçüncü şahıs veya kuruluş tarafından ödül vermek caiz olduğu gibi, verilen ödülü almak da mubahtır.

İki kişinin, “eğer sen beni geçersen sana şu kadar para vereceğim, fakat ben seni geçersem bir şey almayacağım” diyerek şartlı yarışmaları caizdir. Böyle tek taraflı şart koşmak haram olmadığı için şarta göre galip gelen tarafın şart koşulan ödülü almasında da bir sakınca yoktur. (Dürrü’l-muhtâr, V, 396, Dürer, I, 321.)

İlmî yarışmalar da böyledir. Yani iki kişi ilmî bir meselede tartışsalar ve bunlardan biri diğerine, “Mesele senin dediğin gibi ise ben sana şu kadar para vereceğim, ama benim dediğim gibi ise bir şey istemem” diye şart koşsa bu da caizdir. (Dürrü’l-muhtâr, V, 396, Dürer, I, 321.)

Böyle tek taraflı şartlarda konulan parayı kazanan tarafın almasında bir sakınca yoktur.

Yarışmada her iki taraf için de ödül şart koşulursa yani, yarışmacılardan biri diğerine,

“Ben kazanırsam sen şu kadar para vereceksin, sen kazanırsan ben şu kadar para vereceğim” diye iki taraflı şart koşmaları kumardır ve haramdır.

Kur’a Çekmek Caizdir

Kur’a, herhangi bir konuda ilgililer arasında tercihi gerektiren bir sebep bulunmadığı hâllerde konunun çözümü için başvurulan meşru bir yoldur.

Kur’a, Kitap ve Sünnetle sabittir. Kur’an-ı Kerim’de, geçmiş peygamberlerden bir kısmının da içinde bulunduğu bazı anlaşmazlıkların kur’a ile çözüme kavuşturulduğu bildirilmektedir.

Anne ve babasının ölümünden sonra yetim kalan Hz. Meryem’in (a.s.) kimin yanında kalacağı hususunda akrabaları arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Bu anlaşmazlığı çözmek üzere kuraya başvurulmuş, kur’a sonunda Hz. Meryem teyzesinin kocası Zekeriya’ya (as.) verilmişti.

Bu husustaki kur’a çekiminden Âl-i İmrân suresinin 44’üncü ayet-i kerimesinde söz edilmektedir.

Zekeriya’nın (as.) bu uygulaması bizim için de örnek teşkil etmekte ve gerektiğinde kuraya başvurulabileceği hususunda delil olmaktadır. Zaten kur’a Peygamberimiz tarafından da uygulanmış ve böylece sünnetle de sabit olmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

“İnsanlar ezan okumanın ve ilk safta namaz kılmanın faziletini bilseler ve buna ulaşmak için kur’a çekmekten başka çare bulamasalardı, mutlaka aralarında kur’a çekerlerdi.” (Müslim, “Salât”, 28, Tirmizî, “Salât”, 166, İbn Mâce, “Salât”, 51.)

Peygamberimizin (s.a.v.) cennetle müjdelediği on kişiden biri olan Zübeyr b. el-Avvâm’ın (ra.) rivayet ettiğine göre bir hanım, Uhud savaşında şehit olan Hz. Hamza’ya sarılmak üzere iki gömlek getirmişti. Bu gömleklerden biri Hz. Hamza’ya biri de Ensardan başka bir şehide sarılacaktı. Yalnız gömleklerin biri büyük, diğeri küçüktü. Büyük gömleğin hangisine sarılacağı kur’a ile belirlenmiştir. (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, I, 165.)

İslam fıkhında ve günlük hayatımızda da bunun örnekleri vardır.

Bir toplum içinde görevli imam bulunmadığı ve birçok kişi imam olmak istediği takdirde öncelik sırasına göre daha bilgili, daha güzel okuyan, günahlardan daha çok sakınan, daha yaşlı, daha ahlaklı olan, yüzü, soyu, sesi, kıyafeti daha güzel olan tercih edilir. Bütün bu niteliklerde eşit olmaları hâlinde ise aralarında kur’a çekilir. Kur’a kime isabet ederse o imam olur. (Dürrü’l-muhtâr, I/521-522.)

Bir sefer esnasında ordu komutanı bulunan Sa’d b. Ebî Vakkâs (ra.), askerlerden ezan okumak isteyenler arasında kur’a çekmiş, böylece Müezzini belirleyerek anlaşmazlığa çözüm getirmiştir. (Buhârî, “Ezân”, 9.)

Günlük hayatımızda da pek çok konuda kur’a çekme usûlüne başvurulduğu bir gerçektir. Deve sığır gibi hayvanları ortaklaşa kurban edenler, etleri ortaklar arasında tartarak taksim ederler. Daha sonra da hangi parçanın kime ait olduğunu belirlemek için kur’a çeker ve helalleşirler. Bunun gibi varisler arasında miras taksim edildikten sonra herkesin payı, hoşnutsuzluğu önlemek için çoğu zaman kur’a ile belirlenmektedir.

Bir defasında iki kişi bir mirasla ilgili olarak peygamberimize başvurmuşlardı. Ancak her ikisinin de iddialarını belgeleyecek delilleri yoktu. Peygamberimiz (s.a.v.) bunlara,

—Bakın, ben de ancak bir insanım. Siz bana davalarınızı arz ediyorsunuz. Olabilir ki biriniz diğerine göre iddiasını daha iyi savunur. Ben de duyduğuma göre hüküm veririm. Şu var ki hak diğerine ait olduğu hâlde, benim lehine hükmettiğim kişinin elde edeceği mal, ancak cehennem ateşinden bir parçadır. Artık bu kişi o malı ister alsın, ister bıraksın, buyurdu. Bu sözleri dinleyen davacılar ağlayarak, birbirlerine,

—Hakkım senin olsun, ben istemiyorum, dediklerinde Peygamberimiz (s.a.v.),

—O hâlde miras malını ikiye bölün. Sonra hangi parçanın kime ait olduğunu belirlemek için aranızda kur’a çekin ve helalleşin, buyurdu. (Ebû Dâvûd, “Akdiye”, 7, Ahmed ibn Hanbel, Müsned, VI, 320.)

  1. Rüşvet

Yaptırılmak istenilen bir işte meşru olmayan bir kolaylık sağlaması için bir yetkiliye mal ya da para olarak sağlanan çıkardır.

Böyle bir gaye için bir şey vermek de almak da aracı olmak da yasaktır, günahtır. Çünkü rüşvet, haklıyı haksız, haksızı da haklı yaparak adaletin ortaya çıkmasına engel olur.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını yalan yemin ve şehadet ile yemeniz için o malları hâkimlere vermeyin.” (2/Bakara, 188.)

Rüşvet, kişiler için olduğu kadar toplumlar için de çok kötü sonuçlar doğurur. Rüşvetin yaygın olduğu yerde haksızlık çoğalır. Emniyet ve güven kalkar. Sosyal düzen bozulur. Bunun için Peygamberimiz,

“Rüşvet alan da veren de Cehennemdedir.” (Ebû Dâvûd, “Akdiye”, 4, Mecma’u’z-zevâid, IV, 199.) buyurmuştur.

Böylece rüşvet olarak elde edilen kazanç da haramdır. Bundan sakınmak lazımdır.

  1. Faiz (Riba)

Haram kazançlardan birisi de faizdir.

Faiz, aynı cinsten olan iki malın birbiriyle değiştirilmesindeki sözleşmede bir taraf için kabul edilen —karşılığı olmayan— bir fazlalıktır. 10 gr. altını 11 gr. altın karşılığında satmak gibi. Bu 1 gram, karşılığı olmayan bir fazlalıktır. İşte bu faizdir.

Faiz haramdır. Faizin haram oluşu Kitap, Sünnet ve İcma ile sabittir.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Faiz yiyen kimseler (kabirlerinden) tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak kalkarlar. Onların bu hâli “alışveriş de faiz gibidir” demelerindendir. Oysaki Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.” (2/Bakara, 275.)

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve gerçekten Mümin kimseler iseniz, faizden geriye kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resulü ile savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tevbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.” (2/Bakara, 278, 279.)

Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:

—Yedi helak edici şeyden sakının.

—Bunlar nedir, ey Allah’ın Resulü, diye soranlara,

—Allah’a ortak koşmak, efsun yapmak, (Allah’ın haram kıldığı kimseyi) haksız yere öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, düşmana hücum anında savaştan kaçmak, iffetli kendi hâlinde Mümin kadınlara zina iftirası atmaktır,(Buhârî, “Tıbb”, Müslim, “İmân”, 38, Ebû Dâvûd, “Vesâya”.) diye cevap verdi.

Faiz iki çeşittir:

a) Vade Faizi (Nesie Ribası)

Bir cinsten olan iki şeyin birini diğeri karşılığında veresiye satmak veya, cinsleri ayrı fakat ölçü birimleri aynı olan iki şeyden birini diğeri karşılığında veresiye olarak değiştirmektir.

Bu değiştirmede miktarlarının aynı veya farklı olması arasında bir fark yoktur.

Mesela: Bir kimseye bir yıl vade ile satılan 50 gr. altını vade sonunda 55 gr. olarak almak veya bir kimseye kışın satılan bir kile buğdayı yazın harman zamanında, bir buçuk kile buğday olarak almak gibi.

Yine bunun gibi, bir kimseye kışın satılan bir kile buğday karşılığında yazın iki kile arpa veya kışın satılan iki kile arpa yerine yazın yine iki kile arpa almak da caiz değildir, faizdir.

Kur’an-ı Kerim’de yasaklanan faiz, budur. Bunun haram olduğu hususunda İslam âlimleri görüş birliği etmişlerdir. Bu, tartışmasız olarak büyük günahlardandır.

İslamiyet’ten önce cahiliye devrinde bilinen faiz bu idi. Biri diğerine altın veya gümüş, belli bir para borç verirdi. Aralarında kararlaştırdıkları vadeye göre geçen süre için belli bir miktar da fazladan ödeme yapılacağını önceden şart koşarlardı. Herhangi bir borçta vade geldiği zaman borçlu borcunu ödeyemeyecekse alacaklısına “veremeyeceğim artır” derdi. Yine buna bir miktar daha faiz eklenir ve böylece her vade yenilendikçe borcun miktarı da artardı. Öyle ki faiz ana paranın bir veya birkaç katını bulduğu olurdu.

b) Fazlalık Faizi (Ribe’l-Fadl)

Ölçü birimleri aynı olan malları kendi cinsleriyle peşin olarak değiştirirken elde edilen fazlalıktır.

Altın, gümüş, buğday, arpa, tuz ve hurma gibi maddeler, kendi cinsleriyle; mesela altın altın ile, gümüş gümüş ile, buğday buğday ile, arpa arpa ile, tuz tuz ile ve hurma hurma ile peşin olarak değiştirilirken miktarlarının eşit olması gerekir. Bunlardan birinin miktarı fazla olursa bu fazlalık, faiz olmuş olur. Ancak değiştirilen faiz ile ilgili malların cinsleri ayrı olursa, o takdirde faiz söz konusu olmaz. 10 gr. altının 100 gr. gümüş karşılığında peşin değiştirilmesi gibi. Bu örnekte her ne kadar ölçü birimleri aynı ise de cinsleri ayrı olduğu için fazlalık faiz olmuyor.

Değiştirilen malların yenisiyle eskisi, kaliteli olan ile kalitesiz olanı arasında bir fark yoktur.

Kaliteli bir buğday ile kalitesiz bir buğday değiştirilirken de eşit olmaları gerekir. Aksi takdirde fazlalık faiz olur.

Altın ile altın ve gümüş ile gümüş de satıldığı takdirde bunlardaki sanata ve kaliteye itibar olunmaz ve bunlar için ayrıca bir kıymet takdir edilmez.

Faizin bu çeşidi de haramdır. Bunun haram oluşu sünnetle sabittir.

Peygamberimiz (s.a.v.), beni Adiy el-Ensârî’nin kardeşini Hayber’e vali göndermişti. Bu zat Hayber’den Cenib denilen iyi cins bir hurma getirip Peygamberimize takdim etti. Peygamberimiz,

—Hayber’in bütün hurmaları böyle midir, diye sordu.

O zat,

—Hayır, vallahi, ey Allah’ın Resulü, biz bunun bir ölçeğini iki ölçek ile iki ölçeğini de üç ölçek hurma ile alıyoruz, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz,

—Böyle yapma, adi hurmayı para ile sat, sonra bu para ile (istediğin kadar) iyi cins hurma al, buyurdu. (Buhârî, Buyu’”, 89, Müslim, “Müsâkât”, 18.)

Yine Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Altın, altın ile gümüş, gümüş ile buğday, buğday ile arpa, arpa ile hurma, hurma ile ve tuz, tuz ile misli misline ve birbirine eşit olarak peşin satılırlar. Ama bunların cinsleri değişecek olursa istediğiniz gibi satın.” (Buhârî, Buyu’”, 78, Müslim, “Müsâkât”, 15.)

Hadis-i Şerif’te sayılan altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz gibi mallarda faiz işlemi olduğunda mezhep imamları söz birliği etmişlerdir. Bunlara kıyasla diğer mallarda da faiz işlemi olacağı konusunda ise —zahiriler hariç— dört mezhep imamı arasında görüş ayrılığı yoktur. Sadece ortak illet konusunda farklı görüşleri vardır.

Hanefilere göre, bir malda faiz olabilmesi için iki illet (vasıf) bulunması şarttır: Cins ve ölçü birliği.

Bu iki illet, hangi mallarda olursa olsun, bulunduğu zaman peşin olarak satışlarda fazlalık faiz olduğu gibi, fazlalık olmasa bile veresiye satış da caiz değildir.

Mesela bir kile buğdayı peşin olarak bir buçuk kile buğday karşılığında satmak haram olduğu gibi, bir kile buğdayı yine bir kile buğday karşılığında vadeli satmak da haramdır.

Çünkü Peygamberimiz, faiz ile ilgili malların eşit olarak ancak peşin satılabileceğini bildirmiştir.

Diğer taraftan demir, bakır, kireç gibi değişimi tartı ile yapılan maddeleri de kendi cinsleriyle peşin olarak farklı ağırlıkta, veresiye olarak eşit veya farklı satmak da faizdir.

İki illetten (vasıftan) hiçbiri bulunmaz ise hem peşin satışta fazlalık, hem veresiye ve vadeli satış, ikisi de helal olur.

Mesela ağırlık ölçüsüne bağlı altın, ölçek ölçüsüne bağlı buğday ile peşin veya veresiye olarak satışları —nasıl olursa olsun— caizdir. Çünkü hem cinsleri hem de ölçü birimleri aynı değildir.

Eğer iki mal arasında iki illetten yalnız biri bulunursa peşin olarak satış caiz iken, veresiye satış helal olmaz.

Mesela: Bir ölçek buğdayı iki ölçek arpa karşılığında peşin olarak satmak caizdir. Bunun gibi aynı ağırlıktaki bir altın, iki kat ağırlıktaki gümüş karşılığında peşin olarak satılabilir. Ancak bunların veresiye satışı caiz değildir. Bu iki örnekte de cinsleri ayrı olduğu hâlde ölçü birimleri aynıdır.

Uzunluk ölçüleriyle ölçülen ve sayılan mallarda fazlalık faizi cereyan etmez.

Mesela: On yumurta on beş yumurta ile beş metre kumaş yedi metre kumaş ile peşin olarak değiştirilebilir.

Birbirine çok benzeyen Vade faizi (Nesie ribası) ile ödünç verme arasındaki fark, ödünçte vadenin bağlayıcı olmamasıdır. Yapılan anlaşma gereği, bedeli belli bir vade sonunda verilmek üzere satın alınan bir malın bedelini vadesinden önce alacaklının isteme hakkı olmadığı gibi, borçlu da ödeme mecburiyetinde değildir.

Fakat ödünç öyle değil, alacaklı her an ödünç verdiği şeyi isteme hakkına sahip olduğu gibi, borçlu da her istendiği anda onu ödemek mecburiyetindedir.

Faizin Haram Olmasının Sebebi

Faiz haramdır ve büyük günahlardandır.

Şüphe yok ki Cenab-ı Hakk’ın haram kıldığı her şeyde bizim için birtakım zararlar vardır. Bu zararlardan korunmamız, Allah’ın yasakladığı şeylerden sakınmakla mümkündür.

Faiz de, böyle birtakım zararları olan bir yasaktır. Bunlardan bazıları şunlardır:

  1. Faiz, karşılığı olmayan bir kazançtır. Verilen yüz gram altına karşılık, alınan yüz on gramda on gram, karşılıksız alınmış demektir. Oysa insanların malları, canları gibi dokunulmazdır. Başkasına ait olan bir malı karşılıksız almanın izahı yoktur.
  2. Faiz, fiyatları artırır.

Faizli kredi kullananlar faizi de maliyete ekledikleri için fiyatların artmasına ve tüketicinin geçim darlığı çekmesine sebep olur.

  1. Faiz, insanları çalışıp kazanmak ve üretim ile meşgul olmaktan alıkoyar. Çünkü ellerinde bulunan sermayeyi faize vermek suretiyle artırıp geçinen kimseler ticaret ve sanatla uğraşma zahmetine katlanmak istemezler. Bu sebeple yüksek üretim yapmaya yetenekli olan birçok kimseden iş dünyası mahrum kalır. Hâlbuki toplum, ticaret ve sanat gibi faaliyetlerle refah düzeyine erişir.
  2. Faiz, insanları birbirlerine borç vermek suretiyle yardımlaşmalarına, birbirlerinin dert ve sıkıntıları ile ilgilenmelerine engel olur. Bu ise toplum bireyleri arasında birlik ve dayanışmanın zayıflamasına sebep olur.
  3. Faizin yaygın olduğu toplumlarda zengin ile fakir arasındaki refah farkı gittikçe büyür, zengin daha zengin, fakir de daha fakir olur. Bu ise birtakım sosyal dengesizliklerin doğmasına ve toplumu rahatsız eden gelişmelere sebep olur.
  4. Faizcilik yapmayanlar ellerindeki bu imkânı kullanmamak suretiyle zarar etmiş görülebilirler. Fakat bunlar, nefislerinin arzu ve isteklerine uymayarak, yüce yaratıcının emrini yerine getirmek için, O’nun ecir ve mükâfatına ererler. Bir taraftan da Cenab-ı Hak, onların faiz karışmayan ve içinden Allah hakkı verilen servetlerini bereketlendirir ve çoğaltır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Allah, faizi mahveder (faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları çoğaltır (içinden sadaka verilen malları bereketlendirir.)...” (2/Bakara, 276.)

  1. Alışverişte Vade Farkı

Alışverişte vade farkını, faizle ilişkisi bulunup bulunmaması açısından incelemek üzere, bunu faiz bölümünün sonuna eklemeyi uygun bulduk.

Önce alışverişin hükmünü açıklayalım:

Alışveriş mubah ve meşru bir işlemdir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:

“Allah, alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır.” (2/Bakara, 275.)

“Ey iman edenler, aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hâli müstesna, mallarınızı batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda yemeyin ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah esirgeyendir.” (4/Nisâ, 29.)

Peygamberimize (s.a.v.),

—Hangi kazanç daha temizdir, diye soruldu. Peygamberimiz,

—Kişinin kendi elinin emeği ile hile ve hıyanetten uzak alışveriştir, buyurdu. (Sübülü’s-selâm, III, 4.)

Alışveriş toplumun ihtiyacıdır. Bunu gidermeye çalışmak aynı zamanda bir hizmettir.

Sonuç olarak alışveriş mubah ve meşru bir kazanç yoludur. Hatta Peygamberimiz (s.a.v.), doğru sözlü ve kendisine güvenilir tacirin, kıyamet günü, Peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber bulunma mutluluğuna ereceğini müjdelemiştir. (Tirmizî, Buyu’”, 4, İbn Mâce, “Ticâret”, 1.)

Bu kısa açıklamadan sonra asıl konuya gelelim:

Peşin alışveriş yapmak caiz olduğu gibi veresiye alışveriş yapmak da caizdir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de,

“Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirlerinize borçlandığınız vakit onu yazın!” (2/Bakara, 282.) buyrulmuştur.

Âlimlerin çoğu, bu ayet-i kerimenin hem veresiye satışa hem de ödünç vermeye müsaade ettiğini belirtmişlerdir.

Bizzat Peygamberimizin, bir Yahudiden veresiye yiyecek aldığı ve demirden bir zırhını da rehin bıraktığı bilinmektedir. (Buhârî, Buyu’”, 14.)

Bu delillere dayanarak İslam âlimleri peşin alışveriş gibi veresiye alışverişin de caiz olduğunda söz birliği etmişlerdir.

Veresiye, yani vadeli satış caiz olunca peşin satış kıymeti üzerine vade farkı eklenmesi konusu İslam âlimleri arasında farklı görüşlerin doğmasına sebep olmuştur.

Konu ile ilgili olarak Hanefilerin en muteber kaynak fıkıh kitaplarından olan el-Mebsût’ta şöyle denilmektedir:

“Bir kimse şu kadar süre için şu fiyata, peşin olarak da şu fiyata satış sözleşmesi yapsa yahut bir ay vade ile şu fiyata, iki ay vade ile şu fiyata dese, bu satış fasittir, çünkü belli bir fiyat ve bedel karşılığında alışveriş yapılmamış, bedel kesinleşmemiştir. Ve Peygamberimiz bir satış içinde iki şartı yasaklamıştır. Bir satışta iki şart bu demektir. Şer’î sözleşmelerde böyle mutlak yasaklama sözleşmenin fasit olduğunu gerektirir. Bu, satıcı ile alıcı bu şekilde (hangi bedel üzerinde anlaştıklarını kararlaştırmadan) ayrıldıkları takdirde böyledir. Eğer aralarında anlaşır ve tek fiyat üzerine sözleşmeyi bitirirlerse, bu caizdir. Çünkü bu takdirde sözleşmenin sahih olmasının şartını yerine getirmeden ayrılmamış olurlar.” (el-Mebsût, XIII, 8.)

Bundan anlaşılan şudur:

Sahih olmayan sözleşme, satılan malın peşin fiyatıyla veresiye fiyatını satıcı müşteriye söyledikten sonra, alıcının bu fiyatlardan hangisini kabul ettiğini açıkça belirtmeden sadece kabul ettiğini söylemekle yetinmesidir.

Satıcının söylediği fiyatlardan birini alıcının kabul etmesi hâlinde, satış sözleşmesi sahih ve bu satışın caiz olması gerekir.

Esasen satıcı sattığı malın peşin ve veresiye fiyatını söyledikten sonra alıcının “kabul ettim” demesi hâlinde şüphesiz satıcı hangi fiyatı kabul ettiğini soracak ve alacağı cevaba göre satış sözleşmesi kesinlik kazanacaktır.

Sonuç olarak, bir malı peşin fiyatına oranla farklı bir fiyat ile vadeli satmak caizdir.

  1. Karaborsacılık (İhtikâr)

İhtikâr, “yiyecek maddeleri satın alıp fiyatları yükselsin diye saklamak” demektir.

İmam Ebû Yûsuf’a göre, sadece yiyeceklerde değil, bütün ihtiyaç maddelerinde ihtikâr geçerlidir.

İhtikâr, tahrimen mekruh olup bunu yapan kimse Allah katında sorumludur. Karaborsacılık haksız bir kazanç yoludur. İhtikârda kırk günlük süre belirtilmesi, dünyada yapılacak işlem itibariyledir. Yoksa halkın ihtiyacı olan malı, az bir müddet olsa bile, saklayıp halka zarar veren kimse günah işlemiş ve ahirette azabı hak etmiş olur.

Karaborsacılık yapan, kendi menfaati için başkalarını zarara ve sıkıntıya sokan, içinde yaşadığı topluma zulüm ve haksızlık eden kimsedir.

Dürüstlükle ve ahlaki değerlerle bağdaşmayan, din kardeşliği anlayışına ters düşen karaborsacılık ve vurgunculuk, Müslümana asla yakışmayan çirkin bir iş, kötü bir davranıştır.

Kendi menfaati için başkalarının zarara uğramasını beklemek, biraz daha fazla kazanmak için toplumun sıkıntıya düşmesini arzu etmek ne fena huydur.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bunların iç yüzünü şöyle açıklıyor:

“Karaborsacı ne kötü insandır! Ucuzluk olunca üzülür, pahalılık olunca sevinir.” (Mecmau’z-zevâid, IV, 101, hadisi, Taberânî rivayet etmiştir.)

Bir hadis-i şeriflerinde de, “Malı piyasaya süren kazanır, saklayıp biriktiren lanetlenir.” buyurmuştur. (İbn Mace, “Ticâret”, 6.)

Peygamberimizin şu uyarılarına da dikkat edelim.

Buyuruyor ki:

“Kin karaborsacılık yaparsa, o, asidir, günahkârdır.” (Müslim, “Müsâkât”, 26, Tirmizî, Buyu’”, 40.)

“Her kim, Müslümanların yiyecekleri üzerine karaborsacılık yaparsa, Allah onu cüzzam hastalığına müptela kılar ve onu iflas ettirir.” (İbn Mâce, “Ticâret”, 6.)

“Kırk gün ümmetimin yiyecek maddelerinde karaborsacılık yapan kimse, sonra bu kazancını sadaka olarak dağıtsa onun bu sadakası kabul edilmez.” (İbn Asakir rivayet etmiştir.)

Haramdan Temizlenmek

Rüşvet, kumar, hırsızlık, hile ve haksızlık gibi meşru olmayan yollarla haram kazanç sağlamış olan kimse, pişman olur ve zimmetine geçirdiği haram malın günahından arınmak isterse iki şey yapması gerekir:

  • Birincisi, haram olan kazancı zimmetinden çıkarmak,
  • İkincisi de tevbe edip rahmeti ve mağfireti sonsuz olan Allah’tan af dilemektir.

Haram olan kazancı zimmetten çıkarmak için yapılacak şey —biliniyorsa— onu sahiplerine —sahipleri ölmüş ise varislerine— vermektir. Bilinmiyor ve bulunması da mümkün değilse onu, fakirlere hak sahipleri adına sadaka olarak dağıtmaktır.

Kaynak: İslam İlmihali, Diyanet

İslam ve İhsan

İSLAM’DA HELAL VE HARAMLAR

İslam’da Helal ve Haramlar

HELALLER VE HARAMLAR İLE İLGİLİ AYETLER

Helaller ve Haramlar ile İlgili Ayetler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.