Hayatı Doğru Algılamak

Hedefleri ebedi olan ahiret saadeti ve Mevlâ’nın rızası olanlar ise telaşsız yaşarlar. Kadere inandıkları için tedirginlik duymazlar. Ellerinden geleni yaparlar. Sonucu Allah’a bırakırlar.

Zeyd b. Sabit (r.a.)’in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kimin arzu ve emeli sadece dünya olursa Allah onun iki yakasını bir araya getirmez, işleri ters gider. Fakirliği iki kaşının arasına yerleştirir. Dünyadan eline geçen de sadece kaderinde yazılan kadar olur. Kimin de hedefi ahiret olursa Allah da onun dağınık işini toparlar. Zenginliği kalbine yerleştirir. Dünya nimetlerini de her şeye rağmen elde eder.” (İbn Mace, H. No: 4105)

Bütün hedefi dünyalık elde etmek olan haris, açgözlü insanlar daimi bir telaş ve tedirginlik içinde koştururlar. Bu koşturmanın neticesinde elde ettikleri ise ağır bir yorgunluk ve bitkinliktir. Bu tip insanlar hayatta mutlu olamazlar, hep fakirlik korkusuyla yaşarlar. Bunların karınları tok, fakat gözleri açtır. Daima daha zengin olanlara bakarlar. Nefes nefese onlara yetişmeye çalışırlar. Böylece ne emellerine kavuşurlar ne de koşturmaları biter. Bu hal hayatlarının sonuna kadar hep böyle devam eder. Artık “tamam, yeter” dedikleri vâkî değildir. Dünya derdi ve gamıyla bu dünyadan ayrılırlar. Ahirete elleri boş gittikleri için hayatları sadece “büyük bir kayıp”tan ibarettir.

TELAŞSIZ YAŞAYANLAR

Hedefleri ebedi olan ahiret saadeti ve Mevlâ’nın rızası olanlar ise telaşsız yaşarlar. Kadere inandıkları için tedirginlik duymazlar. Ellerinden geleni yaparlar. Sonucu Allah’a bırakırlar. Böylece dünyanın kölesi değil, efendisi olurlar. İmanın ve tevekkülün verdiği gönül zenginliği içinde yaşarlar. İşleri derli toplu olur. Deli dana gibi koşturmazlar, mengene beygiri gibi aynı fasit dairede dönüp durmazlar. Dinginlik içinde yaşarlar. Kaderde belirlenen rızıkları her şeye rağmen kendilerine ulaşır.

Hedefleri dünya veya ahiret olan kimselerin hali yüzmek için denize giren kimselerin hali gibidir. Batarım, boğulurum korkusuyla telaş gösteren kimse gerçekten batar, telaş göstermeyip kendisini denize bırakan kimse ise batmaz. Bunun en açık ispatı; boğulan kimsenin cesedinin su yüzünde yüzmesidir. Zira cesedin debelenip telaş göstermesi söz konusu değildir. Şayet canlı iken de panik ve telaş göstermeseydi bu sefer canlı olarak denizin sırtına binmiş olacaktı.

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) başka bir hadislerinde şöyle buyuruyor: “Kim ki bütün hedefleri tek hedef yani âhiret hedefi haline getirirse, Allah onun dünya hedeflerini de gerçekleştirir. Kim de dünyalık için pek çok hedefler peşine düşerse Allah onun nerede ve ne şekilde helak olmasına aldırmaz.” (İbn Mace H. No: 4106)

Bir kudsi hadis de ifade edildiğine göre Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ey Âdem oğlu! Benim kulluğuma odaklan ki, gönlünü zenginlikle doldurayım, fakirliğini gidereyim. Eğer böyle yapmazsan. Gönlünü gereksiz şeylerle meşgul eder, fakirliğini de gidermem.” (İbn Mace, H. No: 4107)

Yine Peygamber Efendimizin bildirdiğine göre “zenginlik mal çokluğuyla değil, gönül tokluğuyladır.” Gönlü, gözü aç olanlar asla doymazlar, onlar yedikçe acıkırlar, tuzlu su içen kimse gibi, içtikçe susuzluk çekerler.

EN İYİ YÜCE

Hayatı doğru algılama, verimli ve huzurlu bir hayat sürmenin kuralları İslamiyette belirtildiği gibi Budizm’de, Veda’larda, Upanişad’larda, Stoa felsefesinde de belirtilmiştir. Mesela temeli “En yüce iyi” olan ve bu erdeme erişmeyi gâye edinen stoa filozoflarından Seneca (Seneka)’ya göre mutlu olmanın yolu, ölçüsüz ve gereksiz zevklerin reddedilmesidir. Makam ve şöhret peşinde koşmak, yarını düşünürken bugünü kaybetmek, başka bir ifadeyle şimdiyi yaşamamak hayatı kısaltır. Buna karşılık kusurlarımızla yüzleşmeli, erdemli bir hayat için kendimize dönmeliyiz. Dünyevî hazlar insanı en çok mutlu ettiği anda tükenir, kaybolur. Yandığı anda sönen ateşin faydası yoktur. Hazlar da kaynağından çıkar çıkmaz tükenir. Biraz önce yenen kebabın, tatlının zevki yemekle birlikte kaybolur. Devamlı olmayan şeylerin gerçekliği yoktur. Seneca’nın dediğine göre erdem; yüce, soylu krallara lâyık, yenilmez ve tükenmez bir şeydir. Haz ise bayağı, kölelere lâyık zayıf ve güdük bir şeydir. Onun durağı ve ocağı genelevler ve meyhanelerdir. Aslında efendi olan erdemi, hazzın hizmetlisi yapmak, ruhunda hiç değer taşımayan insanın davranışıdır.

ZEVKLERİ DİZGİNLEMEK GEREK

Evet arzularımız, zevklerimiz olacak fakat onları dizginlemeyi bileceğiz. Önceliği hazza verenler netice de hem hazdan hem de erdemden olurlar. Zorlukların, acıların, felaketlerin yıkamadığı ruhları bayağı zevkler, gereksiz lüks ve konfor yıkar. Sahip olunan dünyevi nimetler yerinde ve ölçülü kullanılmazsa yıkıma sebep olur. Eroin ve esrar nasıl aklı baştan alırsa, aşırı zevk ve dünya hırsı da gözü kör eder, asıl hedefi unutturur. İnsanı adeta hayvanlaştırır. İnsanın, hayattan değerli, gaye ve hedefleri olmalıdır. Hiç bir şey hayvan sürüsünün yaptığının aksine, önden giden kalabalığın izinden gitmememiz ve herkesin gittiği yere değil de gidilmesi gereken yere gitmemiz gerçeğinden daha önemli değildir. Görünüşte güzel olanı değil, gerçekte güzel olanın peşinden gitmeliyiz. Makyaj, kusuru örtmek için yapılır. Kusursuz olanın makyaja ihtiyacı yoktur.

Sonlu olan şeyler sonsuzluk arzusunu tatmin edemez. Geçici değil, kalıcı şeylerin peşinde olmalıyız. Geçici bir arzu başka geçici bir arzuyu tetikler, bu ise tatminsizlik ve sonu gelmez bir koşuşturmaya yol açar. Kalıcı bir gayeye doğru olmayan her koşmanın sonu sadece yorgunluktur.

EN AKILLI İŞ

Azgın, fırtınalı dalgalarla boğuşup durmaktansa güvenli bir limana demir atmak en akıllı iştir. İman Nuh’un gemisidir. İnsan ne kadar iyi yüzücü olursa olsun gemiye binmeden, sahil-i selamete çıkamaz.

Hayat, Allah’la anlam kazanır. Roger Garaudy (Garodi)’nin dediği gibi; dünyanın bir anlamı vardır demek, Allah’ın her şeyin sebebi ve son gayesidir, demektir. Çünkü gaye, sebebe tekaddüm eden sonuçtur. Bugün dünyamız manevi bir körlük yaşamaktadır. Bu körlük yüzünden, vasıtaların bolluğu ve gayelerin de yokluğu sebebiyle dünya çapında bir intihara doğru sürüklenmekteyiz.

Hayatın dert olmaktan çıkıp zevk haline dönüşmesi ancak Allah ve ahiret inancıyla anlam kazanmasına bağlıdır. Gayesizlik çaresizliktir. Anlamsız bir hayat külfetten ibarettir. Sevgiliye doğru giderken yorulmak söz konusu değildir. Bu yolculukta külfetler bile zevke dönüşür. Nereye çıkacağı bilinmeyen karanlık bir yolculuk korku ve endişe kaynağıdır. Biz mü’min olarak nereden gelip nereye gittiğimizi biliyoruz. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 429

İslam ve İhsan

HAYAT NÎMETİ

Hayat Nîmeti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.