
Hayâ Duygusu Nasıl Korunur?
Hayâ duygusu, insana fıtratla verilen en kıymetli ahlâk hazinelerinden biri. Peki, teşhirin normalleştirildiği, utanmanın zayıflık sayıldığı bir çağda bu duygu nasıl korunur?
Âlemleri yaratan Rabbimiz, insanı kâinatın özü olarak var etmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de “O (Allah) sizi yarattı ve sûretlerinizi de en güzel şekilde kıldı.” (Teğabün, 3) buyurmaktadır. Hayâ, yaratılan varlıklar arasında fıtrî olarak sadece insanda mevcuttur.
TEŞHİR NORMALLEŞTİ, FITRAT ALARM VERİYOR!
İnsanın yaratılışındaki hayâ duygusunun lüzumsuz olduğu düşüncesiyle, özgüven diyerek sınırsız özgürlük telkin etmek; insanı yaratıcısı ve yaratılanlarla problemli hâle getirmek, onu fıtrattan uzaklaştırmaktır. Rabbimizin yaratılışımıza bahşettiği, peygamberlerin bu fıtrî öz üzerine inşâ ettiği ahlâkî güzellikler, insanın huzur teminatıdır. Utanma duygusunu kaybeden insanların, toplulukların, diğer güzellikleri de kaybedecekleri âşikârdır. Toplumda hayâ duygusunu imhâ eden söz, davranış ve hareketlerin yaygınlaşması ilâhî lâneti celbedecek büyük bir musîbettir.
“İnsanlar arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve âhirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz.”(Nur, 19)
Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem açıkta, gizlide her zaman edepli olmayı öğütlemiş, insanları hayâya ve onun bütünleyicisi olan tesettüre dâvet etmiştir:
“Çıplaklıktan sakınınız. Yanınızdan hiç ayrılmayan(melekler)vardır. Bunlar ancak özel durumlarda, ihtiyaç giderirken ayrılırlar. Onlardan hayâ edin, saygılı davranın”(Tirmizî) buyurarak hassas bir edep üzere yaşamayı tavsiye etmiştir.
İmam Gazâli, çocuğun akletmeye başlamasının işaretini ‘konuşması, sayı sayması’ değil, ‘utanma duygusu’ olarak görür. Çocuk utandığı zaman aklın nuru onun üzerine doğmuştur, bir kısım şeyleri çirkin görür, muhalefet eder. Ahlâk aklın göstergesidir.
Kötülükler; zemini oluşurken seyirci kalındığında, ucu bize dokunmuyorsa tepki vermemekle, yakınlarımız yapınca susmakla, işine gelen tarafını destekleyerek, itiraz edeni yalnız bırakarak, kendiliğinden düzelmesini bekleyerek normalleşir.
Teşhir her geçen gün normalleştirilerek normalin standartlarını düşüren bir proje yürütülmektedir. Sosyal medya, moda sektörü aşırılığı normalleştirme projesini desteklemektedir. Yaz aylarında bunu daha net görmekteyiz. Çocuklar artık neyin doğru, normal, neyin sapkınlık, aşırılık olduğunu anlamakta güçlük çekiyorlar. Görsel idrakin egemenliği, kalbin idrâkini yıpratıyor.
Bu durum ciddi sorun oluşturmaktadır. Bir şey, sık görüldüğünde normalleşmeye başlar. Beyin o görüntüye duyarsızlaşır. Normalde vereceği tepkiyi veremez hâle gelir.
Son dönemlerde insanların birçoğu adeta “çıplak” gezmeye başladı. Açıklık, çıplak olmayı gerektirmez. Sokakta, mahrem olacak, beyini uyaracak görüntüler ayan beyan görülüyor. Gördükçe, duyarsızlık arttıkça tepki vermemeye başlanıyor.
Kıyafet bedeni örtmeli, şeffaf olmamalı, vücut şeklini belli etmemelidir. Mahremiyet eğitimi ailede başlar. Bu eğitimi çocuklara verebilmek, bedenlerini korumayı öğretmek için yaz mevsimi ve kıyafet seçimi önemli fırsattır.
Çocuk küçük de olsa çıplak vaziyette denize sokmamalıdır. Çocuğun mahremiyetini koruyacak giysileri alınmalıdır. Çocuklara uluorta yerlerde tuvalet yaptırılmamalıdır. Bedenini daha fazla gözler önüne serecek, insanları rahatsız edecek, çıplaklılığa varacak ölçüdeki kıyafetler seçmemelidir.
Gaflet, hakîkate karşı kalbin önüne perde çekilmesidir. Mayın tarlasında fütûrsuzca koşmak, uçurum kenarlarında şuursuzca dolaşmaktır. Gaflet, kuzunun kurda sevdalanmasıdır. Nefis ve şeytan, insanı çeşitli hîlelerle kulluk vazifelerinden, fıtratından uzaklaştırmak, sorumluluklarını ihmâl ettirmek için türlü bahâneler gösterir. Böylelikle aklı, kalbi, idrâki, vicdânı uyuşturur. Bu şuursuzluk hâliyle, insanı kolayca azâba yuvarlar.
Günümüzde maalesef basın yayın, televizyon dizileri, internetin zararlı adresleri, sosyal medya mecraları, müstehcenlik, lüks içinde yaşamayı ve aşırı tüketimi kamçılayan reklamlar, siteler, neslin rûhunu zehirleyen canavara dönüşmüştür. Genç zihinler, olumsuz odakların yaydığı zehirli tesirlerle şahsiyetlerini, kimliklerini kaybetmekte, zamanla bu zararlı etkilenmeden payını almaktadırlar. Nesil, telkin edilen kalıpların biçimine bürünmekte, kültür erozyonu her geçen gün artmaktadır. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır” buyurmuştur. (Ebû Davûd, Libas, 4/4031)
Onların izledikleri ekranları kontrol altına almak, medyanın tuzaklarına düşmemek çok mühimdir. Bu yapımlar bizim ahlâkî normlarımıza uygun değildir. Ama medya bize bambaşka bir ahlâk biçimi empoze ediyor. Bu dizileri izlememek ve izletmemek gerekir.
Bu gençler, sosyal medyanın, televizyon dizilerinin, internet sokaklarının güdümündeki çocuklara dönüşmektedir. Ebeveynleriyle olan yakınlıkları, kan bağından öteye geçmemektedir. Bu sebeple günümüzde ailelerin, çocuklarını tehlikelerden korumak için onlara daha çok ilgi, şefkat göstermelidir. İlâhî emânet olan evlâtları, ibâdet vecdi içinde yetiştirerek onlara İslâm kimliği kazandırmak, anne babaların en önemli vazifelerindendir.
“Ey îman edenler! Kendinizi ve aile efrâdınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.”(Tahrim/6)
Cehennem bir felaket olduğu hâlde, etrafı nefsin hoşlanacağı şeylerle kuşatıldığı için insanlara câzip gelmektedir. Tembellik, haram eğlence, fuhuş, dedikodu, israf, haram kazanç, fıtratı bozmak, ifsat hareketleri birer tuzaktır. İnsanı yalanlarla cehenneme, tuzaklara çağırmak şeytanın işidir.
“İş bitirilince şeytan derdi: Allah size gerçeği vâd etmişti. Ben de size vâd ettim ama sözümde durmadım. Aslında benim sizi zorlayacak hiçbir gücüm yoktu. Ancak sizi isyâna çağırdım. Siz çağrıma hemen uydunuz. Öyleyse beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne siz beni kurtarabilirsiniz. Zâten önceden beni Allâh’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz zâlimler için acı veren azap vardır.”(İbrahim/22)
Cehenneme karşı nasıl duyarsız kalınabilir? Dünyada en küçük tehlikeye karşı tedbir alan insanın âhiretteki ebedi felâkete karşı tedbirli davranması akıl kârı değil midir? Fânî lezzetler için bâkî saadetleri göz ardı etmek akıllı işi değildir.
Kur’an’da câhilî toplumlar, çeşitli vasıflarıyla anlatılmaktadır. Önemli özellikleri arasında Allâh’ın verdiği nimetlerin kıymetini bilmemek, farkında olmamak, Allâh’a îman etmemek, Peygamberleri tanımamak, zâlimlik, haddi aşmak vardır. Meselâ “tartı ve ölçüde”, “cinsel kimlikte” haddi aşan toplumların Allâh’ın gazâbıyla cezâlandırıldıklarından bahsedilir. Şuayb (a.s.), Nuh (a.s.) ve Lût (a.s) toplumu bu kapsamda yer alır. Bu toplumlar hudutları aşarak aşırıya kaçmışlar, peygamberlerini dinlemeyerek sapkınlıklarında ısrar etmişlerdir. Bu sebeple Allâh’ın gazâbıyla çeşitli cezâlara dûçar olmuşlardır.
Hz. Ömer (r.a.): “Hayâsı azalan insanın takvâsı, haramlardan kaçınması da azalır. O hâle gelince de kalbi ölür. Din bütünüyle hayâdan ibarettir” demiştir. Hayâ, ilâhî ahlâktır. Nebevî haslettir, fıtrî güzelliktir, insan olma özelliğidir.
Güzelliklerin korunması yaşatılması, kötülüklerin yok edilmesi adına yapılması gerekenler, bu ümmetin omuzlarındadır. Yaşadığımız zaman ve mekânla sınırlı değiliz. Dinimiz İslâm, insanlık için son çâredir. İslâm’la insanlık, insan olarak var olma şansını sürdürmektedir. İflas eden insanlığın ihyâsı, îman mektebinde yetişen, güzel örnek olan insanlarla mümkündür. En güzel örnek Allah Rasûlü (s.a.v.)’dür.
Sîreti olmayan bir sûrete dönüşen dünyada, en önemli mesele sûretâ değil, îman ve ahlâkla diri olan sîretâ insan olmaktır.
Kaynak: Emel Sözcüer, Altınoluk Dergisi, Sayı: 471
YORUMLAR