Gönül Ehli İnsanlar

Gönül insanı olmak, gönle emek vermeyi gerektirir. Hem kendi gönlünü ve hem de diğer varlıkların gönlünü gözete gözete bir hayat sürme titizliği ister. İslâm da tam bu kıvamda bir insan inşasıdır hakikatte. Rabbimizin insanda oluşmasını istediği «kalb-i selim», bir bakıma böylesi bir kıvamı yakalamaktır.

Yazımıza serlevha yaptığımız söz, 17. Yüzyıl şairlerimizden Nef’î’ye ait bir beytin ilk mısrası. Beyit bir bütün hâlinde şöyle ifade ediliyor:

Ehl-i dildir diyemem sinesi sâf olmayana

Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil

“Ehl-i dil” Farsça bir terkip olarak “Gönül ehli” demektir. Nef’î bu beytinde, yüreğinde kirli düşünceler, inanışlar, zanlar, kin, fesat ve haset gibi kötü duygular taşıyan kimselere, hiçbir zaman “gönül ehli” denilemeyeceğini ifade eder ve sonra da gönül ehli kimselerin birbirini tanımamasının söz konusu olamayacağını beyan eder.

GÖNÜL EHLİ KİMSELER

Evet, bütün âriflerimiz aynı hakikati farklı şekil ve mertebelerde dile getirmişlerdir. Bir et parçası olan yürekle, kalbi birbirinden ayırmışlar ve esas kalbin, -maddi et parçası olan yürekle bir şekilde ilgisi olsa da- insan hakikatinin özü olan Rabbânî bir latife olduğuna dikkat çekmişlerdir. Türkçemizde bu kalp genellikle “gönül” kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu gönle sahip olmak, bir tasfiye (arındırma) sürecini gerekli kılmaktadır. Hakikatte herkesin böyle bir cevhere istidadı olsa da, ihmâli ya da gerekli gayreti bulunmaması ve Hakk’ın rahmetine erişememesi sebebiyle bu nimetten mahrum kalabilecektir. Mevlânâ, her kalbin bir gönül kalitesinde olmadığını bir hikâye ile şöyle anlatır:

“Ömrün nihâyete erince, solmuş, pörsümüş, çürümüş bir kalbi te­neşir tahtasına yatırıp Hakk’a doğru götürürsün. «Padişahım!» dersin, «Sana gönül getirdim, bizim buralarda bundan daha iyi gönül bulunmaz.» Cenâb-ı Hak da sana buyurur ki:

«Ey küstah, burası mezarlık mıdır ki, ölü bir gönül getiriyorsun? Yürü git, padişah huylu bir gönül getir.»

“Sen; «Bende de gönül var» diyorsun, diyorsun ama; gönül arşın üzerinde olur, halbuki sen, aşağılardasın, aşağılıklarda bulunmadasın. Kara balçıkta da su bulunduğunu herkes bilir; fakat o su ile abdest alınmaz ki! Balçığın içinde su vardır, vardır ama, o balçığa yenilmiş, balçıkta kaybolmuştur. Sen de gönlüne; «Bu da gönüldür» diyemezsin! Çünkü senin gönlün de kirli emellere, şehvete, hiddete, mevki hırsına, dünya isteklerine mağlup olmuş, onlar arasında kaybolup gitmiştir. Göklerden de üstün olan gönül, peygamberlerin ve sâlihlerin gönülleridir. Onların gönülleri çamurdan, yani kirli isteklerden, günahlardan arınmış, temizlenmiş, saf bir hâl almıştır. Manevi neşeleri arttıkça artmış, coşmuştur.”

GÖNÜL İNSANI KİMDİR?

Gönül insanı, şerh-i sadra yani gönül açılmasına mazhar olmuş kişidir. Kur’ân-ı Kerim’in beyanına göre iman ve İslâm’ın ilk işâreti, gönül açılmasıyla başlar. Bu açılma, Hakk’a yakınlık (kurbiyyet) ölçüsündedir. Bu yakınlığı temin edecek taat ve ibadetler, zikir ve fikirler, gönül insanı olma yolunda önemli adımlardır.

Gönül genişliği, huzur ve saadet vesilesidir. İnsanın tahammül sınırlarını genişletir. Hayat ve hadiseleri değerlendirme ölçülerinde iman merkezli bir bakış açısı kazandırır. Hayatın ülfet ve muhabbetle yaşanmasına vesile olur. Kültürümüzde bu seviyede bir gönül genişliğine sahip kimselere «Deryâdil» denilir. Gönlü deryalar misâli genişlemiş kimseler demektir. Bilindiği gibi deryalar, bulanmaz ve kirlenmez. Böylesi kimseler affedicidirler, ayıp örtücüdürler, hoşgörülüdürler, cömerttirler, yardımsever bir kişiliğe sahiptirler. Haset ve fesat, gönüllerinden çıkmıştır.

Yüreğinde Hak sevgisi ve Allah korkusu bulunan gerçek gönül erleri, O’nun adına tüm yaratılmışlara karşı şefkat ve rahmet kanatlarını açarlar. Allah’ın üzerlerindeki nimetlerini kardeşleriyle paylaşmasını bilirler. Paylaşırken de içlerinde bir sıkıntı ve darlık hissetmezler. Bulundukları yerlerde huzur ve bereket vardır. Gönülleri dergahlaşmıştır. Yaralı, mahzun ve kederli gönüller, gölgelerinde serinlerler. İnsanlara çıkmaz sokakları adres göstermezler. Çoğunlukla çözüm insanıdırlar. Yüzleri mütebessim, sözleri tatlıdır. İlgi ve ilişkilerinde samimidirler. Yaptıkları her işe gönül mayası katarlar. Böyle oldukları için de etraflarına güven ve itimat telkin ederler.

GÖNÜLLER GÖZETEN KİMSE

Gönül insanına bu ismin verilmesinin bir diğer sebebi, gönüller gözeten kimse olmalarıdır. Hissiyâtları güçlüdür. Bir radar misali, muhatapların sîmâsından onların hâlini kavrayacak bir basiret ve firâsete sahiptirler. Muhtâcı ve mağduru söyletmeden problemini çözme derdindedirler. Bu yönüyle gönüllere giren ve onların sevgisini kazanan bir gönül avcısıdırlar. Onlar nazarında bir gönlü incitmek, Kâbe’yi yıkmak gibi büyük bir cürümdür. Bu itibarla gönül insanının dışa yansıyan en önemli işâretlerinden birisi, hiç şüphesiz nezâket ve zarafetidir. Buna letâfet de diyebiliriz. Yani söz ve davranışlarında lütuf, incelik ve iltifat sezilir. Bunun içinde saygı vardır, muhabbet vardır, ihsân ve ikram vardır.

Şerh-i sadrın zıddı olan gönül darlığı ise stresli bir hayatın esas sebebidir. Böylesi gönüllere kimse sığmaz. Ailelerin, iş yerlerinin, arkadaşlık ortamlarının huzursuzluk sebebi, çoğu zaman içlerinde bulunan dar gönüllü kişiliklerdir.

İNSANIN GÖNLÜNÜ DARALTAN ŞEYLER

İnsanın gönlünü daraltan ve onu zararlı bir varlığa dönüştüren, özbenliğindeki (nefsindeki) kibir, hile, çekememezlik, menfaatperestlik, kindarlık ve cimrilik gibi kötü vasıflardır. Bu vasıflardan arınamayan kimseler, zamanla bir diken topuna dönüşürler.

Niyâz-i Mısrî bir beytinde bu hakikate şöyle işâret eder:

Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı

Ben beni terkeyledim gördüm ki ağyâr kalmadı

Kalp, Hak ve hakikatten mahrum kaldıkça taşlaşır ve hatta Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle taştan da katı hâle gelir. Böyle bir kalbin sahibi âdeta dikenli bir tele dönüşür. Kendisine yakın olan onun ya dilinden ya elinden ya da bir başka davranışından bir şekilde incinir. Büyük âriflerimizden Yunus Emre şu sözleriyle böylesi kimselere işaret eder :

İşidün ey yârenler aşk bir güneşe benzer

Aşkı olmayan Âdem misâli taşa benzer

Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter

Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer

Evet, gönül insanı olmak, gönle emek vermeyi gerektirir. Hem kendi gönlünü ve hem de diğer varlıkların gönlünü gözete gözete bir hayat sürme titizliği ister. İslâm da tam bu kıvamda bir insan inşasıdır hakikatte. Rabbimizin insanda oluşmasını istediği «kalb-i selim», bir bakıma böylesi bir kıvamı yakalamaktır. Kalb-i selimin Rabbe bakan yönü arınmışlık ve teslimiyet ise halka bakan yönü de rahmet ve samimiyet yüklü söz ve davranışlardır. İşte İslâm ümmeti olarak aradığımız ve olmaya çalıştığımız hedef kişilikler, böylesi gönül erleridir.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, 384. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.