2. Gıyaseddin Keyhüsrev Kimdir?

2. Gıyaseddin Keyhüsrev kimdir? 2. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta nasıl çıktı? 2. Gıyaseddin Keyhüsrev nasıl öldü? 2. Gıyaseddin Keyhüsrev’in hayatı, dönemi ve yaptıkları.

Anadolu Selçuklu Sltanı 2. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246). Muhtemelen 1221’de doğdu. 1. Alâaddin Keykubad’ın oğludur. Yedi yaşında iken Mübârizüddin Ertokuş’un atabekliğinde Selçuklu topraklarına yeni katılan Mengücüklülerin merkezi Erzincan ve havalisine melik olarak gönderdi; melikliğinin ilk yıllarında Trabzon’u kuşattı.

2. GIYASEDDİN KEYHÜSREV TAHTA NASIL ÇIKTI?

1. Alâaddin Keykubad’ın 1237’de ölümünden sonra önde gelen devlet adamlarından Sâdeddin Köpek, Şemseddin Altunaba, Tâceddin Pervâne, Lala Cemâleddin Ferruh ve Gürcüoğlu Zahîrüddevle’nin de gayretleriyle veliaht İzzeddin Kılıçarslan’ın yerine II. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıktı. Ölen sultanın arzusuna karşı olan bu karar ve uygulamayı Kemâlettin Kâmyâr ve Hüsâmeddin Kaymerî ile Selçuklu ordusunda hizmet gören Hârizmlilerin emîri Kayırhan (Kırhan) önceleri kabule yanaşmadılarsa da sonradan yeni sultana biat etmek zorunda kaldılar.

2. Gıyaseddin Keyhüsrev Selçuklu tahtına oturduktan sonra babasının sağlığında Kayseri’ye gelmiş bulunan yabancı ülke elçilerini kabul etti ve onun Ögedey Han için hazırladığı elçiyi Moğolistan’a gönderdi. Daha sonra Şam Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil Muhammed ve Halep Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’n-Nâsır Yûsuf ile babası zamanında yapılan tâbiiyyet antlaşmalarını 1237’de yeniledi. Ayrıca el-Melikü’n-Nâsır’ın kız kardeşiyle evlenip kendi kız kardeşini de ona vermek suretiyle aralarında bir hısımlık bağı kurdu. Çok geçmeden diğer Eyyûbî melikleriyle Artuklu emîrleri de ona tâbi oldular. Böylece Sultan 2. Gıyaseddin Keyhüsrev, Mısır Eyyûbîlerine karşı kuvvetli bir cephe meydana getirmiş oldu.

SADETTİN KÖPEK SULTAN GIYASEDDİN KEYHÜSREV’İ NASIL ALDATTI?

Keyhüsrev, başlangıçta kendisine biat etmek istemeyen devlet adamlarına pek güvenmiyor, tahta geçmesini sağladığı için sözünden çıkamadığı Sâdeddin Köpek de onları ortadan kaldırması için kendisine devamlı telkinde bulunuyordu. Genç sultan önce Kayırhan’ı Zamantı (Pınarbaşı) Kalesi’nde zindana attırdı ve çok geçmeden emîr ağır zindan hayatına dayanamayıp 1237’de öldü. Bunun üzerine Hârizmliler Selçuklu hizmetinden ayrılıp Urfa taraflarına çekildiler ve çapulculuğa başladılar; kalabalık bir Türkmen kitlesi de onlara katıldı. Kemâlettin Kâmyâr kumandasındaki bir Selçuklu ordusunu bozguna uğratan Hârizmliler böylece Güneydoğu Anadolu’da bir süre bağımsız şekilde yaşadılar.

Keyhüsrev daha sonra yine Sâdeddin Köpek’in telkinleriyle, Selçuklu Devleti’ne yıllarca büyük hizmetlerde bulunmuş olan Kemâleddin Kâmyâr, Şemseddin Altunaba, Hüsâmeddin Kaymerî ve Tâceddin Pervâne gibi değerli ve yetenekli devlet adamlarını birer birer bertaraf etti; hatta eski veliaht İzzeddin Kılıçarslan ile kardeşi Rükneddin ve anneleri Âdiliye Hatun’u da önce hapse attırdı, sonra da öldürttü.

SADEDDİN KÖPEK NASIL ÖLDÜRÜLDÜ?

Artık II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in karşısında saltanat iddiacısı kalmamıştı; fakat Eyyûbîlere karşı Haziran 1238’de kazandığı Samsat (Sümeysât) zaferinden sonra Sâdettin Köpek, Selçuklu hânedanına mensup olduğu rivayetini yayarak tahta geçmeyi planlamaktaydı. Nihayet durumu anlayan sultan, Sivas subaşısı Hüsâmettin Karaca’nın desteğiyle 1238’de Sâdettin Köpek’i ortadan kaldırarak kendini ve devleti onun tahakkümünden kurtardı; arkasından da şerrinden bir köşeye sinmiş olan eski devlet adamlarından Mühezzebüttin Ali, Şemsettin Muhammed el-İsfahânî, Veliyyüttin Tercüman, tarihçi İbn Bîbî’nin babası Mecdüttin Muhammet ve Celâlettin Karatay gibi kişileri önemli görevlere getirdi. Daha sonra Anadolu’da Gürcü Hatun adıyla tanınacak olan Gürcü Prensesi Tamara ile evlendi.

SELÇUKLU’YA KARŞI BABA İLYAS İSYANI

Sâdettin Köpek’in öldürülmesinden sonra yeniden devlet hizmetine alınan Hârizmlilerin çok geçmeden tekrar yağma ve soygun hareketlerine başlamaları üzerine bölgeye sevkedilen birlikler Harran’da onları yenilgiye uğrattı. Arkasından 1240-41 yıllarında Diyarbakır kuşatılarak teslim alındı ve Siverek, Ergani, Çermik gibi kaleler de zaptedildi. Bu sıralarda Moğolların önünden batıya doğru kaçarak Güneydoğu Anadolu ve Suriye sınırlarında yoğunlaşan göçebe Türkmenler, aynı bölgelerde oturan Hârizmlilerin yağma ve tahrip hareketlerine paralel olarak göçebeliğin yerleşik hayatla uyuşmaması sebebiyle ve geçimlerini sağlamak amacıyla geniş çapta yağma hareketlerine girişmişlerdi.

Amasya civarında bir zâviyesi bulunan Ebü’l-Bekā Baba İlyâs-ı Horasânî adlı bir şeyh, kendisini nebî kabul eden Türkmenler arasında Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı büyük bir siyasî ve içtimaî isyanın başlatılmasına sebep oldu. Baba İlyas, çok zor şartlar altında yaşayan ve idareci sınıfla da yerli halkla da birçok problemi bulunan Türkmenleri Selçuklu hükümetinin baskısından kurtaracak bir mehdî hüviyetiyle ortaya atılmış ve bu bakımdan Türkmenler tarafından canla başla benimsenmişti.

BABAİ AYAKLANMASI VE SONUCU

Baba İlyas’ın önde gelen halifesi Baba İshak’ın şeyhi adına örgütleyip yürüttüğü Babaî ayaklanması denilen bu hareket çok hızlı ve kanlı biçimde gelişti ve ancak Beyşehir gölü üzerindeki Kubâdâbâd Sarayı’na sığınan Keyhusrev’in doğu sınırlarını Moğollara karşı korumak amacıyla Erzurum’da bulunan orduyu çağırması üzerine bastırılabildi.

Babaî ayaklanmasının bastırılmasından sonra seleflerinin Anadolu Türk birliğini kurma yolundaki faaliyetlerine devam eden 2. Gıyaseddin Keyhüsrev, 1241 yılında ordusunu Kayseri’de toplayarak Silvan Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Muzaffer Şehâbettin’in üzerine yürüdü. Bu sırada vasallarından Şam Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’s-Sâlih’in gönderdiği kuvvet de ordusuyla birleşti. Öte yandan Hârizmlilerin ve Germiyanlı Türkmenlerin yardımını sağlayan Şehâbeddin de Diyarbakır üzerine yürümekteydi; iki taraf arasında savaş kaçınılmaz görünüyordu. Fakat Moğol tehlikesine karşı Müslüman hükümdarların birleşmesini isteyen Abbâsî Halifesi Müntasır-Billâh’ın araya girmesiyle Şehâbeddin’in Selçuklulara tâbi olması şartıyla barış sağlandı ve bir antlaşma yapıldı.

KÖSEDAĞ SAVAŞI’NDA NELER YAŞANDI?

1242 sonbaharında Anadolu sınırlarına yaklaşan Moğol kumandanı Baycu Noyan, Babaî isyanı dolayısıyla Selçukluların zayıf düşmesini fırsat bilerek kuşattığı Erzurum’u kısa sürede ele geçirip tahrip etti. Sultan 2. Gıyaseddin Keyhüsrev böylece başlayan Moğol istilâsını durdurabilmek için hazırladığı güçlü bir ordu ile Anadolu içlerine doğru ilerleyen düşmanı Zara ile Suşehri arasındaki Kösedağ’da karşıladıysa da Moğolların Selçuklu öncü kuvvetlerini imha etmesi üzerine ovaya inmekte olan bütün Selçuklu ordusu paniğe kapıldı; bazı kumandanlar safları terkettiği gibi Sultan da Tokat istikametine kaçtı. Böylece başsız kalan Selçuklu ordusu dağıldı ve savaşmaksızın ağır bir hezimete uğradı.

Bu kolay zaferden sonra Baycu Noyan Sivas’a girdi ve şehri üç gün süreyle yağma ettirdi. Ardından Kayseri’yi kuşatan Moğollar, Emîr Samsâmüttin Kaymaz ve Subaşı Fahrettin Ayaz’ın kumandasında kahramanca direnen şehri Hajukoğlu Hüsam adlı bir Ermeni’nin ihaneti yüzünden ele geçirerek geniş çaplı bir tahribatla birlikte katliama tâbi tuttular; Azerbaycan’a dönüşleri sırasında da aynı şeyi Erzincan’a yaptılar. Bu dehşet verici Moğol istilâsı karşısında Anadolu’dan varlıklı kimseler Halep’e kaçtılar. Bu arada Keyhusrev’in annesi ve diğer aile fertleri Halep’e gitmekte iken Selçuklu vasalı Çukurova Ermeni Prensi Hetum tarafından yakalanıp Moğollara teslim edildiler; öteki Türk kafileleri de yine Ermeniler tarafından saldırıya uğrayarak yağmalanıp soyuldular.

KÖSEDAĞ SAVAŞI’NIN SONUÇLARI

Kösedağ felâketinden sonra Anadolu Selçuklu Devleti merkezî hâkimiyetini kaybetmiş ve sultanın Antalya’ya çekilmesi sebebiyle başsız kalmış gibiydi. Bundan faydalanan tâbi Çukurova Ermeni Krallığı ve Trabzon Komnenosları Moğol vasallığını kabul ettiler; İznik’teki Bizans Devleti ise Selçuklular’la dost kalmayı tercih etti. Bu sırada Amasya’da bulunan Vezir Mühezzebüddin Ali, şehrin kadısıyla birlikte ve değerli hediyelerle Azerbaycan’daki Mugan ordugâhına dönmüş olan Baycu Noyan’a gidip yılda 360 bin dirhem, 10 bin koyun, bin sığır ve deve verilmesi şartlarıyla bir barış antlaşması imzaladı. Keyhusrev Moğollarla barış yapıldığını haber alınca Antalya’dan Konya’ya geldi.

Bu barış antlaşmasından sonra Çukurova Ermeni Krallığı’na karşı bir askerî harekâta geçildi. Vezir Şemseddin el-İsfahânî’nin kumandasındaki Selçuklu ordusu Tarsus’u kuşattı. Ancak ağırlaşan tabiat şartları sebebiyle askerlerin hareket kabiliyeti zayıflamış ve yiyecek sıkıntısı da baş göstermişti. Ayrıca Sultanın âni ölüm haberinin gelmesi üzerine sefer yarıda bırakıldı. Bununla beraber Ermeni Kralı Hetum ile Anadolu Selçuklu Devleti’ne yeniden tâbi olması, savaş tazminatı ödemesi, yıllık vergi vermesi, Tarsus’a karşılık Bergama Kalesi’ni teslim etmesi şartlarıyla bir barış yapıldıktan sonra Selçuklu ordusu Konya’ya döndü.

GIYASEDDİN KEYHÜSREV NASIL ÖLDÜ?

Tarsus kuşatması sırasında Alâiye’de bulunan sultan, yirmi beş yaşlarında olduğu halde birden bire ölmüştür. Yerine büyük oğlu II. İzzeddin Keykâvus tahta çıkarıldı. Sâdettin Köpek’in etkisinde kalarak tecrübeli devlet adamlarını bertaraf etmesi sebebiyle ülkeyi başsız bırakmış ve felâketin uçurumuna itmiş olan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’den sonra devlet idaresinde iş bilir ve idealist insanların kalmamasından dolayı genel bir çöküş ve gerileme devri başlamıştır. Bununla birlikte onun döneminde de pek çok içtimaî, ilmî ve dinî müessese kurulmuş, büyük mimarlık eserleri inşa edildi.

Kaynak: DİA

İslam ve İhsan

SULTAN ALAADDİN KEYKUBAD KİMDİR?

Sultan Alaaddin Keykubad Kimdir?

ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ SULTANLARI

Anadolu Selçuklu Devleti Sultanları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.