Ezanın Fazileti

Namaz vaktini cemaate duyurmak için önceleri yalnızca “Namaza, namaza!” ifâdeleri söylenirdi. Daha sonra ise ezân-ı Muhammedî lutfedildi.

Allâh Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, halkı namaza dâvet şeklinin nasıl olması gerektiği husûsunu ashâbıyla istişâre ediyordu.

Bâzısı; “Namaz vakti geldiği zaman bir sancak dikelim, Müslümanlar onu gördüklerinde birbirlerine haber versinler.” dedi. Fakat Peygamber Efendimiz bu teklifi beğenmedi.

Yahûdî borusu çalınması teklif edildi, onu da beğenmedi: “Bu, Yahûdîlerin âletidir.” buyurdu.

Çan çalınmasından bahsedildi. Peygamber Efendimiz: “O da Hıristiyanların işidir.” buyurdu.

EZAN RÜYASI

Resûlullâh’ın -sallâllâhu aleyhi ve sellem- derdiyle dertlenen, O’nun kaygısı ile kaygılanan Abdullâh bin Zeyd[1] -radıyallâhu anh- oradan ayrılıp gitti. Uyku ile uyanıklık arasında iken kendisine ezân-ı Muhammedî lutfedildi. Hemen Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına giderek:

“−Ben uyku ile uyanıklık arasında iken biri gelip bana ezânı öğretti.” dedi.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- da aynı rüyâyı görmüştü… Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“−Ey Bilâl kalk ve Abdullâh bin Zeyd’in söylediklerini tatbîk et!” buyurdu.

Bilâl -radıyallâhu anh- da Abdullâh’ın söylediklerini aynen tatbîk etti ve ezân okudu. (Ebû Dâvûd, Salât, 27/498)

Böylece ezân, vâcib derecesinde kuvvetli bir sünnet oldu. Çünkü o hem sâdık rüyâ, hem sünnet-i Nebî, hem de vahy-i ilâhî ile sâbittir. Âyet-i kerîmede:

وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلوَةِ

“Onları namaza çağırdığınız zaman...” (el-Mâide, 58) buyrulmaktadır.

İLK EZAN

Ezânın teşrîinde her ne kadar vâsıta Abdullâh bin Zeyd -radıyallâhu anh- ise de vahye ve gaybî feyze mazhar olan, her zaman için Varlık Nûru Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz idi. Ezân, O’nun tasdîki ile meşrû kılındı ve insanlar câmiye, cemaate çağrılmaya başlandı. Bilâl-i Habeşî, ilk ezânı okuduğu zaman Medîne’nin bir ucundan diğer bir ucuna bu yüce dâvet ulaştı. Ezân sadâsıyla semâlar yankılandı. Mü’minler, büyük bir neş’e içinde mescide koştular.

Varlık Nûru’na namaza dâvet için muhtelif yollar teklif edildiği hâlde O bunların hiçbirinden hoşlanmamış, ezânı ise büyük bir memnûniyetle kabûl etmiştir. Çünkü ezân, İslâm’ın Allâh, peygamber, ibâdet ve hayat anlayışını veciz bir sûrette hulâsa eder ve aralarında sağlam bir bağ kurar. Dolayısıyla Allâh Rasûlü, namaza dâvet konusunda en ideal yolu tercih buyurmuştur.

Ezân, âyet ve hadislerle sâbit olup bin dört yüz küsur senedir mü’minler için ulvî bir dâvet olarak devâm etmektedir. Cihanşümûl ve beynelmilel bir namaz çağrısıdır. Bu sebeple aslî ve orijinal şekli dışında okunamaz. O, âdeta semâların lâhûtî bir nağmesidir. Şâir Yahyâ Kemâl, ezânı mısrâlarında ne güzel tasvîr eder:

Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî

Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî

Sultân Selîm-i Evvel’i râm etmeyip ecel,

Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî

Gök nûra gark olur nice yüz bin minâreden,

Şehbâl açınca rûh-i revân-ı Muhammedî

Ervâh cümleten görür Allâhu Ekber’i,

Akseyleyince Arş’a lisân-ı Muhammedî…

EZAN OKUNURKEN SALAVAT GETİRMENİN FAZİLETİ

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Ezânı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini (kelime kelime) aynen tekrarlayın. Sonra bana salât ü selâm getirin. Zîrâ kim bana salât ü selâm getirirse Allâh da ona on misliyle rahmet eder. Sonra benim için Vesîle’yi taleb edin. O, cennette bir makamdır ki, mutlakâ Allâh’ın kullarından birinin olacaktır. Ona erişecek kimse olmayı ümîd ediyorum. Kim benim için Allâh’tan Vesîle’yi taleb ederse, şefaatim kendisine vâcib olur.” (Müslim, Salât, 11; Ebû Dâvûd, Salât, 36/523)

EZANI TEKRARLAMANIN FAZİLETİ

Yine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- diğer bir hadîs-i şerîfte, müezzinle birlikte ezânı tekrarlayan kimsenin cennete gireceğini haber vermiştir.[2] Ezândan sonra yapılacak duâ hakkında ise şöyle buyurmuştur:

“Kim ki ezânı işittiği zaman:

اَللّهُمَّ رَبَّ هذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ وَالصَّلاَةِ القَائِمَةِ آتِ مُحَمَّداً الْوَسِيلَةَ وَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَاماً مَحْمُوداً الَّذِي وَعَدْتَهُ

«Ey bu eksiksiz dâvetin ve kılınan namazın Rabbi! Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’a Vesîle’yi ve fazîleti ver. O’nu va’dettiğin Makâm-ı Mahmûd üzere haşret!» derse, ona kıyâmet günü mutlakâ şefaat ederim.” (Buhârî, Ezân, 8; Ebû Dâvûd, Salât, 37/529)

EZANIN FAZİLETİ

İlâhî bir sadâ olan ezânın fazîleti hakkında pek çok hadîs-i şerîf vârid olmuştur. Bunlardan birkaçı şöyledir:

“İki duâ vardır, aslâ reddedilmez veya çok nâdir reddedilir: Ezân esnâsında yapılan duâ ile Allâh yolunda cihâd ederken insanların birbirine girdikleri andaki duâ.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 39/2540)

“İnsanlar ezân okumanın ve namazda ilk safta bulunmanın sevâbını bilselerdi ve bunları yapabilmek için de kur’a çekmek zorunda kalsalardı, mutlakâ öyle yaparlardı.” (Buhârî, Ezân, 9, 32; Müslim, Salât, 129)

“Namaz için ezân okunduğu zaman şeytan oradan sesli sesli yellenerek uzaklaşır, ezânı duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezân bitince geri gelir. Kâmet başlayınca yine uzaklaşır, bittiğinde ise geri dönüp kişi ile kalbinin arasına girer ve: «Şunu hatırla, bunu düşün!» diye aklında daha önce hiç olmayan şeylerle vesvese verir. Öyle ki (buna kapılan) kişi kaç rekât kıldığını bilemeyecek hâle gelir.” (Buhârî, Ezân, 4; Müslim, Salât, 19)


[1] Abdullâh bin Zeyd bin Âsım el-Ensârî, Uhud Gazvesi’nde Peygamber Efendimiz’i yakından müdâfaa ettiği için O’nun takdîrini kazandı. Bu savaşta sâdece Abdullâh değil, onun bütün âilesi büyük kahramanlıklar gösterdi. Allâh Rasûlü de onların cennette kendisine komşu olmaları için duâ etti. Peygamber Efendimiz zaman zaman Abdullâh bin Zeyd’in evine gelir ve orada abdest alıp namaz kılardı. Ab­dul­lâh bin Zeyd el-En­sâ­rî -ra­dı­yal­lâ­hu anh-, Ra­sûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e çok meftûn olan sahâbîlerdendi. Efendimiz’in vefât ha­be­ri­ni aldığında bu acı ha­ber­le sarsı­lan Hazret-i Abdullâh:

“Allâh’ım! Gözümü al ki, tek sev­di­ğim Haz­ret-i Mu­ham­med’den -sal­lâl­lâ­hu aley­hi ve sel­lem- sonra, artık kim­se­yi gör­me­ye­yim.” diye duâ et­ti ve o anda âmâ oldu. (Kurtubî, V, 271)

Abdullâh -radıyallâhu anh-, Harre Vak’ası diye bilinen savaşta iki oğluyla birlikte şehîd oldu.

[2] Müslim, Salât, 12.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

İLK EZAN

İlk Ezan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.