Erkeğin ve Kadının Âiledeki Sorumlulukları Nelerdir?

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, bu haftaki sohbetinde âilede erkeğin ve kadının sorumluluklarından bahsediyor.

 Erkeğin âiledeki sorumlulukları neler?

Birincisi; -gençlere söylüyorum- bu işlere girerken muhakkak müttakî, sâliha bir hanım olmasını tercih etmesi lâzım. En mühim şey, o.

İnfak âyetleri inmeye başladı. Meselâ, Tevbe Sûresiʼnin 34. âyeti:

“…Altın ve gümüşünü biriktirip de onları infâk etmeyenleri acıklı bir azâb ile müjdele.”

Bu infak âyetleri inmeye başladığı zaman ashâb-ı kirâm toplandılar. Acaba dediler:

“–Biz kazanalım, infak edelim Allah (yolunda). Peki neyi biriktirelim o zaman?”

Efendimiz de orada duydu.

“–Üç şey biriktirin.” dedi. Üç şey üzerinde yoğunlaşın, dedi.

Bir; -saâdet için-:

“Zikreden bir dil.”

Dilimiz, Cenâb-ı Hakkʼı unutmayacak.

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])

Kalpler Cenâb-ı Hakkʼı anmakla huzur bulacak.

Cenâb-ı Hak:

“Onlar, ayaktayken, otururken, yanları üzerinde yatarken Allâhʼı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını derinden derine düşünürler. «Yâ Rabbi! Sen bunları boşuna yaratmadın. Bizi Cehennem azâbından koru!» derler.” (Âl-i İmrân, 191)

Cenâb-ı Hak böyle bir gönül, zikreden bir dil istiyor saâdet için. Oʼnunla dilde yoğunlaşılacak.

İkincisi;

“Şükreden bir kalp.”

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

(“Hamd (övme ve övülme), Âlemlerin Rabbi Allâhʼa mahsustur.” [el-Fâtiha, 2]) diyoruz. En büyük şükür (sebepleri); Cenâb-ı Hakkʼın bizi hidâyet üzere dünyaya getirmesi, en büyük Peygamberʼe ümmet kılması, en büyük kitaba bizi Cenâb-ı Hak muhâtap eylemesi.

Demek ki şükreden bir kalp. Cenâb-ı Hakkʼa hep teşekkür hâlinde hayatımız devam edecek. Orada yoğunlaşacağız.

Üçüncü olarak da; “Beyinin îmânına yardımcı olan sâliha bir zevce.” buyuruyor. (Tirmizî, Tefsîr, 9/3094)

Demek ki kızlarımızı da o şekilde yetiştireceğiz.

Saâdeti veren, Allahʼtır -celle celâlühû-.

İkinci kısım, efendinin yapacağı iş:

Hanım ve çocuklarına dünya ve âhiret saâdetini temin edecek bir eğitim vermesi zarûrî. Yani dînî bakımdan olgunlaştırmaya gayret edecek. En merhametli anne ve babalar, yavrularını asıl istikbal olan âhiret istikbâlini temin edendir.

Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey insanlar! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!..” (et-Tahrîm, 6)

İbrahim -aleyhisselâm- da duâsında:

“Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namaz kılanlardan eyle!..” (İbrahim, 40) buyuruyor.

Kendinin de namaz kılanlardan… Namaz kılmak kolay bir değil, zor bir iş. Nasıl zor bir iş? Beden ve kalp âhengi içinde kılınacak. Nasıl bir, zâhiren abdest, tahâretle giriliyorsa, kalp de “Yâ Rabbi! Allâhu Ekber!” Cenâb-ı Hakkʼın sonsuz ilâhî azameti tefekkür edilerek girilecek.

“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Öyle bir namaz olacak ki, o namaz bütün fahşâdan ve münkerden, bütün Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden o namaz koruyacak. Bir siper-i sâika olacak.

İşte İbrahim -aleyhisselâm-:

“Yâ Rabbi! Beni ve soyumdan gelecekleri namaz kılanlardan eyle!..” (İbrahim, 40)

Demek ki bir müʼminin derdi bu olacak. Ben öyle bir namaz kılmalıyım ki -tabi bu kalp merhaleler kat edecek, hantal bir kalp kılamaz böyle bir namazı- bu namaz, mârifetullâha bir pencere açacak.

Cenâb-ı Hak; “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Neslinden de mesʼul, nesli de o şekilde olacak. Bir baba, evlâdını, anne, namaza alıştıracak. Efendimizʼin sevgisini verecek. Cenâb-ı Hakkʼı sevdirecek, Cenâb-ı Hakkʼın nîmetlerini hatırlatacak. Ona bütün gücünü kullanacak.

İmam Mâlik -radıyallâhu anh- diyor ki:

“Babam bana bir hadîs-i şerîf ezberletirdi, bana bir hediye verirdi.” diyor. “Ben de babam bir hediye daha versin diye bir hadis daha ezberlerdim.” diyor. “Öyle bir hâle geldim ki hadîs-i şerîflerin rûhâniyeti beni cezbetti.” diyor. “Babam bir hediye vermese de yine ben hadis ezberlemeye devam ettim.” buyuruyor.

Onun için, nasıl bir bahçıvan, ektiği bir tohuma ehemmiyet veriyor ki oradan istifâde etsin; işte bir baba, bir anne de ona dikkat edecek ki evlâdı kendisine bir sadaka-i câriye olsun, kıyâmet günü şikâyetçi olmasın.

Baba, muhakkak câmiye giderken evlâdını götürecek. Zaman zaman, gidemediği zaman, âile olarak cemaatle namaz kılanacak. Dînin eğitimi muhabbetle tevzî edilecek.

Efendimizʼin Fâtıma Vâlidemizʼi en mükemmel şekilde yetiştirmesi, anne-babalara en güzel bir misal olmuş oluyor.

Diğer bir husus; hayırlı bir baba, ailesine evvelâ karakter ve şahsiyet mîrâsı bırakacak. İnsanlar, karakter ve şahsiyete hayrandır. Âile, hanım, evlât, çocuklar, babanın karakter ve şahsiyetine hayran olacak.

Altıncısı; erkek, âilesini her türlü kötülükten koruyacak. Bu mânâda, âilenin dînî değerlerini, ahlâkî güzelliklerini bozacak ziyaret, seyahat, ihtilât ortamları ve görüşmelerden korunacak. Seviyesiz kitap, gazete, televizyon, internetin yanlış yayınlarından, âilesini ve yavrularını muhafaza edecek.

Hulâsa, âileyi içeriden ve dışarıdan korumak vazifesi, tamamen babaya ait. Zira -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Hayırlınız, kadınlara karşı en hayırlı olanınızdır.” (Tirmizî, Radâ, 11/1162)

En hayırlı olmak hanımlara, -âileye de-, onları bu kıvamda yetiştirmektir. Bu kıvamda yardımcı olmaktır.

Baba, âileye verdiği sözde durmalıdır. Eğer sözünde durmazsa, âilede otorite ve sevgi azalır. Ailede maddî ve mânevî ihtiyaçları karşılamak mecburiyetindedir baba. Gücünün yetmediği yerde, eksik kalan tarafı da izah etmek lâzımdır ki onlar da iknâ olsun.

Baba, -yenilen lokma mühim- helâl olması için dikkat edecek. Memursa da dikkat edecek, esnafsa da dikkat edecek. Her şeyde helâl olması için dikkat edecek.

İnsan rûhunda iki müessir vardır. Biri helâl lokma, ikincisi de beraberinde bulunduğun insan.

Beraber bulunulan insana dikkat edecek. Çocuklarının, âilesinin beraber bulunduğu kişilere de dikkat edecek.

Yine erkek; çocuklarına, âilesine verdiği sözde duracak. Bu bir şahsiyet, karakter olacak. Evine bağlı olacak. Hayatı boyunca, iş, ev ve câmi üçgeninin dışına taşmayacak.

Evde çocuklarının yanına bir selâmla girecek, güler yüzle girecek. Tatlı söz, tatlı dil kullanacak. Nazik ve şefkatli davranacak. Aslâ asık surat, kaba, küfürbaz, kırıcı ve acımasız hâlleri olursa o âileyi çökertir. Yazık etmiş olur o âileye.

Kendisinin yaşadığı şahsî problemleri mümkün mertebe aktarmayacak. Kendi içinde onları çözüme kavuşturacak.

Yine baba, evinin sevincine ortak olacak. Evinde üzüntü ve keder varsa, orada teselli edecek. Böylece âilenin gerçek dostunun baba olduğunu ispat etmiş olacak.

Çocukların terbiyesi 7 yaşında başlar. Anneye âittir. Baba da anneye yardımcı olacak. Giysilere dikkat edilecek. “‒Bu zamanında efendim, zevkini alsın da sonra bırakır” yok! Alışırsa o şekilde gider. Ağaç, yaşken eğilir. Onun için giysilere dahî, giysilerine bile dikkat edilecek. Frapan giysiler giydiğinde alışır, sonra o devam eder.

Yine erkek, dînî hususlarda âileye bir tâviz vermeyecek. “‒Aman bugün yapsın da yarın yapmaz. Bir zevkini alsın da bir daha yapmaz.” Alışır gider sonra.

Ki bunun da cezâsı geliyor çok. Mektuplar geliyor: “‒Kızım böyle oldu.” diyor, “‒Oğlum böyle oldu.” diyor. Sen zamanında ne yaptın sen? Yani ne verdin ki ne bekliyorsun?!.

Yine, âilede kötü huylar gördüğü zaman -hanımında, çocuklarında-; “‒Bende ne kötü huy var ki, o bunlara aksediyor?” diyecek. Yine halı olacaksın, üstünde kırk ayak gezecek, ondan sonra sen baş tâcı olacaksın.”

Yine, fazîletli anne-babaların tavsiyesi şöyleydi:

“‒Sen yuvana beyaz gelinlikle gidiyorsun. Yuvanı saâdetle dolduracaksın. Girdiğin o kapıdan, ak, lekesiz, beyaz bir kefenle çıkacaksın.”

Bugün maalesef, bunlar olmadığı için, her sene boşanmalar, üçte bir diyorlar. Üç kişi nikâhlanıyor, üç kişiden biri boşanıyor. Bâzı yerlerde (yüzde) elli-elli oluyor bu. Yoktu eskiden. Binde birdi. Ayıptı, utanılırdı bundan.

En mühim, hanımın iffetidir. Demin bahsettiğim gibi, Kurʼân-ı Kerîmʼde 34 yerde Meryem Vâlidemiz geçiyor.

Âile, huzur ortamı olacak. Velhâsıl güzel bir şeyleri olacak.

İlk mürebbiye, annedir. İslâm, anneyi yalnız biyolojik bir yapı olarak görmez. Annenin mânevî yapısında terbiye etme özelliği vardır. Anne, hayâ ve edep sahibi olacak ve bir nesil yetiştirecek. Eğer bu olmazsa, biyolojik yapı sonradan fayda vermez. Çocuk, internetin çocuğu olur, televizyonun çocuğu olur, kaldırımların çocuğu olur. Ananın biyolojik yapısı, babanın biyolojik yapısı hiçbir fayda vermez.

Onun için bugün, bilhassa Kurʼân Kurslarına çok ehemmiyet vermemiz lâzım. Evet, -elhamdü lillah- Kurʼân Kursları dolu ama, diğer müesseselere bakıldığı zaman Kurʼân Kursları kaçta kaç toplumda? Bir de bizim bu Cenâb-ı Hakkʼın (emirlerine riâyet) hakkındaki seviyemizi gösterir.

Cenâb-ı Hak:

اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ

(“Rahmân Kurʼânʼı öğretti. İnsanı yarattı.” [er-Rahmân, 1-3]) buyuruyor. Biz ne kadar ehemmiyet veriyoruz? Kendimizi ne kadar Kurʼânʼla istikâmetlendiriyoruz? Yavrularımızı ne kadar Kurʼânʼla istikâmetlendiriyoruz?

Onun için, o fazîletli anneye “ اَلْأُمُّ مَدْرَسَةٌ : (Anne, bir okuldur.)” denmiş. Yani gerçek sâliha bir anne; en güzel bir muallim hükmündedir.

Numûne anneler:

Havvâ Vâlidemiz: İnsanların annesi, tevbenin muallimesi.

Sâfûra Vâlidemiz, Mûsâ -aleyhisselâm-ʼın hanımı.

Şuayb -aleyhisselâm-ʼın kızı; firâset ve teşhiste mükemmellik.

Demek ki bir hanım, firâset sahibi olacak. Öteleri iyi hesap edecek.

Âsiye Vâlidemiz, Firavunʼun karısıydı; îman celâdeti. Cenâb-ı Hak ona büyük bir mükâfat vereceğini bildiriyor Kurʼân-ı Kerîmʼde. Âsiye Vâlidemizʼi tekrîm ediyor. Canını fedâ etti tevhîdi korumak için.

Meryem Vâlidemiz, mâlûm…

Hatîce Vâlidemiz: İlk müslüman. Fahr-i Kâinat Efendimizʼe ömür boyu maddî-mânevî her şeyiyle destek ve Efendimizʼe ilk tesellî.

Hiraʼdan indiği zaman:

“‒Yâ Hatîce! Bana kim inanır?” dedi. O zaman mübârek zevceleri Oʼnu uzun uzun, uzun uzun tesellî etti.

Âişe Vâlidemiz: Firâset, zekâ, yedi müctehidden biri.

Biz yavrularımızın böyle olmasını istemez miyiz? Bunlar numûne annelerimiz bizim.

Fâtıma Vâlidemiz: Edep, Ehl-i Beytʼin annesi, Silsileʼnin annesi, bütün o Silsileʼnin. Bir Câfer Sâdık Hazretleri onun torunu…

Muhammed İkbal, bu, Pâkistanʼın feylesofu, diyor ki hanımlar için, sâliha hanımlar için:

“Toplum fidanının âb-ı hayatı sensin. Ümmetin emânetini koruyan muhâfız da sensin. Fıtratındaki (yaratılışındaki) o ulvî hasletleri aklınla keşfet (kalbinle keşfet). Hazret-i Fâtıma, senin için bir numûnedir; ondan gözünü ve gönlünü ayırma. Tâ ki, senin dalın da bir Hüseyin meyvesi versin; gülistan, eski mevsimi getirsin.”

Bilhassa günümüzde âilenin dağılmasını hazırlayan faktörler:

  1. İslâm ahlâkından uzaklaşma. Tamamen yabancı tesirlerin altında kalması. Allah korkusu ve âhiret inancının azalması. Çünkü takvâ bitiyor; takvâ bitince âhiret korkusu azalıyor. Niçin dünyaya geldi? Kimin mülkünde yaşıyor? Kabir âlemi nedir? Âhiret; o büyük deprem nedir? O onu düşünemiyor.

Kendi anʼane, kültür yapımıza yabancı alışkanlıkların, yani seküler değerlerin içimize sinmesi. Bunun çâresi; İslâm ahlâkını öğrenmek. Onunla ahlâklanmak. Bilhassa kendi kültürümüz…

Bugün -elhamdülillâh-… Osmanlı; o büyük bir medeniyetti. İnsanıyla medeniyet, ahlâkıyla medeniyet, ictimâî hayatıyla medeniyet, mîmârisiyle medeniyet, edebiyatıyla medeniyet, büyük bir medeniyet… Bunlar bizim dedelerimizdi. Onların yolundan gidebilmek...

Bugün maalesef lüks özentisi, etrafa güç gösterme ihtirâsı, düğünler, vs. atılan maytaplar düğünlerde… Öbür evde bir kısım insanın eğlencesi yüzünden öbür tarafta hasta mı var düşünülmüyor. Hamile kadın mı var, düşünülmüyor. Yaşlı insan var mı, düşünülmüyor.

Hâlbuki bizim ecdâdımız, hasta olan bir evin penceresine kırmızı bir saksı koyardı, oradan geçen satıcılar, seslerini yükseltmeden geçerlerdi. Çocuklar başka mahallelere giderlerdi oynamak için. Bir medeniyetti bu.

Velhâsıl, hanım ve erkek, saâdeti yuvalarında arayacak. Yanlış yerlerden kalplerini muhafaza edecek.

Çalışan hanımlar, âile bütçesine yapmış olduğu katkıdan dolayı kocasına minnetsiz kalacak, pervâsız davranışlardan kendisini koruyacak. Misafirlik, ziyaret, piknikler, İslâm âdâbına uyulmaması, mahremiyet sınırlarının aşılması, gereksiz ihtilâtın eşlerde, şuuraltına ve zamanla şuurüstüne çıkaran yaralar meydana getirmesi… O da âile hayatını zedeleyen faktörlerden bâzıları olmuş oluyor.

Zarûret olmadığı hâlde çarşı-pazarlarda dolaşmak, giyim-kuşamlarda israfa girmek. İslâm örfüne uymayan giysileri kullanmak da âile yapısını zedeliyor.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.