Endonezya İslam'ı Nasıl Seçti?

Endonezya Müslüman mı? Endonezyaʼda İslam nasıl yayıldı? Muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, Altınoluk Dergisiʼnin Ocak sayısında hâl ile tebliğ meselesine değinirken, Endonezyaʼnın İslâmʼı tercih etmesine sebep olan olayı anlatıyor. 

Tarih boyunca tebliğ faaliyetlerinde en tesirli ve bereketli usûl ise, İslâmʼın nezâket, zarâfet ve fazîletlerinin fiilen yaşanarak hâl ile sergilenmesi olmuştur. Şu hâdise, bunun ne güzel bir misâlidir:

Kumaş ticaretiyle uğraşan müslüman bir tâcir, günün birinde kumaşlarını bir gemiye yükleyerek Endonezya’ya gider ve oraya yerleşerek ticaretine devam eder.

Getirdiği kaliteli kumaşlar, tam da halkın aradığı cinstendir. Kendisi ise kanaat sahibi bir mü’min olduğundan; “Varsın kazancım az olsun, lâkin temiz ve helâl olsun.” düşüncesindedir. Bu sebeple “gabn-i fâhiş” denilen, bir malı değerinin çok üstünde satma fırsatçılığına meyletmez. Kısa zamanda zengin olma hayal ve hırsına kapılmaz.

İşe geç geldiği bir gün, tezgâhtarın sattığı mallardan çok yüksek bir kâr elde ettiğini görür ve bunun üzerine tezgâhtar ile aralarında şöyle bir konuşma geçer:

“–Hangi kumaştan sattın?”

“–Şu kumaştan efendim.”

“–Kaça sattın?”

“–On akçeye.”

“–Nasıl olur? Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Adamcağızın bize hakkı geçmiş. Görsen tanır mısın onu?”

“–Evet, tanırım!”

“–O hâlde hemen git ve o müşteriyi buraya getir. Onunla vakit kaybetmeden helâlleşmem lâzım.”

Tezgâhtar gider, müşteriyi bulup getirir. Dükkân sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, kendisinden helâllik ister ve tezgâhtar tarafından alınan fazla parayı da müşteriye uzatır. Müşteri ise daha evvel hiç karşılaşmadığı bu güzel muâmele karşısında büyük bir hayret içindedir. Kendi kendine; “Hakkını helâl et?” cümlesindeki derin mânâyı kavramaya çalışır.

Bu hâdise kısa sürede dilden dile dolaşır. Çok geçmeden de kralın kulağına kadar ulaşır. Sonunda kral, kumaş tüccarını saraya çağırır ve:

“–Sizin yaptığınız bu davranışı biz daha önce ne duyduk, ne de gördük! Sizin bu hâliniz, bize bir muammâ oldu. Bunu îzah eder misiniz?” der.

Tüccar ise kemâl-i edeple:

“–Ben bir müslümanım. İslâm’da ise mülk, Allâh’ındır. Kul sadece bir emanetçidir. Ayrıca İslâm’da haksız menfaat, fâiz, istismar, gabn-i fâhiş (kandırmak sûretiyle değerinin çok üstünde satış yapmak) ve toplumun zararına olan bütün alışverişler yasaktır.

Bu alışverişte ise müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram karışmıştı. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.” cevâbını verir.

Bunun üzerine kral:

“–İslâm nedir? Müslüman olmak neyi gerektirir?” gibi soruları peş peşe sıralamaya başlar.

Tüccar da soruları birer birer, tatlı bir dil ve zarif bir üslûp ile cevaplandırır.

Böyle bir dînin varlığını bu hasbihâl vesîlesiyle ilk defa duyan kral, fazla vakit geçirmeden İslâm ile şereflenir. Kısa bir müddet içinde halk da müslüman olur.[1]

İşte Dünya devletleri içinde -yaklaşık 250 milyonluk- en yoğun Müslüman nüfusuna sahip olan bugünkü Endonezya’nın İslâm’ı kabul etmesindeki sır, belki de sadece bu beş akçelik kumaş ticaretinde sergilenen İslâm ahlâkıdır. Müslüman tâcirin yaptığı şey ise:

Gerçek bir müslüman şahsiyetiyle İslâm’ın güler yüzünü ve rûhânî dokusunu fiilen sergilemekten ibârettir.

Bugün bizler de, güç ve imkânımız ölçüsünde üzerimize düşen vazifeleri en güzel bir üslûpla îfâ etmeliyiz. Bilhassa İslâmʼın tebliğ ve temsili hususundaki mesʼûliyetlerimize son derece îtinâ göstermeliyiz. Dünyanın her tarafındaki hidâyet mahrumlarına ve zulme mâruz kalan din kardeşlerimize karşı vazifelerimizi unutmamalıyız. Bu husustaki ihmal ve gafletin, Hak katında büyük bir vebâl olacağını, hatırımızdan çıkarmamalıyız.

Dipnot:

[1] Bkz. Mehmet Paksu, Îman Hayata Geçince.

*Bu makalenin tamamını okumak için tıklayınız.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 347

İslam ve İhsan

İSLAM NEDİR?

İslam Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.