En Hayırlısı Oruç Tutmaktır

Ayet-i kerime ve hadislerde açlık görünümündeki oruç ibadetinin insanı his ve heveslerine uyup kötülük işlemekten alıkoyması sebebiyle bireysel ve toplumsal açıdan “pek faydalı ve çok hayırlı” olduğu ifade edilir.

İslâm’ın beş baş ilkesinden biri olan oruç, -sayısı ve uygulama şekli farklı da olsa- bütün dinlerde yer alan kulluk görevlerindendir. Ayet-i kerimde buyrulur:

“Oruç günleri sayılıdır. Ancak hasta olan veya yolculuğa çıkıp da oruç tutamayanlarınız, tutamadığı oruçları diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar ise her oruç için bir fakiri doyuracak kadar fidye verir. Kim gönlünden koparak fazla fazla verirse, kendisi için daha hayırlı olur. (Eğer orucun faziletini) Bilirseniz, oruç tutmanız sizin için (fidye vermekten) daha hayırlıdır.”1

İslâm’ın beş baş ilkesinden biri olan oruç, - sayısı ve uygulama şekli farklı da olsa - bütün dinlerde yer alan kulluk görevlerindendir.2

RAMAZAN AYI (ORUCU) KAÇ GÜNDÜR?

Âyet-i kerimede, oruç ibadetinin yerine getirildiği Ramazan ayı hicrî takvime göre bazı yıllar 29, bazı yıllar 30 gün sürdüğü için bu gerçeğe uygun olarak oruç günlerinin sayılı olduğu bildirilmiş, kesin bir rakam verilmemiştir.

Bu sayılı günlerde hastalık ve yolculuk gibi durumların engel olması halinde, oruç tutulamayan günlerin sayısı kadar Ramazan’dan sonraki günlerde oruç tutmaya müsaade edilmiştir.

Ramazan’da ve Ramazan dışında oruç tutmaya dayanamayanlar için ise her oruç için bir fidye verme imkanı tanınmıştır.

FİDYE NEDİR?

Fidye, “bedel” demektir. Çok yaşlı olduğu veya müzmin/kronik hastalık sebebiyle oruç tutamayanlara tutamadıkları oruçların her birine bedel olarak bir yoksulu sabahlı akşamlı bir gün yedirip içirme ruhsatı/kolaylığı getirilmiştir.

Fidyeyi “gönlünden koparak fazlasıyla yerine getiren kimsenin bu yaptığının kendisi için “daha hayırlı/iyi olduğu” ayrıca açıklanmıştır. Böylece fidyeden elde edilecek hayrın arttırılmasının yolu gösterilmiştir.

“ORUÇ TUTMANIZ, BİLİRSENİZ SİZİN İÇİN EN HAYIRLISIDIR”

Fidye verme kolaylığından yararlanmak ve fazlaca fidye verip hayrı arttırmak mümkün olmakla beraber “oruç tutmanız, bilirseniz, sizin için en hayırlısıdır” buyrulmuştur. Bu ise, oruçtan beklenen netice bakımından en doğru/hayırlı davranışın, oruç tutmak yani ibâdetin aslını yerine getirmek olduğunu göstermektedir.

Bilindiği gibi his ve hevesler, sınırsız ve serbest davranışların kaynağıdır. Bunlar, inanç gereği yerine getirilen oruç ve imsak disiplini ile belli kayıt ve sınırlar içinde ilkeli davranmaya alıştırılabilir. Yani bir önceki 183. âyette gerekçe olarak bildirilmiş bulunan “ittika”/Allah emir ve yasaklarına saygı, tam olarak ancak oruç tutmakla gerçekleşebilir. “Oruç tutmanız, bilirseniz, sizin için en hayırlısıdır” buyruğu bu gerçeğin maddi-mânevi getirisine işaret etmektedir.

Âyet-i kerimede ilginç bir şekilde “daha hayırlı” buyruğu iki kez tekrar edilmektedir:

Bir fakiri bir gün yedirme-içirme fidyesini gönüllü olarak artırmanın, artıran için “daha hayırlı” olduğu bildirilmiş, arkasından da oruç tutmak suretiyle görevin aslını yerine getirmenin, artırılmış fidye’den de “daha hayırlı” olduğu açıklanmıştır.

Böylece orucun, belli şartlar çerçevesinde fidye ile yerine getirilebileceği ruhsatına bakıp oruç tutmanın o kadar da önemli olmadığı gibi yanlış bir izlenim edinilmemesi için emrin aslını yerine getirmenin, -genel ve temel kural olarak- daha hayırlı olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu noktadaki hikmeti, bilgisi ve kavrayışı yerinde olanların idrak edebileceğine de “bilirseniz” diye ayrıca işaret edilmiştir.

“ORUÇ KALKANDIR”

Âyet-i kerimede ifade buyrulan hayırlılığın açılım ve anlatımı bakımından Peygamber Efendimiz’in “ الصِّيَامُ جُنَّةٌ oruç kalkandır”6 buyruğunu hatırlamak yerinde olacaktır. Zira Efendimiz bu hadisi ile Müslümanın -en tabiî ve uygun- korunma imkân ve yolunun oruç ibadeti olduğunu bildirmiştir.

Esasen bazı rivâyetlerde orucun, “mükemmel bir kalkan”, “cehenneme karşı kalkan”, “sizden birinizin savaşırken kullandığı gibi bir kalkan” olarak tanıtıldığı görülmektedir. Bu tanıtımlar, koruma işlevinin iyice anlaşılmasını sağladığı gibi, işin âhiret boyutunu da “cehenneme karşı kalkan” diye ortaya koymuş olmaktadır.

“ORUÇ BENİM İÇİNDİR, ÖDÜLÜNÜ DE BEN VERECEĞİM”

Orucun terbiye edici ve koruyucu etkisi, onun “Allah için” olma niteliğinden kaynaklanmakta ve karşılığı da tamamen ilâhî takdire bağlı bulunmaktadır. Nitekim bir kudsî hadiste yüce Rabbimiz, “Oruç benim içindir, ödülünü de ben vereceğim”7 buyurmuştur.

Netice itibariyle âyet-i kerime, açlık görünümündeki oruç ibadetinin insanı his ve heveslerine uyup kötülük işlemekten alıkoyması sebebiyle bireysel ve toplumsal açıdan “pek faydalı ve çok hayırlı” olduğunu ilan etmiş; hadis-i şerif, kazanılan bireysel ve sosyal hayrı, “kalkan” benzetmesi ve işleviyle somutlaştırmış bulunmaktadır. Hadîs-i kutsî ise, oruçtaki mânevi kazanımın Allah’ın takdirinde bulunduğunu bildirmek suretiyle onun tahminler üzerinde bir hayırlılık boyutuna sahip olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu ayrıcalıklı durum, müminler için - tabir-i câiz ise- “çok yönlü ve ucu açık kazanım imkânı” olarak oruç ibadetinin anlam ve hayrının pek derin ve çok büyük olduğunu göstermektedir.

Öte yandan hicri takvime göre oruç mevsiminin her yıl on gün erken gelmesi sebebiyle otuz küsur senede bütün bir yılın oruç mevsimi niteliği kazanması ve dolayısıyla tüm günleri oruçlu geçirme deneyim ve zevkinin tadılması da bir başka hayır olmaktadır.

“Allah’ın takdiri” hayrın tâ kendisi olduğuna göre, unvanlı unvansız birilerinin zaman zaman dile getirdiği oruç ayı Ramazan’ı, Eylül gibi bir ayda sâbitleyip yaz-kış değişik mevsimlere gelmesini önleme düşünce ve tekliflerinin ne denli bir densizlik, hadsizlik, dîni hikmet bilincinden uzak bir cür’etkârlık ve câhillik olduğu da anlaşılmaktadır.

Yüce Rabbim, ümmet-i Muhammed’e içinde bulunduğumuz maddi-mânevi hayrı, rahmeti ve bereketi bol kulluk mevsimi Ramazan ayından yararlanmayı nasip eylesin.

Dipnotlar:

  1. el-Bakara (2), 184
  2. Bk. el-Bakara (2), 183
  3. Buharî, Savm 2, Tevhid 35, Müslim, Sıyam 162; Ebû Dâvud, Savm 25; Tirmizi, Cum’a 79, Savm 54, İman 8; İbni Mâce, Sıyâm 1, Fiten 12, Zühd 22; Dârimi, Savm 27, 50; Muvatta, Sıyam 57
  4. Buhâri, Savm 2; Tevhid 35; Müslim, Sıyam 162

Kaynak: İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 434

İslam ve İhsan

RAMAZAN AYININ FAZİLETLERİ

Ramazan Ayının Faziletleri

RAMAZAN AYININ 8 BEREKETİ

Ramazan Ayının 8 Bereketi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.